Bir PR Faaliyeti Olarak Blogların Etinden, Sütünden Faydalanmak

24 Mart 2012

Dünya değişiyor ama birileri farkında değil!

Film festivallerinde sinema medyasını temsilen, gazetelerde, dergilerde yazan, TV’de program yapan onlarca isim var ama blogcular yok! Bülten göndermeye, duyuru yayınlatmaya gelince sinema bloglarına ilgili yaklaşan festival organizatörleri / PR çalışanları, iş festivale basın takipçisi çağırmaya gelince blogları bir anda unutuyorlar ya da dikkate almıyorlar.

blank

Bir sinema blogcusu olarak katıldığım ilk film festivali, Elazığ 3. Çayda Çıra Film Festivaliydi. Daha sonraları bağlı bulunduğum diğer medya olan online sinema dergisi Cinedergi üzerinden, Adana Altın Koza, Antalya Altın Portakal, İzmir Kısa film, Malatya Kristal Kayısı ve son olarakta Ankara Film Festivalini basın davetlisi olarak takip edebildim. Fakat ne yazık ki bu festivallerde tek bir blogcu bile göremedim ve bu durum her şeyden daha çok isyankar bir blog neferi olan beni fazlasıyla üzdü. Memleketin önde gelen diğer sinema blogu Ters Ninja‘dan Ege Görgün’le blogculara has bir dayanışma içinde meşk ettiğimiz bu festivallere ne yazık ki o da yazdığı diğer medyalar ve dernek üyesi olması vesilesiyle katılmıştı.

İşte tam da bu noktada, yaptığım bazı tespitleri paylaşmak istiyorum. “Sanane! Sen zaten gidiyormuşsun işte her festivale, kendi işine baksana…” diyebilirsiniz elbette. Evet, aynı zamanda Beyazperde.com, Medyaradar, Popüler Sinema ve Cinedergi yazarı olmam sebebiyle tuzum kuru! Neredeyse tüm sinemasal aktiviteleri takip ediyorum ama bu ortamlarda artık kendim gibi blogcuları da görmek istiyorum. Sinema medyasına farklılık getirecek, farkındalık yaratacak olanlar onlar çünkü… (bknz: Malatya Film fest. fotoromanı) Bu yüzden “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” demek ve kenara çekilmek yerine konuyu tartışmaya açmak istiyorum.

Olayın özü şu;

* Sinema blogculuğu yükseliyor. Blog yazarları hiç olmadığı kadar çok okunuyorlar ve ciddi bir tiraj yakalamış durumdalar… Buna rağmen, yazılı basının tekelleşmiş saygı duygusundan uzaklar. Blogcular hala yeniyetme hevesli gençler gibi kabul görüyorlar ve ciddiye alınmıyorlar.

* Festival PR’ı yapanların blogculardan haberdar olduğu gönderilen bültenlerden anlaşılıyor. PR’cıların çoğu, blogları etinden-sütünden dilediği gibi faydalanabileceği gibi bir yapı olarak görüyor. Bülten yayınlamak aslında blogculuğun özüne aykırı. Tamamen özgün paylaşım üzerine kurulmuş bu yapılar yine de bu konuda elinden geldiğince özverili davranıp, okurunu haberdar etmek adına bu bültenleri yayınlıyorlar. Bunun için blogcunun PR mensubuna da ihtiyacı yok aslında… Eğer gerekliyse, yine bir blog yapısı olan sadibey.com en doğru ve hızlı bilgilendirmeyi yapıyor.

* Acı ama gerçek: Festivallere katılan basın takipçilerinin neredeyse yarıdan fazlası festival hakkında iki satır bile yazmıyor, olayı bir kaç tweet ya da facebook girdisiyle geçiştiriyorlar. Ya da kendi medyaları için özel oyuncu, yönetmen röportajları yaparak festival ortamını bir röportaj platosu gibi kullanıyorlar. Festivale katılmayı bir takipçi olma durumundan çok bir ayrıcalık ve kazanılmış bir hak gibi görüyorlar. Bu söylediklerim elbette geneli bağlamaz ama bu gerçekliği olan bir tespittir.

* Blogculuğun sivri ve samimi bir tarafı var ve bu samimiyet organizatörlere bazen iyi gelmiyor. Daha yeni yazdığı bir blog yazısı yüzünden bir festivalden aforoz edilmiş yazar vakası ile karşılaştım ve çok üzüldüm. Bloglar eleştirir ve eleştiri aslında iyi bir şeydir.

