“Ölüm korkusudur,
Beni bozkırda koşturan!
Ölüm korkusudur,
Beni Huwawa’yla savaştıran!”
Uruk Kralı Gılgamış
Sonsuza dek yaşamak, insanın ulaşamadığı ama yılmadan gerçekleştirmeye çalıştığı en büyük dileğidir. Mezopotamya’nın yetiştirdiği asi evlatların atası sayılabilecek olan Gılgamış, bu ölümsüzlük belasını başımıza ilk saran kişidir. Yaşamının bitmesinden ‘ölesiye’ korkan şöhret tutkunu bu kahraman, gerçek ölümsüzlüğe ulaşamadı ama adı 5000 yıldır yaşıyor. İşte Beowulf da Gılgamış’ın izinden giden ve adını ölümsüz kılmak için kelleyi koltuğa almış bir savaşçı.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kirisci
‘Beowulf’ 9. yüzyıla ait bir Kuzey Avrupa destanı. Pagan bir topluma ait olan bu efsane ilk olarak İngiliz dilinde kağıda geçirilmiş ve okuduğunuzda hemen göze batan Hıristiyanlık öğretileri eklenmiş. Günümüze, bir yangından kurtarılmış tek bir kopyası ulaşan ‘Beowulf’, Yüzüklerin Efendisi yazarı Tolkien’in de en fazla etkilendiği yapıtlardan biridir. Kendisinin ‘Beowulf: Canavarlar ve Eleştirmenler’ adlı bir akademik çalışması da bulunuyor. İngilizler kendi dillerinde yazılmış ilk destan olduğu için ‘Beowulf’a çok önem verirler ve edebiyat derslerinde okuturlar. Oysa bu destanın ne İngilizlerle ne de İngiltere’yle hiçbir ilgisi yoktur.
Yaklaşık 3000 dizeden oluşan destan, Beowulf’un üç farklı yaratıkla çarpışmasından oluşuyor. İlki; Danimarka kralının yedi düvele hava atmak için yaptırdığı “eşi benzeri olmayan” görkemli kraliyet evine dadanan ve her gece pek çok savaşçıyı öldürüp yiyen Grendel. Grendel’i öldürmek üzere Beowulf ve savaşçı 14 arkadaşı yola çıkarlar. Beowulf Grendel’le karşılaşır ve çıplak kollarıyla canavarın kolunu omzundan koparır. Grendel acı içinde, yaşadığı göle giderek orada can verir.
İkinci karşılaşma Grendel’in annesiyledir. Herkes Grendel’in ölümüne sevinirken ertesi gece annesi ortaya çıkar ve yaptığı katliamla oğlunun intikamını alır. Beowulf olanları öğrenince anne canavarın peşine düşer ve yaşadığı göle dalarak yeraltı mağarasında Grendel’in annesini de öldürür.
Üçüncü ve son savaş bir ejderledir. Dan’ları kurtaran Beowulf Got ülkesine döner ve bir süre sonra kral olur, 50 yıl boyunca ülkeyi yönetir. Bu sırada ülkesi sınırlarında yaşayan bir ejderhanın hazinesinden değerli bir kupa çalınınca, ejderha intikam için Beowulf’un krallığına saldırır. Beowulf ilerlemiş yaşına rağmen ejderhayla savaşmaya karar verir. Bu seferki savaşının ölümüyle sonlanacağını hissetmesine rağmen kararı değişmez. Beowulf ejderle çarpışır ve onu öldürmeyi başarır ama aldığı yaralar yüzünden o da oracıkta ölür. Cenaze töreni ve vasiyet ettiği anıtın yapılmasıyla efsane sona erer.
‘Beowulf’ İngiliz edebiyatında yazıya geçirilmiş en eski efsane olmasına rağmen, sinemada doğrudan bu efsaneyi konu alan bir uyarlama uzun yıllar yapılmamıştır. Oysa ‘Beowulf’ aslında bir destana göre oldukça basit görünen anlatım ve olay örgüsüne rağmen, bir sinema filmi için çekici ayrıntılar barındırır. Bunların başında elbette ana karakter geliyor. Grendel’le savaşmak üzere İskandinavya’dan Danimarka’ya yolculuk eden, “30 adam gücünde” olarak tanımlanan Beowulf’un, Grendel ve annesiyle savaşmasının tek nedeni kahramanlık yapmak ve bu kahramanlığın karşılığı olacak hediye altın ve mücevherler. Bu basit gibi görünen nedenlerin altında ise aslında; ismini ölümsüz yapmak için takıntıya varan bir istek,
“Şartlar her uygun olduğunda artırmalı şanını
bir yiğit, öldüğünde yitmeyen budur”
Övülmekten ve her fırsatta övünmekten hoşlanmak,
“Böbürleniyor sayılmam, sen ya da Breca’dan
daha iyiyim dersem kılıç kullanmakta”
Baş edemeyeceği bir rakibin varlığını kabul edememek ve 70’li yaşlarındayken bile bir ejderhayla tek başına savaşmaya kalkmak,
“Yüzüklerin kralı kendine yediremezdi
ejdere bir orduyla saldırmayı”
gibi zaaflar vardır. O hep ‘bir numara, en büyük’ olmalıdır. Bu durum efsanenin son dizelerinde kendi halkının ağzından şöyle itiraf edilir:
“Had safhada şefkatliydi halkına,
Herkesten çok hevesliydi şöhrete.”
Trajikomik bir şekilde, Beowulf efsanesini doğrudan referans alan ilk film uyarlamasında, bırakın şöhretini filmin son 10 dakikasına kadar Beowulf’un adı bile duyulmaz…
GRENDEL GRENDEL GRENDEL (1981)
Bu film, Avustralya yapımı bir animasyon olan “Grendel Grendel Grendel”dir. John Gardner’ın 1971 yılında Beowulf efsanesini temel alarak yazdığı, “Grendel” isimli romanın bir uyarlamasıdır. (Gardner’ın romanı o yılların politik ve moda akımlarını yansıtmasıyla değer görmüş bir yapıt. Marillion grubunun yine bu kitaptan esinlenmiş 18 dakikalık Grendel adlı epik bir parçası da bulunuyor.)
Animasyon filmde, destanın Grendel’in ölümüne kadar olan kısmı, Grendel’in ağzından anlatılır. Efsanedeki vahşi ve korkunç Grendel imgesi yerine animasyonda son derece sevimli, evde beslenesi bir karakter vardır. İnce Memed filminin yönetmeni Peter Ustinov’un seslendirmesiyle Grendel, insanlığa bakıp onun garip halleriyle dalga geçen nihilist bir bilgeye dönüşür. Efsanede yüceltilen kahramanlık, kendini feda etme, iyilik ve doğruluk için kötüyle savaşma ve kan dökme gibi olgular, filmde dalga geçilen komik unsurlar olarak ele alınır. Örneğin, Hrothgar’ın adamları Grendel’i öldürmek için umutsuzca da olsa kahramanlığı elden bırakmadan ona saldırırlar. Savaşçıların, bile bile ölüme gitmek için bu kadar hevesli olmalarını Grendel çok saçma bulur ve onlarla dalga geçer. Bu gibi sahnelerle film, Ortaçağ’daki ahlak anlayışını ve zamanın romantik kahraman şövalye akımını gözden düşürür ve anlamsızlaştırır.
Animasyonun başında ve sonunda duyulan şarkı ise oldukça ilginçtir:
“Annen senin tırnağını, dişini,
Her bir saç telini,
Her şeyini seviyor.
Kimse seni sevmese de,
Annen seni seviyor Grendel!”
şeklinde devam eden sözler, Grendel’in olası Oidipus kompleksiyle ilgili ipucu verse de, filmde bununla ilgili başkaca yönlendirmeler olmaz. Ayrıca Grendel’in annesi siyah bir karaltı olarak 10 saniyeden fazla da gözükmez. Beowulf’taki “kol kopması” olayı Grendel’in hadım edilmesi olarak da yorumlanabilir. Annesinin, intikamını almak üzere saldırdığı kraliyet evinden oğlunun “kolunu” geri alması bize bu ana-oğul ilişkisiyle ilgili bir gizli anlatımın olduğunu gösterse de bu durum efsanede ve film uyarlamalarında pek görünür değildir.
