“Party on dudes!”
Napolyon, parasını ödemediği için bowling salonundan atılıyor, Freud koltukları süpürüyor, Cengiz Han tuvalet temizliyor, Jeanne d’Arc aerobiğe merak sararken Sokrates ve Billy the Kid çapkınlığa soyunuyor. Beethoven bir alışveriş merkezindeki mağazada Yamaha orglarla kendinden geçiyor, Abraham Lincoln bir salon dolusu liseliyi “Parti başlasın ahbap!” diye coşturuyor… Bunlar Bill ve Ted’in Maceraları (Bill & Ted’s Excellent Adventures-1989) filmindeki olağanüstü durumlardan yalnızca birkaçı…
Öteki Sinema için yazan: Murat Kirisci
80’ler gençliği, o günleri küçük ayrıntıları bile atlamadan; kullandıkları eşyalar, yeni yeni gelişen bilgisayar oyunları, çizgi diziler, garip modalar, döneme özgü müzikler, filmler vs. ile sevgiyle anarlar. Fakat bu dönem gençliği apolitik olmakla, dünya sorunlarından bihaber kalıp tüm ülkeleri çevrelemekte olan kapitalizminin “hayat çok güzel” imajına alet olmakla suçlanmıştır. Bilme, öğrenme tutkularının olmadığı, cehaletleriyle mutlu mesut bir dönem geçirdikleri varsayılmıştır. Benzer ifadeleri bugünün gençliği için de duymak mümkündür.
1987 yılında çekilip ancak 1989 Şubat’ında gösterime girebilen Bill ve Ted’in Maceraları, işte bu 80’ler gençliğinin bir parodisi, eleştirisi, asıl olarak da yüceltilmesiydi. Bill ve Ted’in Maceraları, hiç de o kadar iyi bir sinema içermemesine, setlerin ucuzluğuna, efektlerin sıradanlığına, senaryosunun pek çok saçmalıkla dolu olmasına, bazen kendi içindeki mantık dizgesine bile uymamasına rağmen, gençliğin hayata bakış açısını açıklayan müthiş öğeler barındırıyordu…
Film 2688 yılında açılır. Bize dünyanın bir cennete dönüşmüş tertemiz (öyle ki, pislikler bile temizdir) bir yer olduğunu açıklayan Rufus, bu cennetin oluşmasına ilham olan iki gencin kader anına müdahale edip onlara Tarih sınavlarında yardımcı olmak üzere, telefon kulübesi şekline bürünen bir zaman makinesiyle 700 yıl geriye, 1988 yılına gelir. Biz “Acaba bu iki genç kim ola ki?” diye merak ederken karşımıza şaşkın, sarsak, biraz da aptal iki arkadaş çıkar. Wyld Stallyns adlı bir rock grubu kurmuş olan Bill ve Ted, Bill’in evindeki garajda elektro gitarlarıyla kendilerine bir klip çekmeye uğraşmaktadırlar. Enerji ve heyecan doludurlar ama çaldıkları şeylerin bir şeye benzemediğinin de farkındadırlar. Gruplarına Eddie Van Halen’i alma hayalleri kurarlar. Ama bunun için de doğru dürüst enstrümanlara sahip olmalı ve iyi bir klip çekerek dikkat çekmelidirler. Ama iyi enstrümanları olmadığı gibi doğru dürüst çalmayı da bilmezler. Yaşadıkları paradoks içinde sıkışınca birden duraksayıp neşeyle “Excellent!” (Mükemmel!) diye bağırırlar. Yaşadıkları sorunu bu şekilde önemsemeden yollarına devam etme istekleri, bu gençlerin hayata bakış açılarını da özetler. Ama Tarih dersinden kalmak üzere olduklarını, kalırlarsa da Ted’in komiser olan babası tarafından askeri okula gönderileceğini, böylece gruplarının dağılacağını öğrenince işler ciddiye biner. Umutsuzca Tarih sunumlarına hazırlanmakta olan Bill ve Ted’in imdadına filmin başında gördüğümüz Rufus yetişir. Zaman makinesiyle günümüze gelen Rufus iki arkadaşı alarak, tarihi yerinde görmeleri ve yaşayarak öğrenmeleri için onları Napolyon Savaşları’nın süregittiği 1802 yılının Avusturya’sına götürür. Savaşı ve Napolyon’u yerinde gören iki arkadaş dönüşte yanlışlıkla Napolyon’u da getirirler. Bu onlara yepyeni bir fikir verir: Tarihin çeşitli dönemlerine yolculuk ederek, önemli kişilikleri toplayıp sunumlarını onlarla yapmak…
Zamanda bir ileri bir geri seyahat etmek…
Zaman yolculuğu filmlerinde çoğunlukla ya geçmişe/geleceğe gidilir ya da geçmişten/gelecekten karakterler günümüze gelirler. Bill ve Ted’in Maceraları’nda bunların tümü olur, asıl fark ise farklı tarihlerden insanların günümüzde buluşturulmasıdır. “Tarihi, şimdi’ye getirmek”, filmin genelinde aktarmak istediği anlatımın bir alegorisidir.
Bill ve Ted, tarihin çeşitli dönemlerine giderek Napolyon’dan başka; Billy the Kid’i, Sokrates’i, Cengiz Han’ı, Beethoven’ı, Jeanne d’Arc’ı, Sigmund Freud’u ve Abraham Lincoln’u toplayıp getirirler. Bu karakterler bir zaman makinesiyle yolculuk edip geleceğe gitmelerini pek de sorun etmeden hemen duruma ayak uydururlar. Filmi izlerken ilk başta garipsenecek olan bu seçim, hikaye örgüsü için bir gerekliliktir çünkü anlatımın temel öğesi zaman yolculuğu değil, hepsinin de “farklı tarihlerden aynı zamana” gelmeleridir.
The Big Lebowski’den yıllar önce “dude” lafını popüler yapan, Bill ve Ted’in Maceraları’ydı. Bill ve Ted birbirlerine ve diğer insanlara hep “dude” (ahbap/dostum/kanka/kardo vs.) diye hitap ederler. Hatta sınıfta öğretmenleri Napolyon’un kim olduğunu sorduğunda Bill onu “kısa boylu ölü ahbap” diye tanımlar. Böylece Bill ve Ted, dilsel olarak diğer herkesi aynı kategoriye, “dude” kategorisine alırlar. Tarihi kişilikleri “şimdi”ye uydurmaları da bu yüzdendir. Kendi oluşturdukları ve sevdikleri terminoloji ve kaygısız hayat tarzına diğerlerini uydurma işini abartarak, tarihsel kişilikleri de kendi ahbapları, arkadaşları haline getirirler. Onlar için bu insanlar, yine kendileri gibi deli dolu “normal” kişilerdir.
Tarihten armut gibi toplayıp telefon kulübesine doluşturdukları kişilikleri Bill’in üvey annesine tanıtırken adlarını “Dave Beethoven, Bob Cengiz Han, Socrates Johnson, Dennis Freud” vs. diye değiştirirler. Böylece tarihi sıkıcı bulan liseli bir gencin bakış açısıyla bu insanlar yine kendi zamanlarından tiplere dönüştürülür. Geçmişte yaşamış önemli kişilikler, evet büyük işler başarmışlar, tarihe yön vermişlerdir. Onlar büyük ve önemli figürlerdir ama Bill ve Ted onlara duyulan yüceltilmiş saygının neden olduğu mesafeyi yıkar. Tanrı katından indirip kendi ahbapları haline getirirler. Bu şaşkın ve aklı bir karış havada gençler için, doğrusu tarih böyle çok daha zevklidir ve yaşayan, eğlenceli bir sürece dönüşür. Filmin sonunda da bu insanları asla unutmayacakları şekilde öğrenmiş olurlar.
Ünlü tarihsel bir kişilikle ilgili okurken -okuduğumuz yazıda insani tüm zaafları belirtilmiş olsa bile- yine de anlatı o kişiliği yüceltmemize neden olur. Ne de olsa o üzerine kitaplar yazılacak, filmler çekilecek, heykelleri dikilecek biridir. Peki bu insanlarla karşılaşsaydık, belli bir zaman birlikte geçirip arkadaş olsaydık, aynı sofraya otursaydık ne olurdu? Hiç mi espri yapılmazdı? Akıllı akıllı, büyük büyük sözler etmiş olan bu insanlar, sabah akşam bu tür sözlerle mi konuşurlardı?
Bu rahatlık nereden geliyor?
Bill ve Ted tarafından 1988 Kaliforniya’sına, San Dimas şehrine gelen bu karakterler, onları tanıdığımız ciddi halleriyle değil de çocukça bir coşku içinde gösterilirler. Güya sessizce sunum saatini beklemeleri gerekirken yaramaz çocuklar gibi alışveriş merkezinin her yerine dağılarak mağazaların altını üstüne getirirler. Yaşanan karmaşa sonucunda hepsi de nezareti boylar. Bu müthiş sahnelerde büyükler tarihi kişilikleri “hapsederken”, hep onları tanımamakla suçlanan gençler hepsini hapisten kurtararak “özgürlüklerine” kavuştururlar. Tarih dersi kitaplarında tek boyutlu olmaya hapsedilen bu insanlar, böylece özgürlüklerine kavuşur ve yeniden insanlaşırlar. Bill ve Ted kadar, herkes kadar eğlenceli, matrak, esprili, sakar bazen de sarsak karakterler olurlar. Tabi filmin bu seçimi, şimdinin ve kendi dönemlerinin dahileri olan bu insanların bir araya gelmesiyle gerçekleşmesi olası entelektüel sohbetlerin harcanmasını da içerir…
Günümüzde çoğu genç bu kimselere karşı belki kayıtsız, onlar hakkında belki bilgisizdirler. Ama insan yalnızca merak ettiği, heyecan duyduğu, öğrenmesinin yararına içtenlikle inandığı şeyleri bilmek ister. Zorla yapılan, güdümlü bir öğretme sürecinin asla kalıcı olamayacağı, kalıcı olsa bile “sevilen” bir bilgi olmayacağı açıktır. Bunun sağlanması için “zaman makineleri” kullanmak yararlı bir düşüncedir.
“Şimdi”ye göre değerlendirme, her zaman gençlerin bakış açısını oluşturmuştur. Bu yüzden de büyükler, gençlerin cehaletlerine bakmaksızın hayatla ilgili görüş ve düşünceleri oturmuş gibi davranmalarını ve özgüvenlerini küçümsemişlerdir. Çoğu zaman büyüklere hak vermemek elde değil ama büyüklerin de gençken aynı şekilde yaşamış olduklarını pek çabuk unutmaları hayret vericidir. Dünya üzerinde gençken yaptığı hatalardan pişmanlık duymamış, o yıllarda artık dünyada öğrenebileceği bir şey kalmadığını düşünmemiş, akılsal oturmuşluğunu çoktan yaşayıp tamamladığına inanmamış tek bir büyük yoktur. Büyükler gençleri, yalnızca “şimdi”ye göre yaşadıkları ve bir halttan haberleri olmadığı için suçlarken aslında kendileri de aynı şekilde “şimdi”nin içinde hapsolmuş olduklarını göremezler. Büyük hallerini yaşadıkları “şimdi”de, gençlerin “şimdi”sini eleştirerek onları da kendileriyle aynı yaşta, aynı tecrübeleri yaşamış gibi değerlendirmeye kalkarlar. Oysa dünya tarihi yalnızca yaşlı başlı insanlar tarafından değil, küçümsenen ve “bizim zamanımızda”ki gibi olmayan gençlerce de yazılmıştır.
Apolitik gençlerin intikamı!
