Barış Atay: ‘Film devrimcileri eleştiren boş adamları eleştiriyor’

15 Nisan 2015

12 Eylül sonrasına gerçekçi, eleştirel bir bakış atan Barış Atay’la ilk filmi Eksik’i konuştuk. İyi okumalar…

Öteki Sinema için söyleşen: Banu Bozdemir

Senaryoyu siz yazdınız, filmi izlerken sizin hayat hikayenizden izler olup olmadığını merak da ettiriyor film…

Var tabii, tamamıyla ben ve kardeşimin hikayesi diyemeyiz, hayatıma uymayan gerçeklikler var. Ama çıkış noktası en azından benim yaşadıklarım üzerindendi. Babamın ben doğduğumda tutuklu, annemin de aranıyor olması ve o yüzden yurtdışında doğum yapması… Bunlar bana bir çıkış noktası verdi ama daha sonra hayatımın içinde tanıştığım insanlar, 12 Eylül darbesinde yara almış insanlar.

Bu hikaye uzun zamandır var mıydı, yoksa son zamanlarda yazılmış, ortaya çıkmış bir senaryo mu?

Sinema filmi çekme fikri uzun zamandır vardı oyunculuk okurken de. O yüzden yüksek lisansı sinema televizyonda yaptım ben. Bir film çekmeye karar verdiğimizde elimizde iki hikaye vardı. İkisini de yazmıştık fakat bu dönemde yaşananların buna etkisi olduğu muhakkak. Çekeceğim filmlerden birisi mutlaka bu diye hayalini kuruyordum, öyle kısmet oldu diyelim.

Diğeri de politik yanları olan bir hikaye miydi?

Toplumsal eleştirisi olan bir film… Politik değil daha çok sosyolojik bir film. Daha çok toplumsal şiddet üzerine… Biraz sert ve destekçi bulamadığımız da bir hikaye. Ayrıca senaryo üzerinde eksiklikler olduğunu hissediyorduk. Belki daha sonra ikinci ya da üçüncü film olarak düşünebiliriz onu.

Muhalif bir oyuncu olarak son yaşananlardan sonra iş bulmak da zorlandığınız, biraz dışlandığınız söylendi. Bu film biraz da onun ürünü ya da tepkisi mi? Bir destek filmi mi?

İşin odağına işsiz kalmayı koymadım açıkçası. Ama şöyle bir durum var. Geziden sonra muhalif oyunculara karşı bir kampanya yürütüldüğü, iş almalarının engellendiği bir gerçek… Bu sonradan yavaşlamış olsa dahi kanallar genelde muhalif oyuncularla çalışmamaya çalışıyorlar. Fakat ellerinde tam olarak öyle bir imkan da yok. Oyuncu dediğiniz de az ama çok bir yanıyla politik ya da muhaliftir. Sinema filmi çekmek elbette bir kimlik meselesi… Çekerken de hayatta inandıklarımı ve ideolojimi gösterecek filmler çekmeyi tercih edeceğim. Bu amaçla başladım. Ama işsizim bana bir kazancı olsun tarzı bir şey değildi, ama hükümetin baskısı bana şu anlamda yardımcı oldu. Üç sene sonra çekeceğim filmi daha erkene almamı sağladı mesela. Mesele tamamen bu…

unnamed (1)

Hikayede en etkileyici hal kardeşin durumu. O durumu nasıl bir gerçeklik içerisinde oraya taşıdın?

Ben böyle bir çocukla tanıştım, 80 değil ama 88-89 döneminde. O jenerasyondan kalıp hala devrimci mücadeleye devam eden bir ailenin çocuğuydu. İşkence görmüş bir annenin çocuğuydu.

Biraz da işkencenin izlerini anlatmak…

Evet ben o dönemi araştırmaya başladım. Babamla konuştum, o bana hamileyken tutuklanan, işkence gören, taciz ve tecavüze uğrayan birçok devrimci kadın var ve bunun hiç araştırılmadığını gördüm. Bir istatistik bile oluşturulmamış 78’liler Vakfı tarafından. Ben de bunun üzerinden kurmak istedim, ajite etmeden ama böyle bir gerçeklik olduğunu göstererek.

Türker karakterini ilginç çizmişsiniz, çokça karşımıza çıkan ama yine de ilginç gelen…

Türker’i dedesinden ayrı düşünemiyoruz, dedesi devlet aslında. Hem asker olmanın getirdiği. Askerlikten oğlu komünist olduğu için zorunlu olarak emekli edilmiş, nefreti bir kat daha artmış bir asker. Torununu bir devlet diliyle yetiştiriyor. Türker 12 Eylül faşizminden hemen sonra Evrenle Özal’ın birlikte kurmaya çalıştıkları lümpen, boş, herhangi politik bir bilgisi olmayan, ideolojik ya da toplumsal olarak kendini yetiştirememiş, ezber konuşan bir nesli temsil ediyor. Çok şey bildiğini zanneden ama hiçbir şey bilmeyen, çok şey söylediğini zannedip sadece dedesinin cümlelerini tekrar eden, şu an gördüğümüz AKP’nin üzerine çokça çalışıp daha da genişlettiği toplumsal figür Türker. O yüzden özel bir karakter, her gün yanımızdan geçen, karşılaştığımız, oturup bir şey anlatmaya çalıştığımız adamlar birer Türker zaten. İşin en önemli noktası oydu. En kritik noktası da şu; bu tür adamlar devrimci ailelerin çocuklarında da varlar ve hiçbir politik alt zeminleri olmadığı için sadece ailelerinin mücadelesine suç atıyorlar. Çünkü çıkabilecekleri başka bir nokta da yok, ben buna dikkat çekmek istedim.

Bir de aileler kendi çektikleri acıları çocukları çekmesin diye onlara ekstra imkanlar sunup, başka bir boşluk yarattılar çocukların hayatında…

Evet bu daha çok 78 kuşağının hemen sonrasında devrimci ailelerin mücadelelerine saygı duyarken kendilerini eleştirebileceğimiz tek nokta. Belki çocuklarımız o acıları yaşamasın diyerek böyle bir uzaklaşmaya gitmeseler çok ciddi bir nesil yetişebilirdi. Bilinçli, birikimli bir nesil yetiştirme şansları vardı. 81’le 88 arasında doğan nesil, Özal gençliği denilen nesil kayıp nesil aslında. Doksanlarda doğan çocuklar, gezideki etkilerini gördük, daha farklı bir kültürle büyümelerine rağmen, AKP döneminde genç olmanın bütün zorlayıcı vasıflarını kendileri için olumlu hale getirmişler. Bunu da Gezi’de çok net gördük.

unnamed (2)

Demek ki aile korumacılığının dışında devlet baskısı da bir patlama yaratabiliyor onu da görmüş olduk…

Biz 80 sonrası ve 90’ların ortasında yaşanan faili cinayetlerin çok yoğun olduğu dönemde bütün o siyasi kaostan uzak tutulmaya çalışıldık. Benim avantajım ailemin benim eleştirdiğim bu hatayı yapmamış olması. Ailem hiçbir zaman biz çok çektik, aman sen bunlara bulaşma demedi. O yüzden politikayla ilgilenen bir karakter olarak kendimi yetiştirme fırsatı buldum. Bu konuda anne babamın etkisi çok büyük…

Türker’in ağzından devrimci olmaya dair bir eleştiri de alıyoruz. Bir yandan devrimi de eleştirilecek bir noktaya taşımış gibisiniz…

Devrimciyi eleştirmiyor aslında. Devrimcileri eleştiren ve boş eleştiren adamları resmediyor. Bi yandan da söylediği lafların altında eziliyor filmin sonunda. Ezbere konuşmanın getirdiği boşluklar var. Herhangi sosyolojik altyapı yaratarak devrimciliğe eleştiride bulunmuyor Türker. Sadece hayatında yaşadığı bütün eksiklikleri ailesinin verdiği bir mücadelenin sonunda yaşadığı yanılsamasına sahip… O yüzden Türker’in ezberden kendini kurtarma çabası olarak koydum onu oraya. Sinema böyle bir şey… Türker gibi bir karakter olduğundan uzaklaşarak sadece propaganda için film çekemem, Türker gibi milyon tane adamla karşılaşıyoruz. Türker sonunda oynanması gereken bir karakter… Kendi ideolojimin önemli olduğunu vurgulamaya çalıştığım bir filmde bunun tam karşıtı bir karakter oynamak da bir beis yok. Ama Türker gibileri yücelten bir filmde komünist de oynamazdım mesela. Mesele biraz bununla ilgili…

Babanın son mektubu ve annede yarattığı etki?

Evet, son mektup… Orada birkaç tane subliminal eleştiri var. Birisi Cumartesi Anneleri’nin yaşadıkları trajediye gönderme aslında. Seksenlerde kaybolan devrimci naaşları… Bir yandan askerdeyken ölen ama neden öldüğünü öğrenemediğimiz askerler. Eşi profilinde Dilek’in durumu. Ben en azından ölüsünü gördüm, senin annen ölüsünü dahi göremedi mevzusu. Bunları göze göze sokmaya gerek yok ama bunların hepsi birbiriyle bağlantılı gerçeklikler. Babayla anne arasında bir kopukluk yok ama annenin çok ciddi bir mücadelesi de var. Gerçekten o kadar inançlı bir nesil ki 78 kuşağı. Belki de dedesine bırakmış olmanın rahatlığıyla bir yerden sonra mücadeleye devam ediyor ama o 30 yıllık ayrılık kadının hayatını sekteye uğratacak büyük bir boşluk da oluşturuyor. Yorgunluk, hasret, ne yapacağını bilememe hissiyatı. Baba o dönemin nelere yol açtığını göstermek için bir figür sadece.

Dilek’le olan ilişkisi de farklı Türker’in…

Kadını ötekileştiren, hiçe sayan, bir meta haline getiren ve kadının belki de kendisine bir kez hesap sormak demeyelim de, sebebini anlamaya çalıştığı sorusu karşısında bile korkunç derecede otoriterleşen bir tavır. Türkiye konjonktüründe düşünürsek bunların hepsini Türker de toplamaya çalışmak karakter olarak ağır bir karakter olmasına sebep olmuş olabilir. Ama çok karakterle çok hikaye anlatmaktansa bunların hepsini tek bir karakter üzerinde özetlemek bana daha doğru geldi.

Filmin çekim mekanları neresi?

Antakya’da çektik. Orayı iki farklı şehir gibi gösterdik. 80 dönemi Antakya’da geçiyor dar sokaklar falan. Günümüz sahneleri ise Armutlu merkezli. Bir sahnede eski şehrin dış mekanı olarak görebilelim diye Adana’da çekildi.

Bu filme bir destek oldu mu?

Oyuncular destek verdiler sağolsun. Antakya’dan eşimiz dostumuz, tanıdığımız insanlar az çok maddi manevi desteklerini sundular. Ama herhangi bir özel sektör kuruluşunun sponsorluğunda ya da Kültür Bakanlığı’nın desteği ya da herhangi bir sinema fonuyla çekilmedi. Kendi çabalarımızla çektik filmi.

Filmde Gezi’de kaybettiğimiz gençlere de bir selam yolluyorsunuz duvar yazılarıyla…

Bir Antakyalı olarak Ahmet, Ali İsmail ve Abdullah enim şehrimin çocukları. Onları anmadan olmazdı. Tabii yanında Ethem, Berkin ve diğer çocukları anmak…Fakat bir yandan da şöyle bir gönderme vardı. 80’den muzdarip olduğu iddiasıyla ailesine bu kadar nefretle bakan bir adamın bir kaçış yaşayarak geldiği noktada aslında 80’lerdeki gibi duvar yazılaması olan bir mahallenin ortasına düşmesi. Bunu onlarla anmak güzeldi ama mesele şu. 35 yıl sonra hala devrimci mücadelenin sürdüğü, ısrarla ve çok büyük bir güçle tutunmaya çalıştığı mahalleler var bu ülkede. Armutlu da bunlardan biri. O yüzden Armutlu’nun kendisine de bir saygı duruşu o yüzden.

unnamed

Bundan sonra sinema yolculuğunuz da devam edecek gibi… Muhalif olması gerektiğini söylüyorsunuz sanatın…

Evet, ama propaganda yapmaması gerektiğini söylüyorum bir yandan ama şöyle. Benim derdim kendi ideolojimi milletin kafasına çakmak değil. Bir yerden sübjektif de bakıyorum konuya ama mesela önümüzde bir proje var. Bir kadın ve küçük kızı hakkında… Yarısı yine Antakya’da başlayan ve Almanya’da devam eden bir hikaye. Bir iltica hikayesi. Bir yandan en büyük hayalim Dersim Katliamı’nın filmini çekmek. Onun için zamana ihtiyacım var, biraz daha pişmem lazım. Ama sinema eğer bir belge niteliği taşıyorsa hayata dair sonuçta yaşanmış ya da yaşanması muhtemel ya da içinde gerçeklikler barındıran hikayelerden ortaya çıkmalı. O yüzden film çekmeye devam edebildiğim sürece bir şeyler de anlatmak istiyorum.

