Mockumentary kelime olarak mock ve documentary’den türetilmiştir ve gerçek gibi görünen, içinde bazı gerçekleri de barındıran kurgusal filmler için kullanılan bir terimdir. Türkçe olarak tam bir karşılığı olmayan kelime için “belgeselimsi” tabirini kullanabiliriz. Gerçekle kurgunun iç içe geçmesi Mockumentary’nin en büyük özelliğidir.
İlk örneklerinden biri olarak Orson Wells’in ünlü 1938 tarihli radyo yayını The War of the Worlds’de halkın uzaylı istilasını gerçek sanıp paniğe kapılması gösterilebilir.
Sinemada ilk örnekler ise 1960’lardan itibaren başlar. Günümüz Mockumentary’lerine en yakın kalıp o zamanlardan Alun Owen’ın yazdığı The Beatles’ın bir kaç gününü anlatan A Hard Day’s Night (1964) adlı yapımdır.
1980’lere geldiğimizde ise modern Mockumentary tarzı oturmaya başlar. Genellikle parodilerde ve komedi filmlerinde kullanılan bu tarz This is Spinal Tap (1984) ile ivme kazanır. Filmin yönetmeni Rob Reiner yaptığı bir röportajda ilk defa bu terimi kullanacaktır.
Mockumentary’ler başta Woody Allen olmak üzere bir çok yönetmenin mizahi tarzını oluştursa da asıl yükselişini Found footage(Buluntu film) denilen korku gerilim alt türü ile yapmıştır. El kamerası ile çekilen filmler, kayıp ya da ölmüş olan çeken kişinin anlatımı ile ilerler ve video’nun bir şekilde bulunduğu söylenir. Sarsıntılı kamera açıları ve oyuncuların kamerayı ellerine almış gibi gösterilmesi ile gerçeklik payı arttırılır.
Aslında kötü ünü ile şöhret olmuş yasaklı yapım Cannibal Holocaust (1980) ilk örnek olarak gösterilebilecek olsa da tür asıl ivmesini toplumsal bir hezeyana neden olan The Blair Witch Project (1999) ile kazanır.
Hayaletinden zombisine girmedik konu bırakmayan Found Footage’ler özellikle düşük maliyetli yapısı ile sinemaya yeni başlayan yönetmenler için de büyük bir şans olmuştur. Bu nedenle iyi, kötü çok sayıda film ile karşı karşıya kaldığımızdan artık bu tarza biraz çekinerek yaklaşsak da sinemanın gerçekliğe en yakın durduğu alan olarak her zaman ilgi çekici olmayı başarmaktadır.
Şimdi gelelim Mockumentary ve Found Footage’ın yapı taşlarına;
This Is Spinal Tap (1984)
Rob Reiner’ın yönettiği yapım İngiliz bir heavy metal grubunun Amerika turnesini konu alıyor. Rockstarlığın son yıllarını eğlenceli bir yapıda ele alan film Mockumentary kelimesinin hakkını veren yapımlardan. Öyle ki müzikler ve grup o kadar sevildi ki 2007 yılında Live Earth festivalinde Wembley stadyumunda konser bile verdiler.
The Blair Witch Project (1999)
Found Footage’ın yapı taşı olan film bir grup gencin ormanda süregelen cadı efsanesini araştırmaya başlamasını konu alıyordu. Çok basit, belki günümüz için çok da etkili olmayacak klişeleri zamanında öyle bir şekilde sundu ki bütün insanlık olayın gerçekliğine kendini kaptırdı. Internet’in fenomen yaptığı ilk işlerden biri olarak da akıllarda kaldı. Daniel Myrick ve Eduardo Sánchez’in yönetmenliğini yaptığı yapım en az paraya en çok hasılat getiren film olmak gibi bir başarı ortaya koyunca da korku filmleri yavaş yavaş found footage’a doğru kaymaya başladı.
District 9 (2009)
Neill Blomkamp’ın kısa filminden yola çıkarak yönettiği film zaman zaman mockumentary tarzından uzaklaşsa da sadece komedi ve korku filmlerinde değil bilim kurgu’da da bu tarzın fark yaratabileceğini gösterdi. Uzaylıların göçmen, hasta bir ırk olarak görüldüğü yapımda onlara yardım etmesi beklenen insanlar bu kez kötücül bir şekilde rol alıyordu.