2013 Gezi Olayları sırasında; apolitik, ülkesinin durumuyla ilgilenmeyen, vaktini bilgisayar oyunu ve facebook’ta “like” alma yarışıyla tüketenler diye küçümsenip durmuş olan gençler, bunu söyleyen büyüklere şiddetli bir cevap verdiler. Bu dönemde gençlerin dile getirdiği politik analizlerin, yaratıcı eylemlerin en basitleri bile onların ülkelerinde olup bitenleri ne kadar yetkin şekilde görüp değerlendirdiklerini göstermiştir.
Bill ve Ted’e ilk bakışta onların tarihi değiştirebilecekleri ve geleceğe ilham olacaklarıyla ilgili en ufak bir kanıt görülemez. Filmin dehası da burada ortaya çıkar. Onlara “İşte şimdiki gençler de böyle azizim” diye bakmamak zordur belki, ama gençlerin de herkes gibi çevrelerinde olup bitenleri gördükleri, değerlendirdikleri, belki üstüne pek konuşmasalar da içten içe düşünüp kendi fikirlerini oluşturdukları bir gerçektir. Bazıları büyüklerin fikir hapishanelerinde kalarak onların mahkumu olabilirler ama bu hapishaneden ayrılıp özgürce düşünenler kendi fikirlerini oluşturabilir, geliştirebilir ve bunu yeryüzünde cenneti oluşturma ideali için kullanabilirler.
İçerdiği tüm saçmalıklara rağmen Bill ve Ted’in Maceraları, tutturmayı başardığı garip kimyasıyla kült film olmayı başarmıştır. Maceralarının muhteşem olup olmamasına bakmaksızın bu iki arkadaşa kayıtsız kalmak zordur. Herhangi bir şey hoşlarına gittiğinde birlikte “Excellent!” demelerini, zorlu bir durumda “Bogus”, şaşırdıklarında “No way!” deyişlerini, sevinince ellerini elektro gitar tutar gibi yapıp parmaklarını hızlıca oynatırken gaipten gitar sesi duymamızı, kendilerine has el kol hareketlerini, hiçbir şeyi o kadar da ciddiye almadan yaşayabilmelerini sağlayan gençlik enerjilerini sevmemek mümkün değildir.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Devam filmlerinde, video oyunlarında Bill ve Ted…
Bill ve Ted’in; bu sefer öteki dünyayla yüzleştikleri 1991 yapımı bir devam filmi (Bill & Ted’s Bogus Journey), Keanu Reeves ve Alex Winters’in seslendirdiği iki sezon sürmüş eğlenceli bir çizgi fimi, Marvel tarafından çıkarılmış bir çizgi romanı, Bill & Ted’s Excellent Video Game adlı bir Nintendo oyunu, başka oyuncularla çekilmiş bir dizisi ve birkaç kez sahnelenmiş bir müzikali bile bulunuyor. Aradan geçen 25 yıla rağmen 3. bir filmin çalışmaları da sürüyor. Bill’i canlandıran Alex Winters en son 2014 Eylül ayında yapılan bir röportajda, yeni filmin senaryosunun tamamlandığını, filmin çekilmesi halinde Bill ve Ted’i yine Keanu Reeves ile birlikte canlandıracaklarını söylemişti.
Keanu Reeves 2013 Aralık ayında katıldığı NBC’deki “Today Show” programında, bunca yıl sonra üçüncü bir devam filminde oynamak istediğini anlatırken Bill ve Ted’i neden sevdiğimizi şöyle özetlemişti: “Bu karakterlere bakınca hayat dolu olmayı ve neşeyi görüyorsunuz, bence dünyanın bunlara her zaman ihtiyacı var.” [/box]
Bill ve Ted’in uzak geleceği cennete çevirecek olan “müzikleri” işte budur. Şu an çok iyi çalamasalar da azimlidirler. Yalnızca saf, özgür, yaratıcı, hayat ve neşe dolu çalışmalar bu müziği oluşturabilir.