Sanal dünya, gerçek dünya, iç dünya ortaya karışık: Ben X

blank

Hepimiz az ya da çok okul sıralarından geçtik.. Hayatımızın mühim bir bölümünü, kâh kanayan kalp ya da kopya çiziktirmeleriyle süslü bu tahta sıralarda dirsek çürüterek, kâh koridorlarında haylazlık yaparak harcadığımız sınıflarımızda çeşit çeşit öğrenciler de gördük..

Bunlardan kimisi, oturduğu sıradan koca bir çivi çıkmış da bi tarafına batıyormuşçasına yerinde duramayan, her şeye burnunu sokup, herkese yetişen ‘fırlama’ tiplerdi; kimisi de bunların tam tersi, teneffüslerde dahi -kerhen- yerinden kıpırdayan, bunun dışında sadece sessizce sırasında oturup dersi ya da kendini dinleyen tiplerdi.. Bir de -bencileyin- bu ikisinin ortalamasına tekabül eden ’sıradan’ çoğunluk..

Azınlık olmalarına karşın, zıtlığın ve marjinalliğin kendine has etkisiyle hiç sahneden inmeyen bu uçtaki tipler, dışa dönük zıpırların önlenemez kafaya alma, aşağılayarak kendini yüceltme dürtüleriyle (Elbette diğeri hiç istemediği halde..) hep birbirlerini çekerlerdi..

Sırf herkes gibi hareket etmedikleri, genelden farklı oldukları için layık görüldükleri bu saldırılara tepki vermekte oldukça zorlanan, can havliyle verdikleri tepkileri ayrıca alay konusu olan, o sessiz ve sakin çocuklar için okul hayatı, gerçekten katlanması pek zor bir karabasan gibidir..

Peki bu hayasızca saldırılara karşılık ’sıradan çoğunluk’ ne yapar?

Büyük bir kısmı hemen güçlünün yanında saf tutar, biraz zorlama da olsa zıpırlaşma emareleri gösterir.. Bunun yanlış bir davranış olduğunun idrakine varan az sayıda eleman da, her an ‘zalimin yeni hedefi olmak’ ihtimaline karşı, suratına yerleştirdiği hafiften bir sırıtmayla eğlenceye uzaktan katılır…

Hababam Sınıfı Belçika’ da

Nic Balthazar’ ın kendi romanından beyazperdeye uyarlayıp yönettiği Flamanca sözlü, Belçika mamulü Ben x, “Senden farklı ya da başarılı ancak kendini savunmaktan aciz öğrenciyi ez” evrensel okul gerçeğini perdeye yansıtarak, -belki biraz fazla acımasız- bir Avrupai ‘Hababam Sınıfı’ nın hışmına uğramış ‘genç kurban’ trajedisi sunuyor..

En başta, kendimizden verdiğim örnekte o içe kapanık, sosyal olamayan gençler bariz bir ruhsal hastalık belirtisi göstermedikleri halde, kahramanımız -üstüne üstlük- otistik bir gençtir..

Ben (Greg Timmermans), hastalığının etkisiyle, kendini bildi bileli, dünyaya, çevresine -bir teleobjektiften bakarcasına- sadece ayrıntılara odaklanarak bakabilen, bu dar ama derin bakış açısıyla her şeyi herkesten daha iyi gördüğü halde, bütüne ulaşmakta zorlanması nedeniyle de bedensel ve duygusal tepkilerinde hep gecikmeler yaşayan bir gençtir..

Özellikle evi dışında- hep diken üstünde, huzursuz bir yaşantı süren Ben’ in, hastalığının bir diğer belirtisi olarak normalden çok zeki olması, okuldaki normal ya da tembel zıpırların kıskançlıkla zehirlenmiş oklarına hedef olmasını kolaylaştırmaktadır..

Sekseninci seviye gibi olağanüstü bir düzeye eriştiği, Archlord adlı, -online oynanan- bir bilgisayar oyununun sanal dünyasıyla kendi iç dünyasını çakıştıran kahramanımız, maceradan maceraya koşan güçlü bir şövalye olarak kendi yarattığı bu dünyada doğrusu pek mutludur..

Evindeki -ya da kafasındaki- bu ’saygı duyulan’ güçlü Ben figürünü sokağa ya da okuluna (Ki bütün bu bildik mekanlar, onun gözünde, fantastik bir oyunda vahşi bir kaosun hüküm sürdüğü bir dünyadan farksızdır..) taşımaya kalktığında ise -ortamdaki kendine yönelik saygısızlığın da etkisiyle- mevcut psikolojik yetersizlikleri hemen devreye girer ve önüne olması gerekenden daha da büyük güçlükler çıkarır..

‘Normal’ küçük oğluyla, bu ‘problemli’ evladını -tek başına- büyük bir özveriyle büyüten annesi için Ben, sadece bir sevgili evlattır, yoksa durumuyla ilgili olarak bir takım Latince tıbbi isimler takılan bir hasta değil.. Ben’ in, çevresi tarafından -olduğu gibi- kabul edilmesi ve oğlunun da -mümkün olduğu kadar- toplum içinde hayatını idame ettirebilmesi tek dileğidir..

Fakat, Ben’ in de bi ara:”Kendimi sıkmamamı, rahat olmamı istiyorlar ama asıl onlar beni hiç rahat bırakmıyorlar ki..” şeklinde sitem etmesine sebep olan toplum, ona hiç rahat vermediği gibi, iyice delirmesi için de elinden geleni ardına koymayacaktır..

Ben’ in bilgisayar oyunundan arkadaşı olan ve içten içe tutulduğu Scarlite’ ın, bu ‘özel’ gencin gerçek dünyasından daha çok, iç dünyasında tuttuğu yer zamanla büyüdükçe film de gelişir.. Ve ‘birlikte’ kurdukları ve oynadıkları yeni bir oyunla, gerçek hayatın bozuk gidişine müdahale etmeyi denerler..Archlord oyununun bilgisayar ekranındaki görüntüleri üzerine yedirilmiş bir jenerikle açılan ve süresi boyunca da gerçek dünyayla oyun dünyasının görüntülerinin başarılı bir şekilde birbiri içine girdiği film, bu anlatımıyla da oldukça etkileyici..

Finalde olacaklar üzerine- Ben’ i tanıyanlarca yapılan ve başından itibaren bu dramın içine serpiştirilen ‘röportajımsı’ yorumların, yapıta zaman zaman bir belgesel havası verdiğini de görüyoruz..

Yaşattığı, kızgınlıkla karışık yoğun hüzün duygusuyla seyirciyi oldukça sarsan bu film, önemli mesajını -biraz- doğrudan ve sert verse de estetik kalitesine asla toz kondurmuyor..

Yazan: Numan SERTELİ Kaynak: Tersninja

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Thing (2011)

Öncelikle korktuğumuzun aksine The Thing bir yeniden çevrim değil, 1982'de
blank

O-Bi, O-Ba: The End of Civilization (1985)

Polonya sinemasının övünç kaynaklarından Piotr Szulkin’in yazıp yönettiği O-Bi, O-Ba: