KÖPEĞİM SİZİ SEVMEK İSTİYOR!

bx002Başrolünde bir köpeğin olduğu ve kahramanın sıcak bir yuvadan başka bir sıcak yuvaya yaptığı yolculukları anlatan filmleri sever misiniz? Bu arada filmin dış ses anlatıcısı da başroldeki köpek olacak. Seksenli yıllarda hafta sonu sabahları henüz fantastik çocuk dizileri ekranları kaplamamıştı ve sevimli Lassie’nin serüvenlerine denk gelme olasılığınız çok fazlaydı. Ailelerin mutluluk tablosunu tamamlayan bu köpekler pek çok çocuğun günlerce köpek sahibi olmak için ağlamasına neden olmuştur. Kısaca bu filmler çocukları çok ağlatmıştır.

İtiraf edeyim ben her zaman sıkıcı ve duyarlı görünmeyi göze alarak kedilerin tarafını tuttum. Çocukken beni önemseyen, benimle zaman geçirmek isteyen arkadaşlarıma kıçımı döner; beni fazla önemsemeyen özgür ruhlu çocuklarla arkadaş olmaya çalışırdım (sonradan kitaplarla fazla yakın olduğum için beni aralarına almadıklarını keşfettim). Bu nedenle sevimli bir köpeğimin olmasını değil; peşinde koşacağım, kalbini kazanmak için koşturacağım cool bir kedim olmasını istedim.

Filme inceden geçiş yaparsak, Fransız yönetmen Jerome Boivin‘in 1989 yılında çektiği kült “Baxter”ın bull terrier cinsi katil ruhlu köpeği benim yukarda yazdığım bazı şeyleri anlamsız kılabilir. O, çocukluğumuzun mutlu hafta sonu sabahlarına eşlik eden köpek filmlerindeki köpekler gibi değil. John Waters‘ın “ahlakınızı bozacak filmler” isimli o ünlü programında da gösterdiği “Baxter”ın dahice bulduğum bir özelliği var; fakat ona geçmeden önce biraz filmin hikaye kısmına bakalım:

blankBaxter’ın filmin geçtiği sakin sokağa gelişi, ihtiyar bir kadına hediye edilmesiyle başlıyor. Kadın başlarda bu çirkin köpeği dünyasına almak istemiyor; fakat zamanla yalnızlığına bir ilaç olabileceğini fark ediyor ve onunla bir tür erotik diyebileceğimiz bir yakınlaşma yaşamaya çalışıyor. Fakat laubalilikten hiç hoşlanmadığını, seksten ve hatta cinselliğin imasından bile nefret ettiğini bildiğimiz Baxter, kadını gizemli bir ölümle cezalandırıyor. Üstelik bunu yaparken başka bir motivasyonu daha var: Karşı evde yaşayan kadına bayılıyor ve o ailenin yanına yerleşmek istiyor. Bizim Baxter sıcak yuva seçiyor yani.

Baxter başlarda yeni evini seviyor fakat eve bir bebeğin gelmesiyle geri plana düşüyor ve içindeki katil yeniden uyanmaya başlıyor. Başarısız bir cinayet girişiminin ardından sokaktaki son eve geliyor ve burada evin Hitler hayranı, şiddet meraklısı çocuğuyla beraber iyi bir takım oluyorlar. Zamanla ise aralarındaki bu sadist işbirliği yerini düşmanlığa bırakıyor ve izleyici içgüdülerine göre hareket eden bir köpeğin, içindeki kötülüğü derinleştirme konusunda gayet yetenekli olan insan türü karşısında çok daha masum olduğu gerçeğini kabullenmek zorunda kalıyor.

blank

“Baxter”ın filme eşlik eden ve köpeğin vahşi düşüncelerini ortaya koyan dış sesini toptan çıkarırsak; film kolayca bir aile filmine dönüşmez. Sonuçta Hitler hayranı, kız arkadaşına Eva Braun‘a benzediği için bağlanan, gizli şiddet dürtüleri olan bir çocuk kahramanı var. Fakat; dış sesin yokluğunda Baxter bir anda sıradan bir köpeğe dönüşür. Çünkü aslında sadık dost konseptinin biraz dışından bakarsak; Baxter’ın davranışları klasik köpek davranışlarından çok farklı değil. Davranışları kıskançlık ve kendini koruma içgüdüsü ile açıklanabilir. Üstelik bir köpeği eve kapattığımızda onun dengesinin alt üst olmasını kabullenmiş oluyoruz.

blank

Öte yandan “Hell Hound” isimli bir romandan uyarlanan film bize köpeğin bu davranışlarının bir sebebi olsaydı, şöyle olabilirdi şeklinde bir önerme sunuyor ve aslında kısaca; “ya insan gibi düşünseydi” diyor. İnsanoğlunun uç noktalara varabilen kötülüğünün bir metaforu oluyor bu çirkin köpek. Hitler’i yaratan saplantıların bir çocuğun zihninde bile yeniden doğabileceğinin altını çiziyor ve bir tür yabancılaşma yaratmaya çalışıyor. Diğer hayvanlar da temel insani özelliklere sahip olsaydı, masumiyet, saflık, iyi niyet gibi kavramlar hiç olmayabilirdi. Tanrı aklımızı değil, bizi aklımızdan korusun.

blank

Yönetmen Boivin bu çarpıcı filmden üç yıl sonra “Barjo” isimli bir sinema filmi daha çekmiş ve sonrasında tamamen küçük ekran için filmler yapmaya başlamış. Doğrusu Michael Haneke ve Ulrich Seidl gibi sinemacıların b-movie dünyasındaki karşılığı olabilecek bir sineması varmış. “Baxter” gibi filmler yapmaya devam etseymiş, memleketinde Gaspar Noe‘nin en büyük rakibi olabilirmiş. Noe’yi ıssız bir sokakta aniden Baxter’la karşılaşmış gibi terletirmiş.

blank

blank

Jérôme Boivin

KÖPEĞİM SİZİ SEVMEK İSTİYOR!

blank

Serdar Kökçeoğlu

1975 yılında Malatya’da doğdu. Hayatının ilk 7 yılı Almanya’da geçti. Babasına verilen lojman odasında halıya kurularak televizyonda izlediği bilim kurgu filmlerini ve açık hava sinemasında izlediği tuhaf komedi filmlerini de, Almanya’nın karlı havası gibi hiç unutmadı. 2002 sonundan beri çeşitli yayın ve platformlarda sinemayla bağlantılı işlerde görev aldı. Sinemayla ilgili işler dışında, müzikle bağlantılı projelerde yer almaktadır.

11 Comments Bir yanıt yazın

  1. Siteniz oldukça güzel emekleriniz boşa gitmemiş başarılarınızın devamını diliyorum

  2. Ben de kedileri her zaman köpeklerden fazla sevdim. Evcilleşmemeleri ve kafalarına göre hareket etmeleri onları sahibi için her tür şebekliği yapan köpeklerden birkaç adım öne taşıyor. Bir de Cat people diye bir film vardı. Geceyarısında star verirdi. Tekrar izleyebilirsem yazmak istiyorum:)

  3. Çok bomba filmdir Can, mutlaka izlemelisin.

    Hele filmin sonlarına doğru Hitler’in mini versiyonu tadındaki sahibi ile Baxter arasındaki ilişkinin dalgalanan güç dengesi seyre değer.

  4. Bu adam böyle filmler yapmaya devam etseymiş sinemada yeni bir ahir zaman peygamberi olurmuş. Uyarlandığı kitabı da çok merak ediyorum ama bulmak kolay değil. Geceyarısı Filmleri’nde “Köpekler ve İnsanlar” programı yapıp bunu göstermek lazım aslında.

    Cidden çok acayip bi film ve izlerken köpekle ilgili düşüncelerin sürekli değişiyor, bunu çok ustaca becermiş. Ben galiba çaktırmadan insanlığa, medeniyete sıkı eleştiri getiren karamsar ve nihilist b-movie’leri çok seviyorum :)

  5. yazıyı gördükten sonra kaç gündür eski kitapların arasında filmle ilgili el broşürünü bulmaya çalışıyordum ve sonunda buldum. filmi 19 nisan 1997 yılında Vecdi Sayar’ın sunduğu TRT2 de yayınlanan “iki film birden” kuşağında izlemiştim. daha sonrada iskenderiye kütüphanesi yayını olan İskenderiye Yazıları dergisinde (Şubat/Mart 1998, Sayı:16) A. Nedim Neccar’ın kalemin filmle ilgili yine yukarıdaki gibi enfes bir yazı okumuştum. Süper nostalji oldu benim için :)

  6. İki film birden sinema okuluna girmeye çalıştığım yıl benim için hazırlık dersleri gibiydi. Tolga, Baxter’la beraber hangi film gösterilmişti?

  7. Tam olarak emin olmamakla birlikte eski siyah beyaz bir film olduğunu hatırlıyorum polonya ya da çek yapımı bir filmdi.(film baxter’dan sonra başlamıştı. sonuna kadar izlememiştim.) kağıda yazıp yazmadığımı bilmiyorum ama akşam evden bakarım.

  8. Tolga o Baxter yazısından sonra iki yazı daha yazdım ve sonra ne yazdım ne de bu ismi kullandım. Şimdi tesadüfen bu ismi kullanan var mı diye bakınca senin bu yorumunda benim yazımı andığını gördüm ve beni çok mutlu etti. Birilerinin aklında kalmış olmak ne güzel.
    Teşekkürler, selamlar.
    A.Nedim Neccar.

  9. Bu filmi çocukken izlemiştim tekrar istiyorum ama bulamıyorum link verin lütfen bulamıyorum

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Giver / Seçilmiş (2014)

Distopya’yı yalamış yutmuş seyirciler için ise çerez niyetine seyredilebilir.
blank

Paperhouse (1988)

Paperhouse, 1958’de yayınlanan çocuk romanı Marianne Dreams’ten uyarlanmasına rağmen daha