Geç oldu ama sonunda televizyon dünyası korku dizilerinin önemini kavramaya başladı. İlle de bir tarih belirtmek gerekirse benim gözümde 2000’lerde Masters of Horror antolojisi ile başlayan süreç, American Horror Story ile son birkaç senede büyük bir ilerleme katetmişti. Korku dizilerinin artan reytingleri ve günümüz popüler kültürünün retro tutkusu hesaba katıldığında bazı remake olaylara gidilmesi de kaçınılmaz. Bu sene hem Dr. Hannibal Lecter’ın (Hannibal) hem de Norman Bates’in (Bates Motel) kendi dizilerine kavuşmaları tabii ki tesadüf değil, bu iki dizinin okyanusun dalgalarına dayanmaları durumunda daha pek çok eski dostu ekranlarda görmemiz olası.
Hannibal’ı Hannibal hayranlarına bırakayım, ben bu hafta büyük bir heyecanla Bates Motel’in yayınını bekledim. Alfred Hitchcock’un muhteşem eseri Pyscho’nun Norman Bates’ini yeniden seyretmek gibi bir heyecan var mıdır? Hangi korku-gerilim filmi bu kadar kötü bir isme sahip olup bu kadar muhteşem olabilir? (İtiraf edelim, filmin senaryosu düşünüldüğünde “sapık”, tüm sürprizi katleden bir seçim) Daha da önemlisi kaç korku filmi (hele ki “tek kullanımlık” olmasıyla meşhur kaç slasher filmi), hakkında her şey bilinmesine rağmen kapanışındaki tek bir sahneyle hala seyirciyi dehşete sokabilir? Pyscho filmi; Hitchcock-Perkins-Bloch üçlemesinin yarattığı, çağının ötesinde bir eser, bunda kuşkusu olan az.
Her ne kadar üçlünün nadide eserine büyük önem versem de, Pyscho’nun devam filmlerini de ilk filmden geride tutan biri değilimdir. Hatta televizyondan öteye taşınamamış, Mick Garris’in yönettiği Pyscho IV: The Beginning’i zeki bir prequel olarak görürüm (Filmin 1998 yılında Gus Van Sant tarafından yeniden çevrimi ise sinema tarihinin en büyük saçmalıklarından olsa gerek, o konuya hiç girmeyelim). Hal böyle olunca Norman Bates’in karanlık dünyasına, özellikle dehşetin ilk günlerine gidecek bir dizi için niye heyecanlanmayayım? Geçtiğimiz aylarda yayınlanan promo’lar ve fragmanlar da bu heyecanın sönmesine hiç fırsat vermiyordu. Ne var ki durum biraz beklentilerimden farklı yönde şekil aldı.
Bu yazı yazılırken Bates Motel’in sadece bir bölümü yayınlanmış vaziyetteydi, ilerleyen bölümler fikirlerde değişikliğe sebep olabilir bunu belirtmek gerek. Öncelikle bir şeyin farkındalığıyla konuşalım; bugün ne yazar Robert Bloch var, ne Alfred Hitchcock ne de Anthony Perkins… Eski bir efsaneyi yeniden yaratma durumu sözkonusu. Peki elimizde neler var? Bir kere projenin arkasında Carlton Cuse var ki kendisi yükselişini Lost’un arkasındaki isimlerden olmasına borçlu. (Her ne kadar bugün karşı çıkacak çok da olsa) Lost hala olumlu bir referans. Filmin en önemli kadın karakteri Norma Bates’i ise Vera Farmiga canlandırıyor. Farmiga’yı korku janrı sınırlarında daha önce Orphan’ın annesi Kate Coleman olarak seyretmiştik ve ilk bölümden aldığım izlenime göre yüksek ihtimal buradaki performansı onu Norma Bates adaylığına taşıdı.
