Bin-Jip, Uzakdoğu sinemasının en nadide örneklerinden biri…. Asıl korku hayatınıza girip sizi yaşadığınız dünyanın sınırları içinde rahatsız eden sözüm ona hayaletler değildir. Asla yüzünü göremediğiniz katiller ya da huzursuz ruhlar değildir. Asıl korku sevdiğiniz bir evden yoksun ya da evim diyebileceğiniz bir yerin bulunmamasıdır.

blankBu film asıl gerçeğin ne olduğunu sorgulamanızı sağlayan ve içinizde kemiklerinize kadar işlenmiş gerçek korkuyu konuşmasız, abartısız ve gerçek hayatın griliğinde size sunan bir yapımdır. Hepimizin günün sonunda kapısından sorgusuz sualsiz anahtarı kilide sokup çevirmek suretiyle girebileceğimiz evlerimiz olduğunu düşünüyorsanız bir daha düşünün. Bazen ya bir evden mahrum ya da bu tanımın varlığından yoksun olarak ömür denen sorgulanabilir gerçeğin içinde devinip dururuz. Bir evin varlığını sorgulayarak geçiririz yaşamımızı. Kapısından içeri girip duvarlarına sığındığımız soğuklukla mücadele ederiz. Ya da bu soğukluktan mahrum olarak…

Film motorundan sırt çantasının içinde el ilanları ile inen genç bir adamla başlar. Siz bu adamın bu el ilanları ile para kazanan ve zengin evlerin gösterişini seyre dalarak kendi fakir hayatına döneceğini ve olayların bu toplumsal çerçevede geçeceğini düşünürken hava karardığında gerçeği görürsünüz. Aslında bu adamın el ilanlarını dağıtmakta ki tek amacı o gece başını sokacak boş bir ev bulma çabasından ibarettir. Kapılara astığı ilanları karanlık çöktüğünde kontrol edip boş evini bulan adam küçük siyah çantası ile kapının kilidinden kurtulup o gece ki evine girer ve en azından o geceliğine evi olan bu yeri gezerek kendini bir gecelik efendiliğine hazırlar. Evdeki kirli çamaşırları büyük bir özenle yıkar, bozuk olan aletlerini tamir eder ve elinden geldiğince evini temizler. Küçük fotoğraf makinesi ile o geceki yolculuğunu belgeler gülümseyerek. Bunların hepsini büyük bir sessizlik ve huzur içinde yapar. Sabah olduğunda tüm eşyaların eski yerinde olduğundan emin bir şekilde yoluna devam eder.

blank

Yine el ilanlarını asar. Ve koca bahçeli bir evin boş olduğunu düşünerek kapı kilidinden kurtulur büyük bir özenle. İçeri girip alışkanlıklarını tekrar eder. Fakat bu sefer bir sorun vardır. Aslında boş sandığı evde kocasından gördüğü şiddetten suskun ve konuşmanın sihrini unutmuş bir kadın bulunmaktadır. Varlığının farkına geç vardığı ev arkadaşı genç adamın çabalarını ve evine yaptıklarını sessizliğin yoğun kıvrımlarında seyretmektedir. Sonunda genç adam kadını gördüğünde ikisi de konuşmaz. Telefon çalar ve yüzündeki yaraların ressamı sert bir sesle konuşmaya girişir. İkisi de sessizdir ve bir anda biri evsiz öbürü sahipsiz iki kader arkadaşı oluverirler. Film boyunca tekrar eden sahneler görürsünüz. Aradaki nüansların farkına varmanız gerekir çoğu zaman. Tıpkı Ravel’in Bolerosu gibi… Asıl güzellik tekrarın içinde oluşan değişimdir çünkü. Sonunda asıl korkunun ne olduğunu ve asıl birlikteliğin nerede durduğunu bize de kendilerine de beden dillerinin eşliğinde gösterirler. Kadın ve adam birbirlerinden ayrıldıklarında bile onu her anında yaşatan ve iki adamın arasında kendini arayan tek bir kadının olduğu bir yapımdır bu. Üçün çok fazla olduğunu ve her daim bir kişinin dışarı da kalmaya mahkûm olduğunu kanıtlayan… Benim en favori sahnem kadın kahramanımızın, genç adam olmadan onunla yaşadığı evlerden birine gidip sahiplerine tek bir onay hakkı vermeden kanepeye uzanıp huzurla uykuya daldığı andır. Ev sahipleri çaresiz ve sonrasında garip bir gülümsemeyle onu seyre dalarlar. Bazen sevdiğiniz sizinle olduğu halde sizden başkası göremez ama bilirsiniz asıl gerçek içinizde hissettiğiniz varlığıdır. Bedene ihtiyaç duymazsınız.

blank

Yönetmenliğini aynı zamanda senaryosunu da yazan Ki-Duk Kim’in yaptığı 2005 yapımı bu film yine ustanın tüm benliğini taşıyor. Sözlerden uzak beden dillerinin tüm olanları anlatmaya yettiği bir film. Diyalogların gereksiz gürültüsünden soyutlanmış bir yapım, anlatmak istediğini kalıplara gerek duymadan gösterebilen… Bu film yönetmenine çeşitli festivallerde en iyi yönetmen ve en iyi senaryo ödüllerini de kazandırması açısından değerlidir. Ayrıca film de duyduğunuz tüm film boyunca tekrar eden acıklı ezgisi ile de dikkat çekmiştir. Natacha Atlas tarafından seslendirilen Gafsa isimli bu keskin tatlı şarkı filmin dokusunu tamamlayan unsurlar arasında. Sevgiliye acı bir haykırış olarak aklımızda kalır bu Arapça melodi.

Evet, bu bir korku filmi… Hayaletler yok. Katiller ve kan yok. Bize gerçek korkunun evsizliğimiz ve yalnızlığımız olduğunu anlatan sessiz sözsüz bir resim. Renkler ve diyalogların kendi kafanızda olmasının istendiği… İyi seyirler.

blank

Melahat Yılmaz Özberk

1981 Ankara doğumlu... Anadolu Üniversitesi Türk dili ve Edebiyatı bölümünde okuyor. Gölge- e Dergi ve Öteki Sinema’da çeşitli film eleştirileri ve hikâyeler yazıyor. Tek dileği yazacak sözlerinin bitmemesi ve bunları sayfalara dökebilmek…

2 Comments Leave a Reply

  1. Hakikaten süper bi film .bazen kelimelerin bittiği yerde bir bakış ,bir hareket çoktan bizi bizden almıştır bile…

  2. Yaziniz icin tesekkurler. sinekiyatri adresinde ayni filmle ilgili yakin zamanda yazilmis guzel bir yorum var.

    filmin acikli muzigi kulagima geldi bir an yazinizi okuduktan sonra.. izlenmesi gereken ozel bir film..

    Selamlar.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Handmaiden (2016): Japon Asimilesinin Bir Alegorisi Olarak Kouzuki Amca

The Handmaiden (2016), asimile olmuş Japon hayranı bir sınıfın alegorisini
blank

Kelvin Tong’dan: 7. Gün / The Offering (2016)

Kelvin Tong'a “Hollywood filmi çeken ilk Singapurlu yönetmen” unvanını getiren