Türkiye’de her yıl pek çok film festivali düzenleniyor ancak Adana Altın Koza, Antalya Altın Portakal ve İstanbul Film Festivali organizasyonları prömiyer festivaller olarak öne çıkıyor. Saydığım festivallerin ulusal yarışma seçkilerinde bağımsız sinemacılarımızın daha önce izlemediğimiz filmleriyle karşılaşıyoruz.
Film festivallerimizin teraryum benzeri kapalı ekosistemler olduğunu düşünüyorum. Burada yarışan, vizyona ne zaman çıkacağı belirsiz filmlerin yaşam ömrü gösterildiği/yarıştığı festivallerin süresiyle sınırlı. Festivale katılabilenlerin izlediği, kanaat bildirdiği, festivalin bitimiyle sonlanan bir heyecan. Pandemi bahanesiyle davetli sayısını iyice azaltan festivallerin etkileşimi de sınırladıkları ortada. Bembeyaz hakkında sadece iki eleştiri yazısı okuyabildim, bununla birlikte üç olacak. Yeterli mi?
Nuri Bile Ceylan’ın artık “güzel ve yalnız ülkesinin” festivallerinde yarışmadığı bir iklimde, genç bağımsız sinemacılar, “Uluslararası” olmakla övünen ancak ulusal bir etkiye bile sahip olmayan film festivallerinin heyecansızlığını kırmak için filmlerini önce dışarıda gösteriyor/yarıştırıyorlar. Bembeyaz da, Altın Portakal’da seyirci (ve jüri) karşısına çıkmadan önce, 24. Uluslararası Şanghay Film Festivali Ana Yarışması’nda yarıştı. Bembeyaz’ın festival yolculuğu, İtalya’da düzenlenen Bari Uluslararası Film Festivali’nin ardından, Brezilya’da gerçekleşecek Sao Paulo Uluslararası Film Festivali ile devam edecek.
Bembeyaz ama çok kirli
Bembeyaz, daha önce Mutluluk adındaki kısa filmini izlediğim (ve sevdiğim) Necip Çağhan Özdemir’in ilk uzun metrajı. Filmin kurgusunu ise Yol Kenarı, Aden, Görülmüştür filmleri ile 7Yüz ve Şahsiyet dizilerinin kurgusunu da yapan Ali Ağa üstleniyor.
Yapımcılığını Ganador Productions’ın üstlendiği filmde Mert Fırat’ın yanı sıra Ece Çeşmioğlu, İnanç Konukçu, Rıza Akın, Kubilay Tuncer, Esra Ergün, Sarp Tanış, Gonca Küçükardalı, Erdem Kaynarca, Kamer Çelenk, Ece Ertez ve Koraycan Yanaşık’ı izliyoruz. Oyuncu kadrosunun neredeyse tamamının ismini saymamın sebebi şu; geçen yıl yine Altın Portakal’da yarışan Çatlak’ı (Fikret Reyhan) saymazsak, oyuncu kadrosunun bir orkestra gibi uyumlu ve iyi oynadığı bir filme rastlamak giderek güçleşiyor. Yeni ve genç sinemacıların oyuncu yönetiminde sıkıntılar yaşadığı ortada ancak Necip Çağhan Özdemir bunu aşmayı başarmış.
Şunu da yazmalıyım; uzun zamandır hiçbir festival filmini “şimdi ne olacak?” diyerek izlememiştim. Seyirciyi meraklandırmak yerine sıkmayı marifet sayan sinemacılarımızın aksine Necip Çağhan Özdemir’in senaryosu başlayan ve biten (ve seyircinin zihninde başkarakteri cezalandırma arzusuyla devam eden) bir “hikâye” içeriyor. Suya atılan bir taşın ardından oluşturduğu titreşimleri ve değdiği yerlerde yarattığı etkiyi izliyoruz.
Bembeyaz’ı izlemeden önce filme dair sadece iki eleştiri okuduğumu belirtmiştim. İlki, politik doğruculuğunu yobazlığa dönüştürdüğünün farkında olmayan biri tarafından yazılmıştı ve açıkça yönetmene “böyle bir film çekemezsin” diyerek kalemini kırıyordu. Bu eleştiri ciddiye alınacak bir tahlil içermiyor, filmin tamamen dışında bir toplum eleştirisi kaleme almaya çalışıyordu. Diğeri ise Habertürk’te çıkan Mehmet Açar eleştirisiydi. Bu eleştiri benim de yazacaklarıma benzer tespitler içeriyor ve film hakkındaki kasıtlı kötüleme halini boşa çıkarıyor.
Bembeyaz’ın “kötü niyetli bir film” olduğunu iddia eden eleştiri ve sosyal medya paylaşımlarının tamamı, bu filmin bizi başkarakteri ile özdeşleşmeye zorladığı ve onu aklamaya çalıştığı yaftasını içeriyor. Acaba başka bir film mi izlediler zira Bembeyaz’ın hikayesinin yaptığı şey bu topluma ayna tutmaktan ötesi değil, inanmayan Google arama çubuğuna “hamile sevgili cinayeti” yazsın ve karşısına çıkan haberleri okuyarak küçük dilini yutsun.
Muhafazakar bir Kayzer Soze…
Yönetmenin/senaristin Vural Beyaz (Mert Fırat) karakterine bir sempati oluşturmaya çalıştığını da sanmıyorum, aksine hikâye genişledikçe karakterle aramıza koyduğu mesafeyi arttırıyor. Bu karakter tam da böyle işlenmeliydi. Filmi bitirdiğimde Vural Beyaz’dan nefret ediyordum. Müthiş bir manipülatör ve kendisine öğretilen, kendisinin de çocuğuna öğütlediği şeylerin tamamen dışına çıkan bir karakter. Sevgilisini öldürüyor bu en büyük suçu ama hileci bir ruhu var, dükkânda unutulan parayı çalmaktan çekinmiyor, orada çıkan arbedede atılan taşın orada çok daha önce oluşmuş bir duvar çatlağına yol açtığını söyleyerek para koparmaya çalışıyor. Karakolda sorgusu bitip tutulduğu sırada cinayeti itiraf etmek yerine “namaz kılabilir miyim?” diye soruyor. Kuran’ın üzerine yemin etmekten bile çekinmiyor.
Hiç böyle insanlar tanımadınız mı? İş-güç, aile sahibidir, her haltı yer ama Cuma namazını hiç kaçırmaz, orucunu tutar, namazını kılar. O mükemmel bütünün ardında parçalanmış hayatlar yaşar, eşten-çocuktan-babadan gizlenen hayatlar. Üstelik onların gözü tamamen üzerindeyken yaşanan günahlar ve bunu yaşamanın getirdiği, detaylarla bezeli usta yalancılık.
Vural da ülkemizde yaşayan bir sürü muhafazakâr insan (ve siyasetçi) gibi dini kendi günahlarına kalkan eden ve dini kaidelere uyumlu bir toplumda yaşadığı için bu şekilde olaylardan sıyrılmayı başaran biri, bir tür dindar Kayzer Soze… O, kendisini arkadaşıyla yaptığı ilk sohbette belli ediyor aslında. Alkollü araba kullanırken birini öldüren arkadaşı için “yattı çıktı işte” diyor, arkadaşının “6 ay yattı” diye tepki göstermesi ise bu toplumda suçun bir karşılığının olmadığının işaretlenmesi oluyor.
Bembeyaz işte bunu söylemeye çalışıyor, bu toplum suçluların suç işlemeye devam ettiği, ekseriyetle paçayı sıyırdığı, yakalansa bile 3-5 ay yatarak aramıza geri döndüğü bir toplum. Her günahı işleyebilirsiniz, tövbe edin, namazınızı kılın, arada zekât falan da verirsiniz yeter. Çocukken alışveriş yaptığımız ‘Hacı Bakkal Amca’ kızını, sırf birini sevdi diye boğazını keserek öldüren bir caniydi. İşin tuhafı mahalledeki herkes bunu biliyordu ama hapiste yatmış (2,5 yıl!) cezasını çekmiş, hacca gitmiş, tövbe etmişti. Bu onları rahatlatmaya yetiyordu. Üstelik bu ‘hacı amca’ kendisini suçlu bile görmüyordu, kızı erkeklerle gezemezdi, sevemezdi, sevişemezdi. Din, toplum, yetiştiriliş biçimi ona bunu öğretmişti ve vicdanı da bu üçgende şekillenmişti. Filmin başkarakteri Vural Beyaz da farklı biri değil.
Bembeyaz, giriş – gelişme – sonuç içeren bir hikâyeye sahip ve bunu bir ilk film hamlığından uzak olgun yönetmenlik, rastlantısal kesit kurgu tuzağına düşmeyen bir kurgu ve harika oyunculuklarla sinemalaştıran gerekli bir film. Daha çok ödülü hakkettiği ortada. Bembeyaz, bizi bize göstermekten başka bir şey yapmıyor ve yaşadığımız ülkenin kafamızdaki idealden nasıl da uzak olduğunu gösteriyor. Bu bir vicdan filmi değil, bir katili aklamıyor ya da kadına şiddeti önemsizleştirmiyor. Aksine, kadına şiddeti oluşturan ve devamlılığını sağlayan muhafazakar ahlaka oklar fırlatıyor. Bunun için bir sinemacıyı ya da filmini suçlayabilir miyiz?
Atılan tweetlerin ve yazılan bazı yazıların tam aksini düşünen, çok gerekli, cesur bir film izleyen ve bunun için teşekkür etmeyi tercih edenlerdenim.
Murat Tolga Şen – murattolga@gmail.com