Themroc: Dünyayı İlkel Kent Mağaraları Kurtaracak!
Vovk vork nan gu huuuv şpi şpi daw laaaa! Hov… Anlamsız gözüküyor değil mi? Anlayabilmek için biraz metafizik bir giriş yapalım: İnsan öncelikle bedeni içinde kendini yalnız hisseden saf bir enerji. Yönlendirilmesi ve kontrol edilmesi gereken bir enerji. Modern yaşam “uygarlaşma” adı altında bu enerjiyi kontrol altına alıyor. Uzun süren eğitim dönemi bizi yetişkin dünyasına hazırlıyor ve eğer enerjinizi akıllı uslu bir adam olarak yönetirseniz; eğitim esnasında öne çıkıyor ve daha iyi maddi koşullara sahip bir hayata sahip oluyorsunuz. Eğer enerjinizi eğitime değil; sokaklara, aşka, yürüyüşlere veya başka kitaplara harcarsanız; eğitim aşamasında kaybetmeye başlıyorsunuz. En azından teorik olarak, standart dünya bilgisi anlamında böyle…
İnsan ve hayvanı ayıran farklardan biri de enerji kullanma konusundaki uçurum. Doğadaki hayvan enerjisini dilediği gibi kullanıyor, harcıyor. İnsan ise enerjisini toplum kurallarına ne kadar uygun bir şekilde harcarsa, toplumda o kadar saygın bir yer ediniyor. Şüphesiz ilkel insan böyle değildi ve enerjisini bize göre daha özgürce kullandığı için, daha mutluydu. Öte yandan toplum dışılar ve akıl hastaları da enerjilerini serbestçe kullanabiliyorlar.
Fransız yönetmen Claude Faraldo’nun çektiği Themroc kitap dışı “anarşist sinemanın” ilginç örneklerinden birisi olarak kabul edilebilir. Bir işçinin çevresindeki insanları dönüştürmesini anlatıyor olsa da, bir kez bile devrimden söz etmiyor. Zaten hiç bir şeyden söz etmiyor: Filmin dili tamamen kurmaca kelimelerden oluşuyor; bu filmde herkes, gündelik hayatın sıradan konuşmalarının kulaklarını çınlatırcasına, sonuna kadar saçmalıyor. Themroc enerjisini 9-5 işine yönelten, özgürlük ve cinsellik enerjisini bastıran bir işçinin yabanileşerek evini ve çevresini mağaralaştırmasını anlatıyor.
Annesinin ve bastırılan cinselliğinin yarattığı gerilimle yaşayan adamın çalıştığı fabrikada yaşadığı bir olay içindeki hayvanı özgür bırakır. İşe gelirken hayatının “uyan/kadınların bacaklarını dikizle/işe git” şeklindeki rutinini anımsayan adam, patronunu sekreteriyle beraber yakalayınca her anlamda ezildiğini fark eder. Üstelik bu yanlış bakış ona patlayan bir buruna mal olur. Artık kaybedecek bir şeyi yoktur; önce patronuna meydan okuyarak sekreterin tadına bakmak ister. Öksürükle geçirmeye çalıştığı boğaz hırıltıları ise boğazından fırlamaya hazırlanan kükremelerdir. Nihayet metro tünellerinde hayvani sesini açmayı becerir. İçgüdüleri sesini bulur.
İçindeki hayvanı serbest bırakan (bu arada kardeşini de baştan çıkaran) adam şimdi evini kendine göre yeniden düzenleyecektir. Odasıyla evin geri kalanı arasında duvar örer ve penceresini parçalayarak aynı bir mağara girişine benzetir. Artık odası bir merdivenle çıkılabilen bir mağaradır. Odadaki değerli eşyaları ve televizyonu aşağı atar. Onun arzu dolu özgür çığlıkları odanın baktığı avludaki diğer aileleri rahatsız etmeye başlar; fakat bunu bir çiftleşme çağrısı olarak kabul eden bir kadın geceyi adamla geçirerek ilkel komüne katılır.
Bu tersine dönen evrim, mağaraya dönen ev medyanın da ilgisini çeker. Polis ve medyanın avluya doluşmasıyla beraber, hareketten etkilenen başka evler de mağara komüne dönüşmeye başlar. Ortalık sis bombasının da etkisiyle bir savaş alanına döner; maskeli polise karşı bizimkiler ise tamamen çırılçıplaktır. Duvarı kapatması emredilen, iktidarın duvar ustası da komüne katılır. Zaten özgür yaşamın çağrısına uyanlar komüne katılmakta, uymayanlar ise afiyetle yenmektedir. Bu şekilde bir polis memuru ateşte pişirilir ve yenir. Ve film kentteki anarşi manzarasıyla sona erer. Çiftleşme sesleri, parçalanan arabalar ve duvarların içinden beliren kollar final ateşini yakar.