Filmin sonlarında ortaya çıkan Beowulf karakteri de evlere şenliktir. Tipik bir ‘burnu havada centilmen İngiliz beyefendisi’ gibi konuşan Beowulf, nerdeyse Grendel kadar sevimli olmaya yakındır.
Anlaşıldığı üzere bu animasyon film, Beowulf efsanesinin atmosferini ve karakterlerdeki karizmayı yansıtmaktan oldukça uzaktır. Beyazperdede görünen ilk Beowulf uyarlamasının efsanenin antitezi olması ve kahramanımızın iyi şöhret düşünü bu animasyon kapsamında yerle bir etmesi de ironiktir.
Beowulf efsanesiyle sinemada tekrar karşılaşmamız için 18 yıl daha geçmesi gerekecektir. Beyazperde macerasını bir animasyonla başlatan Beowulf, sinemaya tekrar dönmeden önce televizyonda ortaya çıkar. Bu kez, Yıldız tarihi 48693.2’yi göstermektedir…
STAR TREK VOYAGER (S.1×11) (1995)
Star Trek Voyager’ın “Heroes&Demons” adlı bölümünde geminin holografik güvertesinde Beowulf efsanesini “oynamaya” giden Harry Kim ortadan kaybolur. Onu aramaya giden Chakotay ve Tuvok da geri dönmeyince Kaptan neler olup bittiğini öğrenmesi için Doktor’u holografik maceraya transfer eder.
Burada Grendel, ışıklı duyargalardan oluşan bir “fotonik yaşam formu”dur. Teknolojik bir FRP alanı olan holografik güvertedeki Beowulf oyununda, gemide kısılı kalıp Grendel rolüne girmiş olan bu yaşam formu, sanki asıl efsanede başına gelenlerin intikamını almaktadır. Beowulf tarafından öldürülmesi gerekirken, Grendel’in Beowulf’u öldürdüğünü öğreniriz. Efsaneye göre Grendel’in kolu kopması gerekirken, Beowulf’u kurtarmaya gelen Doktor’un kolu kopar.
Bu Star Trek bölümü bir Beowulf uyarlaması sayılamaz elbette ama Hrothgar, Unferth, Freya gibi karakterleri, efsanedeki kraliyet evinin mütevazı bir versiyonu içinde sunar. Fakat bölümde, efsanenin ana fikri veya yapısıyla ilgili herhangi bir anlatım çabası bulunmaz. Ve de tüm bölüm boyunca Beowulf karakteri, o role bürünmüş Harry Kim olarak yalnızca 3(üç) saniye görünür…
1998 yılında TV için HBO ve BBC yapımcılığında yine animasyon bir Beowulf uyarlaması yapılmıştır. Efsaneye en sadık uyarlamanın bu olduğu söylenebilir. Hemen hemen her şey efsanede anlatıldığı gibidir. Ama bu haliyle sinemasal anlatımdan uzak, çocuklara efsaneyi öğretmek için yapılmış bir eğitim filmini andırır.
Gerçek bir Beowulf filmini sabırla beklemekte olanlar, 1999 yılında isteklerine kavuşur. Fakat bu uyarlamada ne Beowulf adı duyulur ne de Grendel…
13th WARRIOR (1999)
Beowulf adı geçmiyor ama Beowulf’la ilgisi yine filmin uyarlandığı kitaptan geliyor. Michael Chricton’ın yazdığı “Eaters of the Dead” adlı romanı temel alan ve aksiyon sinemasının en önemli yönetmenlerinden John McTiernan’ın yönettiği bu film gerçek bir Beowulf uyarlaması sayılabilir. Şimdiye dek efsanenin atmosferini en iyi yansıtmış filmdir bu.
Antonio Banderas’ın canlandırdığı Arap prensi Ahmed, Vikinglerin diyarına sürgün edilmiştir. (Ahmed bin Fadlan gerçekte 10. yy’da yaşamış bir Arap gezginidir.) Burada komşu ülkedeki vahşi ölümlerden haber almış olan Vikingler ve başlarındaki Buliwyf (Beowulf’a çağrışım) yardım için oraya gitmeye karar verirler ve yaşlı büyücünün, gruptaki 13. savaşçının bir yabancı olması gerektiğini(?) söylemesiyle Ahmed de gruba katılır. Bu zorlama ve geçiştirilen kısımdan sonra 13 savaşçı güle oynaya yola çıkarlar.
Buliwyf ve arkadaşlarının bilinmeyen düşmana karşı yola coşkuyla çıkmaları, pek çok ‘cesur kahraman’ filminin ortak özelliğidir. Aslında bu coşku derindeki bir korkudan ileri gelir. Gılgamış’ın 5000 yıl önceden öngördüğü gibi, bu dünyadaki koşturmalarımız, savaşlarımız, debelenmelerimiz hep ölüm korkusundandır. Kaçınılmaz olan ölümü azılı bir düşmanla özdeşleştirip onunla savaşmak, belki de ölümü yenme umududur. Yenilemese bile ölümle savaşmak kahramanlıklarının dilden dile anlatılmasını sağlayacaktır. Ne kadar çok kişi severse, ne kadar çok kişi anlatırsa sizi, o kadar çok kişinin kalbinde yaşamaya devam eder, ölümsüz olmayı başarırsınız… Buliwyf’in ölmeden önceki son sözleri de bu isteğinden ibarettir:
“Bir kişinin varlıklı olarak anılması için, birinin onun öyküsünü yazması gerekir. O kişi ancak böyle hatırlanır.”
Tüm uyarlamalar içinde en karizmatik Beowulf’un da Vladimir Kulich’in canlandırdığı Buliwyf olduğu rahatlıkla söylenebilir. Bu konuda efsanedeki Beowulf’tan bile daha iyidir; kendini övmez, altın/mücevherat düşkünlüğü yoktur. Az ve öz konuşan, cesur, gerçek bir kahraman savaşçı portresi çizer.
Filmde Grendel gibi bir canavar yoksa da Yamyam kabile Wendol, bütününde Grendel’i sembolize ediyor; kabilenin büyücü annesi de Grendel’in annesini… Wendol savaşçıları kafalarına ayı postundan başlıklar geçirdiklerinden halk tarafından yaratık zannedilmişlerdir. Filmin bu kostüm tercihi ilginç: Beowulf, güncel İngilizcede Bee-wolf demektir. “Arı kurdu” olarak çevrilen bu isim, arıların düşmanı ‘Ayı’nın ifadesidir. Filmde Buliwyf yerine Wendol’un ayıya benzetilmesi tercih edilmiş ama bu tercihin nedeni pek anlaşılır değil.
13. Savaşçı, efsanenin ilk yarısını kapsıyor, dolayısıyla ejderhayla çarpışma bölümleri bu filmde de yoktur. Buliwyf ejderhayla savaşı yüzünden değil de Wendol’un büyücü anasının zehirli iğnesi yüzünden ölür. Ejderha figürü, Wendol savaşçılarının ellerinde meşalelerle tek sıra halinde yaklaşırlarken, uzaktan, ateşten bir ejder gibi görünmeleri şeklinde filme yedirilmiştir. Efsaneden farklı olarak bu filmde Wendol zulmünün hedefi yalnızca kraliyet evi değil, tüm halktır. Buliwyf ve diğer savaşçılar, onların yaşam alanını korumak için halkla el ele vererek savaşırlar.
13. Savaşçı, bir yandan züppe Arap prensinin Viking savaşçıları arasında kahramanlığa terfi etmesini anlatırken asıl olarak da Buliwyf ve diğer savaşçıların ölümsüzlük adına girdikleri bu macerayı etkili bir şekilde gösterir. Efsanenin geçtiği zamanları yansıtan karanlık atmosferi, her biri kahraman tanımına uyan karakterleri, Jerry Goldsmith’in muhteşem müzikleriyle 13. Savaşçı, Grendel’den yoksun olsa da Beowulf efsanesine yaraşır bir uyarlamadır. Filmin bütününde göze çarpan eksikler, yapımın ilk kurgusunun çok daha uzun olması, bu aşamadan sonra yönetmenin projeden ayrılması ve Michael Chricton’un bizzat bazı ek sahneler çekip kurguyu değiştirmesiyle açıklanabilir.
Aynı yıl içinde, adı “Beowulf” olan ilk Beowulf uyarlaması da tamamlanır ama film çok az sinemada gösterilir. Bu düşük bütçeli yapım asıl seyircisine video ve TV yoluyla ulaşabilmiştir…
BEOWULF (1999)
Christopher Lambert’in Beowulf’u canlandırdığı bu film, başta filmin ismi yazarken çalan tekno müzikle afallatır insanı. Film boyunca da aynı tür elektronik müziklerden oluşan bir soundtrack seyirciyi hop indirip hop kaldırır. Juno Reactor, Prodigy, Lunatic Calm, Junkie XL gibi sanatçı ve grupların müzikleri film boyunca (çok kötü bir mixle de olsa) tekno müzik severlere bayram yaptırır. Film başladıktan sonra ortaçağ yerine post-apokaliptik bir dünya ile karşılaşınca şaşkınlık ikiye katlanır. Kıyamet sonrası dünyada geçen bir Beowulf filmidir bu!
Ortaçağı yansıtan kıyafetler ve mekanların yanında garip tasarımlı futuristik silahlar, ortaçağ kalesine eklemlenmiş teknolojik bir dev-fırın ve korkunç bacası, kale içindeki aydınlatmayı sağlayan gaz sistemi gibi ayrıntılar bu uyarlamayı ayrı bir yere koyuyor. Grendel de; görünmez olabilen, duvarlardan geçebilen, ‘Predator’ benzeri yapısıyla diğer Grendel’lerden farklıdır. Gözdağı veren çirkin haliyle en iyi Grendel yorumu olduğu söylenebilir. Tüm bu ayrıntılarıyla Beowulf, aslında bir fenomen film olma potansiyeline sahipken ne yazık ki, bütçe kısıtlamasının kurbanı olmuş ve ucuz bir video filmi havasına mahkum edilmiştir. Oysa film, efsanedeki malzemeyi verimli bir şekilde kullanmaya çalışmış ve senaryosunda bunlara uygun yorumlar kullanarak dramatik yapının öğesi haline getirmiştir. Bunlar; Grendel’in annesinin Hrothgar ile olan geçmiş ilişkisi ve karısının bu yüzden intihar etmiş olması, Hrothgar’ın kızı Kyra’nın, kocasının ölümüne neden olduğu için çektiği vicdan azabı, Hrothgar’ın baş savaşçısı Roland’ın Kyra’ya olan karşılıksız aşkı gibi öğelerdir.
Aslında bütün kale geçmişte yaptıkları hataların vicdan azabını çeken insanlarla doludur. Grendel, bu kraliyet evinin vicdan azabını yansıtıyor. Bu vicdan azabı kaledekileri ‘günden güne yiyip bitiriyor.’
Layla Roberts’ın canlandırdığı Grendel’in annesinin, efsanede olduğu gibi filmde de bir ismi yok. Grendel’den daha zayıf olduğu söylense de Beowulf’un öldürmek için en fazla çaba sarf ettiği yaratık olan Grendel’in annesi, kendine özgü bir adla anılmayı fazlasıyla hak ediyor oysa. Bunu efsanenin, “kadının adını” bırakın varlığını bile nerdeyse yok sayan tavrıyla da açıklayabiliriz. Destanda birkaç mısra dışında kadınlar hiçbir varlık göstermezler. Ortaçağ efsanelerindeki ‘kahramanın kurtardığı kadın’ bile yoktur burada. Çağdaşı Avrupa efsanelerine bakıldığında, Beowulf’ta kadınların yok sayılmasını destanın Hıristiyan yazarının tutuculuğuna bağlamak da mantıklı gelmiyor.
Filmdeki farklı bir ayrıntı da, Kalenin etrafının halkça çevrilmiş olmasıdır. Kimsenin kaleden çıkmasına izin verilmez, çünkü kale artık lanetlenmiştir ve içindekiler de laneti dışarıya bulaştırmadan orada karantina altına alınmışlardır. Bu, sinemasal anlatımın ayrı bir yönünü vurguladığından özellikle değinmek gerek. Buna göre; Kaleyi çevirenler yoksul halk, kaledekiler ise lanetlenmiş yönetici sınıftır. Hrothgar’ın gösteriş uğruna kendine en görkemli evi yaptırması ve Grendel’in saldırılarıyla bu evdekilerin günden güne yıpranması, ezilen halkla elitlerin savaşını andırır. Grendel aslında kötü canavar değil, her gece düzenlenen eğlencelerle refah içinde yaşayan yönetime karşı isyan eden halktır, hükümdarların vicdan canavarıdır. Grendel’in kalenin etrafındaki halka değil de sadece kaledekilere saldırması da bize bu yorum hakkını veriyor. Filmin sonunda kalede Hrothgar’ın kızı Kyra’dan başka bir tek kişi bile sağ kalmıyor ve kalenin etrafındaki abluka da böylece kaldırılıyor.
Beowulf bu versiyonda yalnız savaşçıdır ve öyküye göre o da bir Grendel’dir! Şeytanın annesiyle birlikteliğinden Beowulf doğmuştur. Bu iyi-kötü karışımından ötürü eğer Grendel gibilerle savaşmazsa o da şeytanlaşacaktır. Yani bu versiyonda Beowulf’un amacı ölümsüz olmak değil, “iyi” olarak kalabilmektir. Çünkü şeytanın çocuğu olarak zaten ölümsüzdür! Bu yüzden, aldığı ölümcül yaralar hemen iyileşir. Bu sahnelerde Lambert’in ünlü ‘İskoçyalı’ karakterini tekrar görmüş gibi oluruz.
Beowulf pek garip olmakla birlikte iyi bir potansiyele sahipken hakkı yenmiş, yine de zevkle izlenebilen bir filmdir. Mad Max’i anımsatan atmosferi de ayrıca ilgi çekici kılıyor bu mutant eseri.
Beowulf’un TV’de ve sinemada çeşitli türlerde ve başka başka zaman dilimlerinde geçen bu uyarlamalarından sonra bir yenisi gelir. Beowulf’u bu kez romantik bir drama olarak izlemek vardır kaderde…
BEOWULF and GRENDEL (2005)
Çoğunluğu İskandinav bir ekip tarafından çekilen film, Hrothgar’ın bir devi kovalaması ve onu öldürdükten sonra küçük oğluna dokunmayıp canını bağışlamasıyla başlar.
Bu çocuk büyüyünce Grendel olur ve Hrothgar’ın kraliyet evine saldırmaya başlar. Grendel normal bir insandan belki biraz daha uzun olan bir devdir ve hiç yara almadan ve öldürülmeden o katliamları nasıl yapabildiği anlaşılmaz. Hatta babasının da birkaç okla hemen can verdiği düşünülürse bu Grendel’in gücü nerden geliyor diye merak ederiz ama boşuna bir meraktır bu.
Grendel babasının intikamını almak için Hrothgar’ın askerlerini telef ederken Beowulf ve arkadaşları Hrothgar’ın yanına gelirler. Ama Beowulf onu yakalamaya çalışırken Grendel’in güzel bir karısı hatta bir çocuğu olduğunu öğrenir. Grendel meğer müşfik bir babadır! Ama kaderi değişmez. Sona doğru Beowulf’a kolunu kaptırınca, ondan kurtulmak için kendi kolunu keser(!) ve kaçıp mağarasında can verir. Grendel’in karısı ve çocuğu ise onun yasını tutarak yaşamaya devam eder.
Gerard Butler, Stellan Skarsgard gibi oyuncuların filmin sıkıcılığı içinde kayboldukları bu yapımdan sonra Beowulf’un kaderi tekrar bir animasyon filmle çakışacaktır…
BEOWULF (2007)
Beowulf adıyla büyük kitlelere ulaşabilen tek film bu epiğin son versiyonu olan Robert Zemeckis’in yönettiği animasyondur. Anthony Hopkins, John Malkovich, Robin Wright, Angelina Jolie gibi oyuncuların hareket yakalama -motion capture– tekniğiyle kaydedilip animasyon olarak yeniden yaratılmasıyla yapılan film, Beowulf’un Grendel, Grendel’in annesi ve ejderhayla savaşını bütünüyle gösterdiği için diğerlerinden ayrılır.
1999 yapımı Beowulf’ta olduğu gibi, film Hrothgar’ın yaptığı kaçamak sonrası doğan Grendel’in ona olan nefretini temel alıyor. Tekniğe bakıldığında ise karakterlerin yüzlerindeki donukluk “Animasyonum ben!” diye bağırıyor. Bu kadar iyi oyuncunun “oyunculuğu” da böylece çöpe gitmiş oluyor. Buna ek olarak, fazlasıyla çirkin ama asla korkunç olmayan koca kafalı gülünç bir hilkat garibesi olarak tasarlanan Grendel’e bakıp hayret etmemek elde değil.
Beowulf’un bu son uyarlamasındaki değişiklikler; Grendel öldükten sonra Hrothgar’ın intihar etmesi, Beowulf’un Hrothgar’ın karısıyla evlenmesi, Beowulf’un Grendel’in annesini öldürmeye gitmesi ama karşısında ‘topuklu ayakkabı ayaklı’(!) Angelina Jolie’yi görünce onu öldürmek yerine damızlığı olmayı kabul etmesi ve efsanedeki ejderin bu filmde Beowulf’un oğlu olması… Beowulf’u ‘yalan rüzgarı’na çeviren bu ilişkiler ağı seyirciyi, hikayesi bilinen bir efsaneyi izlerken şaşırtmak ve ilgilerini canlı tutmak adına yapılmış numaralar. Bütünde baktığımızda ise ana konunun yine Beowulf’un şöhret sevdası olduğunu görüyoruz. Grendel’in annesiyle birlikte olup onu öldürmemesi; asıl efsanede Beowulf’un mağaraya gidip ölü Grendel’in kafasını keserek yanına alması ama Grendel’in annesiyle ilgili hiçbir şey getirmemiş olmasının bir yorumu oluyor. Aynı şekilde baştaki öyküyle bağlantısız olan ejderha hikayesini de ana öykünün, dramatik yapının bir parçası haline getiriyor. Bu yönüyle başarılı bir senaryo çalışmasından söz edilebilir. Fakat Beowulf şöhret için yalan söylüyor, insanlarını kandırıyor; Grendel’in annesini öldürmemişken ‘öldürdüm’ diyor. En sonunda da şöhret uğruna yaptığı şey onun sonu oluyor.
Filmin Beowulf’u bu görünür zaaflarıyla göstermesi, onu tanrısallıktan daha insani bir boyuta indiriyor. ‘Beowulf efsanede büyük bir kahraman ama işin aslı öyle değildi’ diyor ve destandaki gizli şöhret tutkusunun boyutunu, şöhreti yalanlar üzerine inşa edebilecek kadar ileri götürüyor. Ama Beowulf insanlaştırılırken kahramanlığının altının boşaltılması ve sahte kılınması, ‘insan’ın pek de hoşuna gitmiyor. Çünkü kahramanlar yaratıp onları efsaneleştirmemizin ana nedeni bizdeki zaaflardan arındırmış olmamızdır. Zaafları olsa bile kahramanlık payelerini sonuna kadar hak etmeleridir. İnsan kendi kusurları var olduğu ve ölümsüzlüğe ulaşamadığı sürece, efsane kahramanlarını kendi düzeyine indirmek ve ‘öldürmek’ istemeyecektir.
Öyküler, şarkılar, resimler, şiirler, heykeller ve oyunlarla birlikte bu filmler, Beowulf gibi pek çok efsane kahramanının şöhret tutkularına ilaç, ölümsüzlük özlemlerine çare oluyor. Bu yüzden Gılgamış eğer ölümsüzlük otunu yemeyi başarıp şu an hala yaşıyor olsaydı, kendisinin izinden gelen ve yalnızca adlarını ölümsüz kılabilmiş bu kahramanları, sahip oldukları tüm zaaflara rağmen kıskanıyor olurdu.
Outlander (2008) filmi de farklı bir Beowulf uyarlaması sayılabilir.