Geziden sonra insanlar çektiler kurguladılar ve ortaya bir sürü gezi belgeseli çıktı. İşin kurmaca kısmı henüz yok, içinde olan birisi olarak ne dersiniz bu konuda?

Biz henüz Gezi’nin etkilerini anlayabildiğimiz bir dönem yaşamadık. Gezi çok yeni, belki yeni yeni yaşıyoruz etkilerini. Hükümetin bile tavrı henüz netleşebilmiş değil, bir karmaşa yaşıyorlar. Aldıkları en büyük darbe aslında Gezi… O açıdan neredeyse yüz yıllık tarihimize baktığımızda Gezi gibi yaşanmış birçok sorun, dönem, kaotik ortam varken henüz Gezi’ye kadar yapılması gereken şeyler de olduğunu düşünüyorum. Gezi’nin filmi elbette çekilecektir ama Gezi kadar gösterişli bir direnişi layıkıyla gösteremeyeceğin bir filmi çekmektense biraz beklemenin doğru olduğunu düşünüyorum. Ya da oradaki insan hikayeleri üzerinden yürümeli bazı şeyler. Mesela festivalde Haziran Yangını var. Ethem Sarısülük’ün belgeseli. Belgeselde gördüğümüz sahneleri bir platoda canlandıracaksanız gezi filmi çekmenin bir anlamı yok. İşte o zaman propaganda yapmış oluyorsunuz. Ama geçmişe dönüp baktığınızda bu ülkede Dersim, Maraş, Sivas, Maraş katliamları yaşandı, hayata dönüş operasyonu var. Ne yazık ki çekebileceğimiz çokça acı var. Gezi de bunlardan olacaktır ama zamana ihtiyaç var.

Eksik’i neden izlemeli seyirci, neler var Eksik’te…

Ülkede en büyük kırılma noktası olduğunu düşündüğüm 80 darbesinden 2015’e kadar yani bu 35 yıllık süreçte toplumun nasıl bir mühendislik ve dizayna maruz kalarak nasıl bir prototip oluşturulduğu ve bunun ülkenin şu anki durumuna nasıl etkisi olduğunu hissetmek, sormak ve sorgulamak açısından izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Çok büyük iddiaları olan bir adam değilim. Hep söylüyorum bu bir 12 Eylül dönemi filmi değil 12 Eylül gibi bir trajedinin ve katliamın bütün ülkenin üzerinde nasıl bir travma etkisini yarattığını ve nasıl insanlar haline dönüştüğümüzü görmek açısından bir film, ama sonuçta üç tane insanın hikayesi. O üç insan üzerinden ülkenin bir fotoğrafı, panoraması olmaya aday. Keyifle de izlenebileceğini düşünüyorum.

blank

Banu Bozdemir

İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü mezunu... Sinema yazarlığına Klaket dergisiyle adım attı, Milliyet Sanat muhabirliği yaptı. Skytürk TV’de sinema, sanat ve "Sevgilim İstanbul" programlarında yapımcı, sunucu ve yönetmenlik yaptı. TRT için Bakış isimli bir kısa film çekti. Yayınlanmış yirminin üzerinde çocuk kitabı var. Halen cinedergi.com’un editörü, beyazperde.com ve Öteki Sinema yazarı.

1 Comment Leave a Reply

  1. Hayatimda en cok istedigim seydir herhal baris abiyle bir film cekmek

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Zeynep Dilan Süren: ‘Geldiğimiz noktada evin içinde birbirimize ne yaptığımız hepimizi daha da ilgilendiriyor’

Büyük İstanbul Depresyonu'nda da diğer filmlerinde olduğu gibi kadın dünyasına
blank

Salih Toprak: ‘İçi boş bir duyarlılığa ve vicdana sahibiz’

Salih Toprak ile animasyon ve kurmaca kanadında devam eden kısa