“Bir yaşıma kadar dünyayı uzaktan seyrettim, daha sonra da öyle bir şey oldu ki hayatım tamamen değişti!” mottosunu birebir karşılayan tonlarca film izledik bu zamana kadar. Kaldı ki Bad Ass filminin çıkış noktası her ne kadar bu motto gibi gözükse de, kahramanımız Frank’in hayatının kelimenin tam anlamıyla baş döndürücü bir değişim ile çalkalandığını iddia etmek pek de doğru değil.
Hani hayatta eli hiç as yüzüne değmemiş insanlar vardır ya… İşte bizim Frank Vega, tam da böyle bir karakter. Sevdiği kadını geride bırakıp, sözüm ona ülkesinin onuru(!) için savaştığı Vietnam’da gazi olmuş, geri döndüğünde sevdiceğini bıraktığı gibi bulamamış, savaşta aldığı yara sebebi ile polis akademisine alınmamış ve deneyimsizliği yüzünden iş hayatında da kapılar suratına kapanmış Frank’in! Kendi tabiri ile, karşısına çıkabilecek fırsatların önü bıçak gibi kesilmiş. Ne istikrarlı bir işe ne de bir aileye sahip olabilmiş.
Vega, her ne kadar kendi fırsatlarını yaratma kararı almış olsa da, pek fazla yol kat edememiş. Hayallerini inşa etmeye uğraşırken de hayat tam sol yanından sessizce geçip gidivermiş adeta! Ta ki Vega, şehir içi otobüs yolculuğu sırasında bela arayan iki dazlağı kötekleyene kadar…
Otobüs yolcularının kavga sırasında çektikleri video kayıtlarını, internette paylaşmaları üzerine de yeni halk kahramanı yaratılmış olur. Yani Bad Ass’de bir nevi Kick Ass gibi bir internet fenomenine dönüşür. Fan siteleri açılır ve yüzü t-shirtleri süslemeye başlar. Tabi üzerinde “I Am Motherfucker” yazan bulut mavisi t-shirte, lacivert şapkaya, bol kapriye, beyaz çoraplarına, beyaz spor ayakkabılarına ve tabi belinden düşürmediği free bag’ine rağmen, giyim kuşam açısından Kick Ass’den daha başarılı olduğunu söyleyebiliriz.
Film, internet fenomeni eksenini takip edecek gibi gözükse de, bu hataya düşmüyor çok şükür. Bu kadar taze bir klişenin, şimdiden birkaç düzine filme yedirildiği de düşünülürse hele… Diğer taraftan ondan daha sık kullanılan bir başka klişeye yaslanıyor ve Bad Ass, film boyunca öldürülen arkadaşının intikamı için kötüleri haşlıyor.
70’lere özlem duymaktan ziyade, o yıllarda kalmayı tercih eden, dolayısı ile ne bilgisayardan ne de usb’den anlayan bir adamın eline, şehirdeki bütün ihalelerin ve şaibeli anlaşmaların tıkıldığı bir usb geçiyor. Belediye Başkanı’nın yer altındaki adamları ise, bir halk kahramanına dönüşmüş olan Bad Ass’in peşine düşüyorlar. Sonrası da zaten tahmin etmekte zorlanmayacağınız olaylar silsilesi…
Aslında Bad Ass’in konsept anlamında Kick Ass’den, Defendor’dan ya da Süper’den pek de farkı yok. Hatta bu tarifin üzerine bir miktar Losers bile ekleyebilirsiniz. Ama aklı evvel, burnu havada kostüm meraklısı, sakar kahramanlardan ziyade Bad Ass, biraz daha ne yaptığını bilen bir karakter. İlerleyen yaşına rağmen kötüleri sopadan geçirip, oturduğu mahalleye adalet dağıtmaktan da geri kalmıyor.
Danny Trejo’nun varlığına kanıp, orta ölçekte istismar filmi ya da saçmalama eşiği fazlasıyla geniş bir b filmi izleyeceğini düşünenler için film fazla bir şey vadetmiyor. 90’lı yılların video filmlerinin biraz daha makyajlanmış halinden fazlası değil Bad Ass… Kaldı ki yaşı geçkin bir Punisher edası ile orada burada dolanan Frank’in yaptığı en acımasız işkence, kurbanlarından birinin elini çöp öğütücüsüne sokmakla sınırlanmış. Filmin sonuna adet yerini bulsun diye kondurulmuş otobüs kovalamacasının da bünyenize getirileri kısıtlı.
Yönetmen Craig Moss, daha önce video ve tv için yaptığı işler dışında Breaking Wind adında bir Twilight parodisi çekmişti. Aklınıza gelebilecek en bayağı parodilerden biri olan Breaking Wind’e oranla Bad Ass biraz daha elle tutulur bir yapım diyebiliriz. En azından kabaca bir çıta yükselişinin söz konusu olduğunu bile iddia edebiliriz. Diğer taraftan eş dost mavrası eşliğinde izlenebilecek sabun köpüğü bir film olsa da, her zaman Bad Ass’den daha eğlenceli alternatifler bulabilmeniz de mümkün.