Sinister (2012)
Yeni bir eve yerleşen ailenin babası başlarına bela olacak, evin eski sahiplerinin çektiği super 8 formatında filmleri seyretmeye başlar. Scott Derrickson’ın yönettiği yapımda Ethan Hawk başrolde meraklı yazarı canlandırıyor. Filmde özellikle super 8 kameralar kullanılması ayrı bir tat verirken pagan ve cadılık konuları oldukça gerçekçi bir şekilde işlenmiş.
Paranormal Activity (2007)
The Blair Witch Project sonrası en büyük merakı üstüne çeken yapım uzun süre gösterime dahi çıkmamıştı. ancak festivallerde izleyenlerin anlattıkları ile efsane olunca dağıtım desteği buldu ve bir anda patlama yaptı. Oren Peli’nin yarattığı seride klasik bir ev korkusu, eve kurulmuş kameralardan verilirken, akıllıca düşünülmüş sahneler seyirciyi içine almayı başarıyordu. Ancak o kadar çok devamı çekildi ki artık hangisini seyredip seyretmediğimiz karışır oldu. Yine de ilk filmin vuruculuğunu unutmamak gerekir.
V/H/S 2 (2013)
V/H/S seri olarak oldukça başarılı bir şekilde ilerliyor. Bu sene üçüncüsü de çekilen serinin en önemli halkası bana göre V/H/S 2. Kısa filmlerden oluşan yapımda found footage’a doymamız sağlanıyor. Özellikle Timo Tjahjanto ve Gareth Huw Evans’ın yönettiği Safe Haven son yılların ne başarılı korku filmlerinden biri. Bir tarikata belgesel çekmek için giren ekibin başına gelenleri anlatan yapım toplu ölüm sahneleri ile hafızalara kazınmayı başarıyor.
[REC] (2007)
Jaume Balagueró ve Paco Plaza’nın yönettiği [REC] found footage’ı zombiler ile buluşturan en iyi yapımlardan biri olmayı başardı. Klasik zombi hikayesi yerine dini temel alan bir altyapı oluşturarak da kendine has bir tarz yarattı. Bir binaya itfaiye ekibi ile giren, TV’ye program yapan kameraman ve röportajcının bir anda kendilerini bir katliamın içinde bulmasını konu alan film beğenilince şimdilik dört filmlik bir seri olarak devam edildi. Ayrıca sanki Amerika’nın çoğunluğu İspanyolca bilmiyormuş gibi bir de Quarantine adıyla Hollywood re-make’i yapıldı.
Cloverfield (2008)
Matt Reeves’in yönetmenliğinde ve J. J. Abrams ve Bryan Burk ikilisinin prodüktörlüğünde ortaya çıkan yaratık filmi Cloverfield bu sefer found footage’ın nimetlerinden Godzillavari bir yapı ile yararlanmaya çalıştı. 6 genç New York’lunun katıldıkları bir partide video çekerlerken bir anda patlama sesi ile irkilmeleri ile başlayan film yaratığı uzun süre gizemli bir şekilde göstererek merak duygusunu kışkırtmayı başardı. Ancak seri olması beklenen filmin ikincisi hala ortada yok.
Borat (2006)
Oldukça tartışmalı bir Mockumentary olan Borat, yönetmen koltuğuna Larry Charles’ı oturturken İngiltere’nin en deli komedyeni Sacha Baron Cohen’in adeta tek adam şovunu izletiyor. Kazakistanlı gazeteci Borat’ın Amerika’ya bir belgesel çekimine gidip orada Pamela Anderson ile evlenme çabasını konu alan film başlangıçta kısıtlı bir kitleye gösterilse de kısa zamanda bir kült oldu. Arap ülkelerinde yasaklanan film oyuncuları tarafından bile reddedilme noktasına geldi ve bir çok davaya malzeme oldu.
Cannibal Holocaust (1980)
Ruggero Deodato’un yönettiği yapım found footage filmlerin büyük babası olarak nitelendirilebilir. Amazon kabilelerini çekmek için giden bir film ekibinin kaybolmasını anlatan film o kadar büyük tartışmalara neden oldu ki yönetmen uzun süre dünyanın nefretini üzerinde tuttu. Neredeyse her ülkede yasaklanan filmde gerçekten insanların, hayvanların öldürüldüğü söylenip duruldu. Öyle ki Deodato bu yüzden hapis bile yattı. The Blair Witch Project’in temellerini görebileceğimiz yapım 2006 yılında Entertainment Weekly tarafından tüm zamanların en tartışmalı filmleri listesinde yer aldı.
Woody Allen’ın Zelig’i de bu türün en yaratıcı ve keyifli örneklerinden biri.
http://www.criticker.com/film/What_We_Do_in_the/