Karşı kültür hareketini besleyen pek çok anarşist/özgürlükçü düşünceden izler taşıyan Themroc’un sinema tarihçileri tarafından ciddiye alınmamış olması epey düşündürücü. Her ne kadar Trier’in Idıots’u gibi filmlerde izlerini görsek de, müstesna bir politik sinema örneği olarak sinema tarihinde yerini almadığı ortada.Şüphesiz Themroc akademik bir saygınlık kazanmaktan çok izleyiciler arasında hayranlar kazanmış ve bir kült filme dönüşmüş. Tati tarzı mırıldanmalar, Fransızcamsı uydurma kelimeler, dağınık kurgu ve ensest/yamyamlık temaları bu filmi istismar sineması sınıfına da sokuyor.
Themroc sapına kadar bir Fransız filmi olmasına rağmen (bir yazarın dediği gibi; Amerikan yapımı olsaydı adam eline silah alıp iş arkadaşlarını vururdu) klasik bir anti burjuva filmi değil; modern yaşamın köküne en hasından kibrit suyu dökmeyi deniyor. Sınıfsal mevzulara dokunuyor dokunmasına ama derdi daha çok gündelik hayatın antitezini ortaya koymak. Hayatın ritmi içinde kontrollü (geceye övgü) bir cinsel özgürlüğü savunan dönemin filmlerinin aksine, cinsel özgürlüğün en saf halini ilkel insanda buluyor. Bu anlamda tüm irrasyonelliğine rağmen epey radikal ve düşündürücü bir yola giriyor ve insanın doğal enerjisini eksiksiz serbest bırakıyor.
sistem eleştirisi yapan filmler özellikle ilgimi çeker. ama bu filmde karakterin düzene başkaldırış şekli çok özgün. ben şimdiden filmi sevdim gibi:)
hemen bulup izleyeceğim. bu güzel inceleme için ayrıca teşekkürler.
Bunu seven bu da sever :)
John Zerzan – Gelecekteki İlkel
Bu zat-ı muhterem kitabında (kendisi “Surplus” adındaki belgeselde de karşımıza çıkmaktadır) kurtuluşumuzun mağara devrine geri dönüşte olduğunu söylüyor. Matematiği, bilimi, sanatı, yazıyı, dili.. kısacası her türlü medeniyet ürününü “tü kaka” ilan edip, insanoğluna, kendi hayrına tüm bunlardan vazgeçmesini öğütlüyor. Anarşistlerin bile eğlenerek baktığı Zerzan, yukarıda anlatılan filmle aynı kaderi paylaşıyor gibi görünüyor.
Eğlenceli midirler? Evet. Zihin açarlar mı? Kısmen evet. Ama bunlardan medet umulabilir mi? Hayır.
Bence fikir nasıl işlenirse işlensin,ve kabullenmek ne kadar zor gelirse gelsin,aslında insanın kurtuluşu açısından bence tek çare bu tarz bir yaklaşım (ensest,yamyamlık,v.b.gibi uç noktalar dışında).Neden derseniz,özellikle de günümüzde arabaların emisyon hacimlerini düşürmek,rüzgardan enerji elde etmek,gibi bir sürü,doğayı,dünyayı ve insanı kurtarmayı amaçlayan,yaşamı uzatma kaygısı taşıyan adımlar atılıyor.Ben de diyorum ki bunların hepsi boş,dostlar alışverişte görsün,keza dünyayı kurtarmaya çalıştığımız şey aslında kendimimiz,hayvanlararaba kullanıyor mu,uçağa biniyorlar mı (biz bindirmezsek),parfüm mü kullanıyorlar,v.s.v.s.v.s.listeyi uzatmak mümkün.E daha ne,uzmanlar bu etkiyi azaltacak yöntemler bulmaya çalışıyorlar işte daha ne olsun derseniz,bugün hava kirliliğini %25 azaltsanız 5 yıl sonra o %25’lik kısmı tüketecek insan popülasyonu doğmuş olacak.Demem o ki,dünyayı / doğayı kurtarmak istiyorsak işe ne yazık ki insandan başlamamız gerekiyor,e milleti de öldürecek halimiz olmadığına göre gerçekten de ilk insan dönemine evrilmek her ne kadar tersine evrim olarak görülse de aslında doğaya/öze dönüşün evrimi olacaktır.Saygılarımla
Somut ya da soyut, görebildiğimiz ya da göremediğimiz herşeyin metalaştırıldığı, fiyat etiketlerine boğulduğu, dünyanın sahip olanlar ve sahip olmayanlar olarak her daim bölündüğü ve bu durumunda son derece olağan karşılandığı günümüz dünyasında, özgürlük tanımları dahi bağlılıktan geçiyor? i-stone mu yoksa android mi? erikli mi? danone mi? organik mi? genetikmi?… derken hangi özgürlükten bahsedebiliyoruz ki? Mülkiyet denilen dokunulamaz, tartışılamaz olan kavram olanca sinsiliği ile bu dünyada olduğu sürece, elbette zihin de açılmaz, bulunan medetler de her gün daha çok esir eder, biz mutlu mesut insancıkları, reklam arası hayatlarımıza sarınır yatarız her gece.