Bilmemek (2019): İktidar İlişkilerini Reddetmek Mümkün mü?

25 Ekim 2022

Geçen hafta Akbank Sanat ve Psikeart-Psikesinema ortaklığında koordinatörlüğünü ve moderatörlüğünü Prof. Dr. M. Emin Önder’in yaptığı Psikiyatri ve Sinema: Tarihe Bakış seminer dizininin birincisinde Bilmemek filminin seyredilişinin ardından filmin yönetmeni Leyla Yılmaz, Oktay Şılar ve benim de içinde bulunduğum “Stigma: Ötekileştirme Kültürü” adlı panelde film üzerine konuştuk.

blankBu yıl Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde de farklı öteki hikayelerinin olması, Türkiye’de ötekilik kavramının hala önemli bir sorunsal olarak varlığını koruduğunun kanıtı olsa gerek. Türkiye sinemasında, mekanın kendileri için bir tür hapishaneye dönüştüğü öteki temsillerinin çoğunlukla hapsolmuşluk, çıkışsızlık, çaresizlik, sistematik dışlanmışlık ve linç kültürü gibi örüntüler çevresinde kurulduğunu görüyoruz. Bazı filmler inşa ettikleri temsiller ve kullandıkları sinema dilleri ile sistemin yanında yer alırlarken bazıları bir karşı-strateji oluşturmayı başarabiliyorlar. Yönetmenliğini Leyla Yılmaz’ın yaptığı Bilmemek öteki ile kurduğu ilişki bağlamında Türkiye sinemasında oldukça önemli bir yerde duruyor.

Bilmemek filmi bilgi sorunsalı temelinde, üst orta sınıf bir aile üzerinden ben ve öteki kavramlarına odaklanırken aynı zamanda temel hak ve özgürlükler, eşitlik ve adalet gibi kavramları da anlatısına taşıyor. Yılmaz, filminin seyircisini, bilmek-bilmemek, bilgi, bilginin üretildiği kaynak, söylem ve hakikat gibi unsurlar üzerine düşünmeye ve böylece bütün bu kavramları sorgulamaya ve eleştirmeye çağırıyorken ayrıca iletişim çağındaki iletişimsizlik, modernleşmekte olan bir toplumda yabancılaşma, bireysel ve toplumsal ikiyüzlülük, akran şiddeti gibi kavramlarla da anlatısını derinleştirmeye devam ediyor.

Film tam anlamı ile bireyselleşememiş, geleneksel ile modern arasında sıkışmış bir ailenin proje çocuğu olan Umut’un, eşcinsel olduğuna dair bir kanı ile arkadaşları tarafından yargılanması, grup dışına itilişi ve yaşadığı çaresizliği anlatıyor.

blank

Her biri hem özel hem de kamusal alanlarında yalnız olan Selma, Sinan ve oğulları Umut arasındaki iletişimsizliğin gösterilmesi ile başlıyor film. Seyirci annenin mesleği, ailesi (anne ve eş olma hali) ve hayalleri arasında bölünüşüne, babanın ise iş yerindeki değişimlerle sarsılan otoritesini restore etme çabasına şahit oluyor. Bu sırada oğulları Umut’un dünyasında ise arkadaşları ile oynadığı su topu aynı zamanda bir tür hegemonik erkeklik oyununa dönüşüyor. Sistematik olarak dışlanıp, yalnızlaştırılan Umut, sesini kimseye duyurmayı başaramıyor ancak fotoğrafı dijital evrende e-mail yoluyla hızla yayılıyor. Böylece bilginin yayılma hızı ve gerçekliği de tartışılması gereken bir diğer önemli mesele olarak filmde vücut buluyor.

Foucault, bilginin bir iktidar formu olduğunu söyler. Ona göre iktidarın bilgiyi kullanması stratejiktir ve bilgi iktidar tarafından bizzat kendisi için üretilir. Arkadaşları Umut’u cinsel yönelimini açıklamaya zorlarlarken, “hakikati” bilmek istediklerini söylüyorlar. Aralarından birinin “Umut, sen ibne misin?” sorusuna Umut “Değilim desem ne diyeceksin” diye yanıt veriyor ve ekliyor: “Sana yanıt vermiyorum. Çünkü sana bana bu soruyu sorma hakkı vermiyorum.”

blank

Etnik kimlik, ırk, din, dil, cinsiyet, yaş, sınıf gibi pek çok kavram çok kültürlülüğe, zenginliğe ve hoşgörüye işaret etse de, aynı zamanda toplumun düzenini bozma tehlikesi oluşturması ile de çoğunluk için korku unsuruna dönüşür. Bu da azınlığın, kültürel farklılıklar temelinde tekrar tanımlanmasına ve bu tanıma olumsuz özellikler ve negatif mitler atfedilerek, farklı olan bir düşman, bir öteki yaratılmasına zemin hazırlar. Ötekine duyulan bu korku ise zaman zaman çoğunluk tarafından azınlığın yaşamının psikolojik, fiziksel ya da kültürel anlamlarda tehdit edilmesine ve hatta yok edilmesine neden olur. Umut, arkadaşının sorduğu soruya olumlu ya da olumsuz yanıt verdiği anda onların iktidarını onaylamış ve öteki olarak konumlandırılmayı kabul etmiş olacaktır. Diğer yandan Umut’un bilinçli olarak yanıt vermeyi reddedişi, tüm öteki kimlikler için sistemin karşısında durabilmenin ve bir karşı strateji oluşturabilmenin olası yolunu gösterirken aynı zamanda onlara yalnız olmadıklarını da gösteriyor.

Henüz belki de kendisinin bile bilmediği tercihleri dolayısıyla sistemin düşmanı olmak ve onunla baş edebilmek genç bir delikanlı olan Umut için kolay olmayacaktır. Yönetmen belgesel film estetiği ile kullandığı kamerasını filmin ilk yarısında Umut’un peşinden ayırmazken, izleyicisini gerçekle kurmaca arasındaki bu dünyanın tanığı haline getiriyor. Müzik kullanmayarak da bu yapıyı güçlendirdiği filminde, Umut’un psikolojik anlamda karanlığa düştüğü sahnelerde, ışık düzenlemesi ile yüzünü karanlıkta bırakan yönetmen, filmin sonunda zaman zaman arka fonu flulaştırarak karakterlerin ruh hallerinin de görünür olmasını sağlıyor. Umut’un boğulma hissine eşlik eden boğulma metaforu ile birlikte giderek daha da grileşen film, izleyicisini her şeyin anlamını yitirdiği bir noktaya taşımayı başarıyor.

blank

Kayboluşunun ardından Umut sosyal medya, televizyon kanalları, kayıp ilanları gibi yollarla aranılırken, varlığında bir anlamda “yok olan” Umut’un yokluğunda ise her karede “var oluşu” izleyicisini sarsıyor. Önemini yitiren dışlanma nedenine, insanların ve basının ikiyüzlülüğü eklenirken Yılmaz, aile, eğitim ve sağlık gibi kurumların sorunlu yanlarını da filmi aracılığı ile deşifre etmeyi ihmal etmiyor. Filmin başında gösterilen Sinan’ın tamir etmeye çalıştığı mutfaktaki damlayan musluğun sesi, Umut’un kaybolması sonrası tekrar işitilirken, tamir edilemeyen musluk aslında Umut’un arkadaşlarının ideal bir erkeklik biçimi olarak inşa etmeye çalıştıkları hegemonik erkekliğin tam tersi olarak baba nezdinde bir erkeklik krizine de işaret ediyor.

Öteki kavramı özgürlük, eşitlik ve adalet gibi kavramlarla düşünüldüğünde farklılıklara dair bu korkunun nasıl ortadan kaldırılabileceği bir diğer önemli sorunsalı oluşturuyor. Selma’nın muayene ettiği Suriyeli kadınla onun dilinde kurmaya çalıştığı iletişim, aslında ötekinin anlaşılması, kabul edilmesi ve toplumun içine dahil edilmesi anlamında yol gösterici görünüyor. Zira korkunun en önemli kaynağı “bilinmeyen”dir.

Film bilmenin önemi üzerine izleyicisini düşündürürken, bunun sınırı üzerine de bir soru işareti koyuyor. Yılmaz, Umut’un cinsel kimliği hakkında izleyicisine bilgi vermediği gibi filminin son sahnesinde ailenin teşhis etmeye gittikleri ceset hakkında da bilgi vermiyor ve filmini açık uçlu bir şekilde bitirmeyi tercih ediyor. Böylece, seyircisini katarsise ulaştırmak yerine, onları harekete geçirecek, düşündürecek, sorgulayacak ve sinemadan çıktıklarında da zihinlerinde devam edecek bir hikaye anlatmayı da başarıyor.

Öteki Sinema için yazan: Zehra Yiğit

blank

Zehra Yiğit

Zehra Yiğit, Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimini tamamladıktan sonra doktora eğitimine Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı bölümünde devam etti. Oxford Üniversitesi ve Novisad Üniversitesi'ne Visiting Researcher olarak giden Yiğit, İtalya, Portekiz, Sırbistan, Gürcistan, İngiltere gibi pek çok ülkede ders ve seminer verdi, proje ortaklığı yaptı. Yiğit, şu an Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon Bölüm Başkanı olarak görevine devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Cannibal! The Musical (1993)

Southpark’ın bugün hitap etmiş olduğu kitle düşünüldüğünde, Cannibal: The Musical,
blank

Dead End Drive In (1986)

Avusturalya sinemasının kült klasiği Dead End Drive In, mütevazı ve