* Yaygın medya adına film festivallerini takip edenlerin içinden hevesli olanların  yazdıklarını ilk paylaştığı yer de yine kendilerine ait bloglar…

* Yazılı basının önemi ve saygınlığı devam ediyor ama tiraj raporları durumun giderek kötüye gittiğini gücün internet üzerinden okura ulaşanlara geçtiğini gösteriyor.

* Yani bloglar film festivalleri ya da başka etkinlikler için eline silah verilmeden en ön cephede savaştırılan köylü askerler gibiler! Bu durumun yavaş yavaş değişeceğini umduğum halde bir olumluluk görememek beni şaşırtıyor.

Tüm bu ahval ve şerait altında sinema bloglarını bülten ve duyuru yayınladıkları organizasyonlara takipçi olmak için başvurmaya, olumsuz sonuçlar alındığında ise destek vermemeye çağırıyorum. Bloglarımız PR faaliyetleri için kullanılacak bedava reklam panoları değildir. Blogun işi takip edip haber vermek, fikir üretip paylaşmaktır. İlgi çekmesi ve bir tartışma başlatması dileğiyle…

Not: Bu yazının ilk yazıldığı tarihten (29.03.2011) sonra Birand yapım ve özellikle Esin Tatlav konuya çok duyarlı yaklaşarak Antalya Altın Portakal ve Malatya Film festivallerine Öteki Sinema, Ters Ninja, Kültür Mafyası ve Ekşi Sinema gibi blogları medya sponsoru yaptılar ve davet ettiler. Adana Altın koza film festivali de aynı  duyarlılığı gösteren etkinliklerden… Bu duyarlılığın tüm camiaya hakim olması dileğiyle…

blank

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

5 Comments Leave a Reply

  1. haklı siteminize destek veriyorum. evet ben de bir sinema bloguna sahibim ve çeşitli eleştiriler ve tahliller yapıyoruz. gerçekten hiç etik olmayan haberler veya etkinlikler yayınlatılmaya çalışılıyor bloglarımızda. etikten kastım ise haberi yayınlatan elemanın sizinle bir daha irtibata geçmemesi.

    blog yazarlığı artık yadsınamaz bir gerçek. insanlar film tavsiyesi almak için artık gazete filan almıyorlar. bu işi hakiki yapan blogcuların kapısını çalıyorlar.

    bu konuda elimden geleni yapmaya hazırım.

  2. Merhaba Murat
    Yaklaşımın çok güzel ancak benim bazı çekincelerim var.

    Çok fazla blog var sinema üzerine yazan çok insan var ki blog günlük yapısındadır bu yüzden ben hangi kriterlere göre festivalelre davet edileceğini düşündüm. 5 kişiyi çağırıp 50 kişiyi çağırmamak güzel durmayabilir.

    Blog kişisel bir çaba ise zaten festival ile ilgilenen kişi o festivale gider…
    Bence PRcılar davet etmese bile haberdar etmeliler. Gala tamamda bu davet olayı bir organizatör gözüyle çok komplike oluyor. Bir işi profesyonel yapanların akredit alması için formların belli kategorilere göre ayrılması kademe kademe olması da mantıklı olabilir.

    Yani PR festivali haber verir, festival akredite edilmesi için formu blogcuya yolayıp kontrol eder… Ek roportaj imkanları sunar vs vs
    Bu konuda yüksek sesle düşünüyorum bazı şeylerin Türkiyede nasıl işlediğini cidden bilmiyorum ama konser düzenleyen arkadaşlarımın çoğu tanıdıklarına bedava bilet vermek yüzünden zarar eder hale gelmişti o durum biraz bizim ülkede sakıncalı gibi geliyor bana…

    Profesyonel işleir bazı insanlar bu tip masrafları yapmalı. Çünkü profesyonel aktiviteye yatırım. Ama bizde yazı yazmak, dil bilmek gibi eğitim gerektiren hiçbirşeye para verilmez…

    Biz Sinematik olarak bazı galalara davet edildik, geçen sene festival daveti de gelmişti sanırım ama biz de Türkiyede yaşayan kimse yok :)

  3. Açıkçası sadece sinema değil, hemen hemen her konuda blog sayfaları medyadan daha güvenilir ve samimi geliyor bana.

  4. İlham verici bir yazı olmuş.

    Ne yalan söyleyim ☺ ben bazı “sinema blogcularını” pek blogcu gibi görmediğimi ifade etmeliyim. Ahah benimle üç aşağı beş yukarı aynı safta olduğunuzu bilmek hoşuma gitti ☺

    Yanılmıyorsam marksist bakış açısına göre internetin temel işlevi, diğer “tanıtım!” araçlarıyla aynı. İyi kötü matbuuatın da kitlesel hale dönüşmesi bu minval üzere oldu. Luther tanrının tanıtımını geniş kitlelere yapmak için matbaayı kullandı. Sonra taş baskı afişler -hatırladığım en geç afiş 16. yy. aitti sanırım- Ki internette yapılan aramaların ve açılan sitelerin dağılımı itibarıyle de sanırım, bu marksist sav basit bir doğrulamaya kavuşuyor. Bu yüzden basın ve sanat başta olmak üzere pek çok “unsur” dijital oldu.

    Nefret etmeme rağmen bu feysbuk’da da “kankanın sevdiği kola sende iç” kabilinden bir reklam çalışmasına başlanacakmış galiba.

    Bu açıdan internet “gerçek!!!” amacına hizmet etmeye yeni başlıyor diyebiliriz. Ki aslında diyalekt olarak da oraya varması muhtemel di de. Fakat bu web 2.0 denen hadisede işler değişmeye başladı. Görsel tüketim yerini, sorgulamaya ve eleştiriye bıraktı. Yani sunulanları sorgulamak. Sanırım burada işler yazılı basından daha farklılaşmaya başlıyor işte.
    Çünkü matbuat ne olursa olsun “kütle olarak manipülasyona” açık bir mecra. Bu yüzden ne hususta olursa olsun salt eleştiri teorik olarak imkansız. Ama bireysel sayılabilecek bloglarda; samimi olarak, daha rafine(kalitatif değil “pure”)
    eleştiri/inceleme bulmak daha olası.

    Bu da yapıcı ve yapımcı çevreler ya da herne ise onlar için “üret-tanıt/tanıttır-izlet-kazan- mekaniğinde bloggerlerin, tanımlanmayan obje olmasına yol açıyor.

    Burada yapımcıların/dağıtımcıların, “öz eleştiri” -aslında bu çok zor bence- gibi, ayna gibi blogları bir unsur olarak kabul etmesi ile başlar. tabi arada o eski matbuat kafasının da “mücadele” gibi görmemesi gerek. Çünkü bu insanlar sinemayı sevdiği için mesai harcayan insanlar.

    Bloggerlerin davet seçiminde de web 2.0’ın ruhu ile; “Ne kadar özgün içerik o kadar köfte” ☺

    ahah alışkanlık yor’lu yarlı söylemişim, siz onu “bence” diye okuyun ☻

  5. Beni en çok üzen durumlardan biri de şudur: Saygın bazı internet sitelerinde yayınlanan araştırma yazılarının başkaları tarafından kaynak olarak kullanılması ancak kaynakça bölümüne sitenin dahil edilmemesi. Tahmin ediyorum ki, bu durum yazan tarafından bir kompleks haline getirilmiş. Kaynakçada net adresleri kullanmanın yazısına negatif etki yaratacağını düşünüyor olsa gerek. İtiraf etmeliyim ki, nette yazılanlara doğrudan itimat etmem, ya da şüpheci davranırım. Ancak bazı siteler (ki onlara saygın demek yerindedir) yazı yayınlarken seçici davranıyor, yazarlarını özenle seçiyor. İşte bu kriterlerde yazı yayınlayan sitelerin haklarına, o yazıyı yazan yazarın emeğine ve telif haklarına bir saygısızlıktır. Yorumum, gözlemlerime ve birkaç tecrübeme dayalıdır. Kesinlikle genelleme yapmıyorum ve kimsenin kişiselleştirmesini de arzu etmiyorum.
    Saygılarımla…

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Gaipten Sesler: Türk Sineması Kış Uykusu’ndan Uyanıyor mu?

Kış Uykusu, NBC sinemasının zirvesi ama Türk sinemasının 100. yılının
blank

Zombie Story

John Wray, The Walking Dead dizisi ile Toy Story filmleri