“Tam şu anda bence hayatın en üzücü tarafı, bilimin bilgiyi biriktirme hızının, toplumun bilgelik edinme hızından daha fazla olmasıdır.” -Isaac Asimov

Andrew Martin dünyaya bir fabrikada metalin içine gizlenmiş çipler ve kablolarla kaplı olarak gelir. Yaratılış amacı insana hizmet etmek ve sorgulamamaktır. Robot kuralları der ki; insana hizmet et, sana ve insan hayatına zarar vermeyecek her emri yerine getir. İşte senin yaşam amacın! Martin ailesi onu evlerine hizmet amacıyla aldıklarında küçük kız ona isim verir. İnsanlığa ilk adımdır aslında yaptığı, doğana isim vermek. Andrew bir süre sonra kendi yaradılışından öteye geçilebileceğini kanıtlamaya başlar. Evin küçük kızının kırılan camdan oyuncağının yerine yenisini yapar. Kendi tasarımı olan saatler üretir. Belki insanlığın gözünde sadece bir makinedir ama Martin ailesi için ailenin bir parçasıdır artık.

Özgürlüğünü ister ilerleyen dönemlerinde robot adam. Kendine ben diyebilme lüksü bile aklına gelmezken özgür olmak ister.

“Tarihinizi okudu! Tek bir düşünce uğruna savaşmışlar, milyonlarca insan ölmüş. Özgürlük uğruna! Bütün bu insanlar için bu kadar önemliyse sanırım sahip olmaya değer bir şeydir.”

Bicentennial Man 3

Kurduğu cümleleri dinleyen sahibi Richard Martin (Sam Neill) her ne kadar duyduklarına öfkelense de ona özgürlüğünü yalnız kalma bedeli karşılığında verir ve der ki; “Artık kendine “ben” diyebilirsin.”

Andrew tam 200 yıl boyunca öğrenmeye ve kendini insan olmak adına yenilemeye devam eder. Adımladığı yollar ve yıllar ona sevdikleri kaybettirse de o insan olmaya kararlıdır.

Aşkı, yaşamı, ölümü ve geride kalan olmayı kendini değiştirerek ve dünyayı dolaşarak, arayarak öğrenecektir. Tüm önyargılara rağmen…

Isaac Asimov’un ödüllü kısa öyküsünden yola çıkılarak beyaz perdeye aktarılan yapımın yönetmen koltuğunda “Evde Tek Başına” ve “Mrs. Doubtfire” gibi filmlerden de hatırlayacağımız Chris Columbus oturuyor. Başrolünde ise kısa süre önce yitirdiğimiz usta oyuncu Robin Williams var. Williams seyrin büyük bölümünü metalden bir zırhın içinde geçirse de Andrew Martin rolünde bize insan olmayı layığıyla anlatmış durumda. Gösterime girdiği yılda beklenen ilgiyi göremese de yapım defalarca izlenmeye ve her sahnesinde içe sindirilmeye değer.

Bicentennial Man 2

Çünkü Andrew metallerinden ve duygusuzluğundan sıyrıldıkça günümüz dünyasında metale ve duygusuzluğa doymayan insanoğluna gerçekte olması gerekeni öğretiyor. Sonsuzluktan, katılıktan vazgeçerek kendini sevgiye, acıya, kaybetmeye hatta ölmeye adıyor ve fısıldıyor izleyicisine; sonsuzluk ve ölümsüzlük değildir güzel olan, yaşamak, layığıyla hissetmek ve ne olursa olsun sevgi ile ölmektir. Topların ateşlendiği, korkakların kaçtığı ve kan gölünden, şiddetten beslenen, nezaketin adını bile duymamış günümüz insanının inadına “Robot Adam” insan olmayı anlatarak 90’lı yıllardan sesleniyor. Tekrar kulak vermeniz de fayda var.

Kendinize “ben” diyemediğiniz şu günlerde, insan olmak için, her şeyini bedelini önemsemeden değiştiren bu adamın hikâyesini izleyin. İzleyin ve dışınızdan ziyade içinizi değiştirmenin nasıl olacağını bir düşünün. İyi seyirler.

blank

Melahat Yılmaz Özberk

1981 Ankara doğumlu... Anadolu Üniversitesi Türk dili ve Edebiyatı bölümünde okuyor. Gölge- e Dergi ve Öteki Sinema’da çeşitli film eleştirileri ve hikâyeler yazıyor. Tek dileği yazacak sözlerinin bitmemesi ve bunları sayfalara dökebilmek…

1 Comment Leave a Reply

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Kült Filmler Zamanı: The Hourglass Sanatorium (1973)

Wojciech J. Has imzalı The Hourglass Sanatorium (1973), tam bir
blank

Şahane Misafir (2012)

Şahane Misafir konusundan anlayacağınız üzere naif bir duygusallığa sahip alacakaranlık