Kimi uzmanlar 2008’de patlayan mortgage krizinin 1929‘daki büyük buhrandan bile daha yıkıcı olduğunu savunuyor. Bu da kapitalizm tarihinin en büyük krizi anlamına gelir. Dile kolay, sadece ABD’de 6 milyon kişi işini, 4 milyon kişi evini kaybetti. Koca koca yatırım bankaları iflas etti, koca koca ülkeler resmen diz çöktü. Peki ama neler olup bitti, anlayabildik mi? Ekonomist olmayanların teknik detaylarda kaybolup gitmesi işten bile değil, ama farklı perspektiflerden meseleyi ele alan üç film sayesinde biz de 2008 ekonomik krizinin bir röntgenini çekebilir, işin boyutlarını kavrayabiliriz.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Too Big to Fail (2011)
Curtis Hanson’ın yönettiği HBO filmi Too Big To Fail 2008 ekonomik krizinin patlamasının hemen ardından ABD’de yaşananları anlatıyor ve olan bitenin sebeplerinden ziyade büyük yatırım bankalarının batmasıyla başlayan büyük karmaşayı irdeliyor. Başta hazineden sorumlu bakan Henry Paulson olmak üzere hükümetin ve piyasa aktörlerinin elele vererek trilyonlarca doları bulan kan kaybını nasıl ve ne pahasına önlediğini anlatıyor.
LA Confidential filminin yönetmeni Curtis Hanson’ın akıcı, anlaşılır ve gerilim dozu yüksek anlatımıyla seyir keyfi artan filmde William Hurt, James Woods, Paul Giamatti gibi isimlerin de yer aldığı kalabalık, güçlü bir oyuncu kadrosu var. Hemen herkesin hükümette ya da Wall Street’te yönetici seviyesinde biri olarak karşımıza çıktığı film kriz sırasında kapalı kapılar ardında yaşanan pazarlıkları, dünyayı parmaklarında oynattıklarını sandığımız kişilerin nasıl çaresizce çırpındığını ve sistemin kalbinde yer alan dinamik ve dengeleri gözler önüne seriyor. Ekonomiden biraz anlayanların daha çok keyif alacağı kesin ama hiç anlamayanlar da kolaylıkla olayların akışını kavrayacak ve hükümetle piyasa arasında gidip gelen tenis maçının (satranç maçına da benziyor ara sıra) heyecanına kapılacaktır.[/box]
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
The Big Short (2015)
Geçen yıl En İyi Film dahil toplam 5 dalda Oscar’a aday gösterilen ve En İyi Uyarlama Senaryo dalında heykelciği kazanan The Big Short 2008 krizine dair yapılmış en iyi filmlerden biri şüphesiz ve Oscar’larda biraz hakkının yendiğini bile iddia edebiliriz. Yıl boyunca birçok ödül kazanan film Wall Street denince akla gelen ilk isimlerden biri olan Michael Lewis’in aynı adlı kitabından uyarlandı. Daha önce Liar’s Poker, Flash Boys, Moneyball, Blind Side (borsa ve finans kadar spora da meraklı kendisi) gibi kitaplar kaleme alan ve bunlardan bazıları beyazperdeye aktarılan Lewis hem jargona fazlasıyla hakim, hem de piyasanın içinde yetişmiş biri olarak işleyişi çok iyi biliyor.
Adam McKay (efsane komedi Anchorman: The Legend of Ron Burgundy’nin yönetmeni kendisi) tarafından yapılan beyazperde uyarlaması normalde son derece karmaşık ve sıkıcı olabilecek bir konuyu anlatıya dair ilginç buluşlar ve çok çarpıcı görsel bir dille önümüze getirerek 2 saatten fazla süren filmi nefes bile almadan izlememizi sağlıyor. Margot Robbie, Anthony Bourdain, Selena Gomez gibi şöhretlerin kendi kimlikleriyle kamera karşısına geçerek karmaşık ekonomik meseleleri anlaşılır örneklerle açıkladıkları sahneler filmin muhtemelen en eğlendirici bölümleri. Film kabaca, krizin patlayacağını öngören ve piyasanın aksine giderek krize karşı para yatıran (buna piyasada “short” kalmak deniyor) bir avuç finansçının üzerinden ABD’de ve sonrasında dünyada olan biteni anlatıyor. Yatırdıkları paranın kat kat fazlasını kazanacağını düşünen bu borsa oyuncuları bekledikleri gerçekleşmediğinde aslında tamamen sahte bir sistemin içinde olduklarını fark ediyorlar ama kimsenin kılını bile kıpırdatmadığını görüyorlar. Yani her şey büyük bir yalan dostlar, bu filmden onu anlıyoruz (hala anlamamış idiysek tabii). Kapitalizm sadece bir şeyi önemsiyor ve o da evlerinin taksidini ödemekten aciz, işsiz, çaresiz kitleler değil. Steve Carell ve Christian Bale başta olmak üzere tüm oyuncunu kadrosunun sıradışı performanslar gösterdiğini ekleyelim ve mümkünse filmin halen satışta olan DVD ya da Blu-ray kopyasını edinmenizi hararetle salık verelim.[/box]
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Margin Call (2011)
Birçoklarınca şimdiye kadar çekilmiş en iyi Wall Street filmi olan Margin Call henüz ilk uzun metrajlı filmini çeken J.C. Chandor’un imzasını taşıyor. Bu sefer krizin hemen öncesini, hatta ilk patladığı anları izliyoruz ve olaylar tıpkı J.P. Morgan Chase ya da Merryll Lynch gibi büyük bir yatırım bankasında geçiyor. Tesadüf eseri mortgage senetlerinin ellerinde patlayacağını fark eden bir analistin çaldığı düdük üzerine gecenin bir yarısı toplanan bankanın üst düzey yöneticileri hemen ellerindeki tüm kağıtları nakde çevirme kararı alır ve sonrasında kaos patlar. Dramatik olarak son derece sağlam bir anlatıya sahip olan film gerçeklerle ne denli örtüşüyor bilemiyoruz (ekonomist değiliz ya) ama izlediğimiz diğer filmlerden de topladığımız veriler ışığında söyleyebiliriz ki, evet, büyük bir ihtimalle bu kadar hızlı ve bu kadar yıkıcı oldu her şey.
Jeremy Irons, Kevin Spacey, Paul Bettany, Demi Moore, Stanley Tucci, Simon Baker ve Zachary Quinto’dan (biri bile dışarıda bırakılamayacak kadar güçlü bir ensemble işi var filmde) oluşan oyuncu kadrosunun sürüklediği filmde birçok unutulmaz sahne var. Şirketin patronu rolündeki Jeremy Irons’ın tüm yönetim kurulunu toplayıp ne yapılmasına karar verdiği sahne olsun (“Bu işte üç şekilde başarılı olursunuz, ilk olursanız, akıllı olursanız ya da hile yaparsanız. Ben hile yapmam, onu geçtik, en akıllı olduğumu da söylemem, geriye sadece bir tek şey kalıyor”), Kevin Spacey’nin Jeremy Irons ile tuhaf bir vicdan muhasebesine tutuşup paraya boyun eğdiği sahne olsun (Irons: “Para bu sadece, insanlar yemek yiyebilmek için birbirlerini öldürmesinler diye icat edilmiş bir kağıt parçası”… Spacey: “Teklifini kabul ediyorum çünkü paraya ihtiyacım var. Bunca yıldan sonra garip gelecek ama paraya ihtiyacım var.”) tekrar tekrar izlenecek çok an var Margin Call’da. Her zamanki DVD bayiinizde bulursanız kaçırmayın deriz.[/box]
Öteki Sinema için yazan: Emrah Kolukısa