Pek tabii ki asıl meselemiz küçük karanlık kutumuz Norman. Kendisini 21 yaşındaki Freddy Highmore canlandırıyor. Highmore’u ismen tanımıyor olabilirsiniz ama kendisi The Golden Compass, The Spiderwick Chronicles gibi fantastik çocuk filmleri ile kariyerini geliştirmiş bir oyuncu. Ama bir nokta var ki bunu kaldırabilir misiniz bilmiyorum. Duymaya hazır mısınız? Pekala… Freddy Highmore, Tim Burton’ın 2005 yılında çektiği Charlie and the Chocolate Factory’nin Charlie Bucket’ı! Evet, o kepçe kulaklı filmi seyrederken mazlumluğundan ötürü bana sinir krizleri geçirten Charlie, bugün akıl almaz cinayetler işleyecek Norman Bates’in 17 yaşındaki hali! Bu benim için korkunç referansa rağmen Highmore’un işini iyi yaptığını itiraf etmeliyim. Gerek reklamlarda gerekse seyrettiğim ilk bölümde gerçekten inandırıcı bir performans sergiledi bizim eski Charlie.
İnatla dizinin özetine değinmekten çekiniyorum çünkü bu noktada ilk bölüm seyirciyi garip bir ruh haline sokuyor. Kocasının ölümünden sonra Norma, oğlu Norman’ı da yanına alarak White Pine Bay civarında bir moteli işletmeye başlar. Anne oğul yeni hayatlarına adapte olmaya ve birbirlerine ellerinden geldiğince kollamaya çalışmaktadır. Ancak Bates ailesini bela bu küçük kasabada rahat bırakmayacaktır tabii…
Bates Motel’in ilk bölümü gerçekten dizi hakkında fikir vermekten uzak. Beklentilerime uymayan bir durum Norman Bates’in gençliğinin anlatıldığı hikayenin günümüzde geçmesi oldu. Yani hem bir prequel yapma hem de hikayeyi modernize etme çabasındayız anladığım kadarıyla. Bu durumdan zevk almanız tamamen damak tadınıza bağlı. Beklentilerimi kıran ikinci nokta anne-oğul ilişkisi Pyscho IV’te anlatıldığından çok farklı bir şekilde bulmak oldu. Pyschoseverler olarak yıllar boyu Bates’in baskıcı annesi tarafından düzenli tacize maruz kaldığı fikri ile olaya yaklaştık. Bates Motel’de ise yapımcılar hayranları şaşırtmak için Vera Farmiga’ya farklı bir rol oluşturmuş. Norma Bates, hafif sinir bozuklukları yaşasa da kendi ayakları üzerinde durmaya çabalayan güçlü bir “single mom” modeli çizdi ilk bölümde.
Bunun dışında Norman’ın liseye gidiyor olması ve taşındığının ilk gününden absürd bir popülarite kazanması olaya garip bir gençlik dizisi havası katacak gibi gözüküyor. Bu olursa neler olur düşünmek bile istemiyorum.
Ancak bölümün son kısımlarında şerifin mansiyonu ziyaret ettiği sahne, her ne kadar istediği ruhu yaratamasa da amaç itibariyle filme bir Hitchcock gerilimi katmaya çabalıyor ki bu hareketi hoş ve manalı bir referans olarak gördüm.
Her ne kadar yazıya korku dizileriyle başlasam da Bates Motel bir korku dizisine dönüşecek gibi durmuyor. Gerek atmosfer gerek kan kullanımı olarak da yaş sınırlarını çok zorlayan bir durum göremedim. Açıkçası gerçekten dizinin hangi janra oynamak istediğini çözemedim ama bu ilk bölüm sıradışı bir aile dizisi hissiyatından fazlasını vermedi bana. Gene de Bates Motel benim için son raddede (büyük beklentilerden uzak durulursa) seyredilebilir bir çalışma. Dizinin ileriki bölümlerinin biraz daha gerilim ruhuna sadık kalması dileğindeyim.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz