Bundan tam 125 yıl önce, Lumiere Kardeşler 33 kişilik bir topluluğa ilk film gösterimini yaptı ve bu sürekli değişen sinemanın değişmeyen tek adeti olarak kaldı çünkü bundan daha hızlı bir gelir elde etme yöntemi bulunabilmiş değil.

Sinemaya gitmek sosyal açıdan çok güçlü bir alışkanlık. İnsanlar, ebeveynleriyle, arkadaşlarıyla, sevgilileriyle, eşleri ve çocuklarıyla sinemaya giderler. Sinemaya gidip film izlemek modern hayatın en güzel hediyelerinden biri… Bir bilet alır ve karanlık bir salondaki kalabalıkla birlikte perdedeki görüntüye kanar gideriz. 125 yıl çok uzun bir süre, arada iki Dünya savaşı ve bir sürü felaket var ancak her şeye rağmen salonlar açık kalmaya ve film göstermeye devam etti. Şimdiye kadar…

Gözle göremediğimiz tehlikeli ve yayılmacı bir düşman hayatımızı ve tüm alışkanlıklarımızı tehdit ediyor. 17 Mart’tan bu yana sinema salonları bakanlık emriyle kapalı. Emir olmasa ne fayda, geçtiğimiz yıl Mart’ın 2. Haftasında 1 milyon 103 bin 662 adet bilet satılırken bu yıl aynı dönemdeki bilet satışı sadece 189 bin! Virüs daha sinemalar kapanmadan salondaki her 10 kişiden 9’u kaçırmış!

Başlangıçta tehdidin boyutları çok iyi algılanmadı ve önlem alınamadı. Birkaç büyük gişe filminin seti ertelendi o kadar. Sektör insanları, buzdağına çarptıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi davranan Titanik mürettabatı gibiydi. Filmler gösterime giriyor, Cannes festival programını açıklıyordu ama hava birden değişti ve her şey tersine döndü!

Sinemanın üç ayağı var; yapanlar, gösterenler ve seyredenler… Bugün baktığımızda gördüğümüz tablo şu; tarihte ilk kez bu üç taraf birden ortada yok. Setler paydos edildi, salonlar kapandı, seyirci kaçtı. Fiilen sinema bitti!

Hayalleri Gerçek Olan Netflix Bu İşten Karlı Çıkabilir mi?

Ortada bu virüsü Netflix’in saldığına dair komik komplo teorileri bile var ama işin mizahı bir yana dijital platformların da durumdan memnun olduğunu sanmıyorum. Evet, Netflix yöneticilerinin düşü gerçek oldu, insanlar evden çıkmıyor ve sürekli onların yayınladıklarını izliyor ama seyirci eskisi gibi değil, çok obur, sürekli yeni dizi ve film talep ediyor ama üretim sakatlandı. Netflix’in bütün setleri durmuş vaziyette. Anne kuş avlanamazsa bu obur ve aç kuş yavrularını besleyemez! Ne olacak bilmiyorum, Netflix ve benzerleri bir sinematek’e dönüşür de hep birlikte yeniden klasikleri keşfeder miyiz dersiniz?

blank

Bir yandan da unutulmuş bazı film seyretme biçimleri yeniden gündeme geliyor. Bizde arabalı açık hava sinemaları hiçbir zaman revaçta olmadı ama belki de sırası geldi. Dünyanın önemli sinema endüstrilerinden biri haline gelen Güney Kore’de yetkililerin halkı büyük kalabalıklardan kaçınmaya çağırmasıyla ülkemizdekine benzer şekilde gişe rakamları dibe vurdu. Ancak Güney Kore’nin başkenti Seul’da arabalı bir sinemanın önünde uzun bir araba kuyruğu oluşmuş. Açık alana kurulmuş büyük bir ekran önüne park eden otomobillerin içindeki sinemaseverler arabalarının konforunda film keyfi yapabiliyormuş.

Bizim Sinemacılarımıza, Dizicilerimize Ne Olacak?

Peki, eski Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz arabalı sinemalar, Dünyaya yayılmış yüzlerce yapımcı ve binlerce emekçinin üretim yaptığı devasa bir sektörü beslemeye yeter mi? Hayır, eğer virüs bizi bir süre sonra terk etmez ise bu sektörde faaliyet gösteren her birim sarsılmaya başlayacaktır ama biz konuya öncelikle kendi açımızdan bakmalıyız.

Mart başından bu yana salonlarda gösterime giren, yerli-yabancı ayırt etmeksizin, her film battı. Hiç kimseyi mutlu edemeyen yeni sinema yasamız sağolsun; bu filmler salon gösterimi yaptıkları için 6 ay boyunca ulusal TV kanallarında ya da Netflix, Mubi, BluTV, Puhu TV gibi dijital platformlarda gösterilemeyecekler. Gösterim takviminden çıkıp doğrudan dijitale girsinler diye düşünebilirsiniz ancak bakanlıktan destek alan bağımsız sinemacılar yine yasa ile belirlenmiş olarak filmlerini vizyona sokmak zorundalar. İki ucu kirli değnek!

Üretim durdu ancak elimizde üretilmiş olanlar var. Festivallerde filmlerini gösteren bağımsız sinemacılar şimdi bu imkandan mahrum. Kovan filmi ile pek çok festivalde yarışan Eylem Kaftan ile görüştüm, katılmaya hak kazandıkları tüm festivallerin iptal edildiğini söyledi. Virüs bizimle uğraştığı sürece tek şansımız online imkanlar ama orada da dijital platformların sinemacının sıkıntısından faydalanmaması gerekiyor.

Netflix henüz gösterime çıkmamış yerli yapımları, biraz da kesenin ağzını açarak almalı-yayınlamalı. Bu hem sinemacıyı hem de seyirciyi mutlu eder, bunu yapan platforma da prestij kazandırır. Bakanlık da şu 6 ay yasasını bir süre askıya alsa hiç fena olmaz ve hatta geçtiğimiz yıl ve bu yıl verdiği destekleri şart aramaksızın hibe etmeli. Bu insanlar sonra yine sinema yapacaklar, onların gırtlağına basmanın hiç zamanı değil. Salonlara da destek verilmeli, özellikle büyük yaşam savaşı veren bağımsız sinemaların aylık ortalama bilet satışı kadar destek verilerek hayatta kalmaları sağlanabilir yoksa bu zaten stres altındaki bir salonculuk sistemi için yıkıcı sonuçlar doğuracaktır.

Dizi tarafında ise işler daha vahim ve fatura alakasız bir şekilde senaristlere çıkmak üzere… Kanal yapımcıyı, yapımcı seti sıkıştırıyor. Yönetmeni-oyuncusu ise senaristler yazmazsa biz de oynamayız diyerek topu bu tarafa atıyor. Anlıyorum, ortada büyük para var ve bundan vazgeçmek herkes için zor ancak bir önceki yazıda söylediğim gibi; ünlü bir dizi yıldızı sette bu virüsü kapar da ölürse toplumdaki etkisi korkunç olur. Sosyal sorumluluk adına dizi işine ara vermeli ve 180 dakikalık tek bir bölüm yerine, 60 dakikalık 13 bölümün çekilip kanala teslim edildiği bir sisteme geçmeliyiz.

Bu İşin Sonu Nereye Varacak?

Dünyanın dört bir yanındaki sinemacılar 125 yıl boyunca önümüzdeki yüzyıllar boyunca izleyemeyeceğimiz kadar çok eser ürettiler. Bir daha hiç film çekilemese bile sürekli yeni filmler izleme imkanına sahibiz ancak post apokaliptik için erken. Koronavirüs ile mücadeleden başarıyla “çıkmış gibi görünen” Çin’de sinema salonları yeniden açılıyor ancak halk tedirgin ve bu alışkanlığı şimdilik itme eğiliminde.

Salona gitmemek için binbir bahane üreten seyircinin artık çok geçerli bir sebebi var ancak salonlar olmadan nasıl bir sinema olacak, tahmin etmek bile istemedim.

Yazının sonunda mutlu etme ihtimali olan bir haber de vereyim, Mubi kampanya yapmış, 3 aylık üyeliği 10 TL gibi bedava sayılabilecek bir fiyata veriyor. Orada çok güzel işler var, Netflix’ten falan sıkılanlara iyi gelebilir ve son söz; Yeni ve iyi filmler izlemek ümidiyle…

Murat Tolga Şen – murattolga@otekisinema.com

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Dijital Platformlar Görsel Efektçileri İntihara Sürüklüyor!

Çok az zamanda çok fazla iş yapmak zorunda kalan özel
blank

Portakalın da Vitamini Kabuğunda mıydı Yoksa?

Bu Antalya’ya özel, negatif bir tutum değil; ama yazmaya değer