Türk Sineması’nın geçmişini bilen, bugününü takip eden hemen herkes bir şeyi çok iyi bilir. Biz nitelikli aksiyon-macera filmi çekemeyiz. Son dönemlerde ucuz komediler ile bayık festival filmleriyle boğulan sinemamızdan çıkan ve film sayılabilecek yapımlar bile çok azken; temposu yüksek, dövüş sekansları sağlam, aksiyonu bol tür filmleri görmek çölde vaha bulmakla eşdeğerdir. Ancak hemen telaşa kapılmayın! Uzun Yol, Yağmur-Kıyamet Çiçeği ve daha pek çok kötü filmin ödüllendirildiği sinemamızda aksiyonseverlerin susuzluğuna iyi gelecek bir film yapıldı: Panzehir!
Öteki Sinema için yazan: BAŞAK BIÇAK
Açıkçası öncesinde hiçbir bilgi sahibi olmadan, fragmanını bile izlemeden gittiğim Panzehir’le ilgili beklentim oldukça düşüktü. “Bizden iyi bir aksiyon filmi çıkmaz” gibi bir önyargım olduğunu da itiraf etmeliyim. Ama daha ilk sekansından ilgimi çeken, beni kelimenin tam manasıyla ters köşeye yatıran bir filmle karşılaştım. İstanbul’un kuş bakışı görüntüsüyle ve müthiş bir müzikle açılan film, daha ilk sahnesinden beni ekrana kilitlemeyi başardı ve ortada “farklı” bir şeyler olduğunu hissettirdi. Ve evet, karşımda görüntüleriyle, dövüş sahneleriyle, hemen her sekansında doğru bir biçimde kullandığı müzikleriyle etkileyici bir aksiyon filmi vardı. Filmden çıktığımda ise düşündüğüm tek şey şuydu: Panzehir, tadını damağınızda bırakan türden bir filmdi…
Panzehir’de genel hatlarıyla hikâye örgüsünden bahsedecek olursak; babasının emanet ettiği mafya babası Kara Cemal tarafından bir ölüm makinesi, öldürülemez bir tetikçi olarak yetiştirilen Kadir’in kör bir piyaniste aşık olup emekliye ayrılma isteğiyle başlıyor. Ancak İstanbul’un en büyük mafya babası Kara Cemal ve oğlu Ferit, ellerindeki cevheri o kadar kolay bırakmak istemiyorlar ve son akşam yemeği tadında bir görselliğin hâkim olduğu sahneyle Kadir’i ve onu yakalamak üzere görevlendirilmiş polis memuru Cem’i zehirliyorlar. Ölmemek için 6 saatleri, Panzehir’i alabilmek için ise İstanbul’un diğer büyük mafya babalarını ortadan kaldırma zorunlulukları olan Kadir ve Cem, zoraki işbirliği ile amansız bir mücadele içerisine giriyorlar. Bu noktadan itibaren efendisinden ayrılmış bir “roninin”, hayatta kalma çabasına dönüşen Panzehir, temposunu hiç düşürmeyen, yakın dövüş sahneleriyle göz kamaştıran bir filme dönüşüyor. Doğru düzgün bir aksiyon filmi bile çekemediğimiz göz önünde bulundurulduğunda, Panzehir’in bu açıdan ne kadar öncü bir film olduğunu fark etmek zor olmayacaktır.
Böylesine güzel bir filmin şanssızlığı ise vizyona girdiği hafta Soma gibi Türkiye’nin yaşadığı en büyük maden facialarından birine denk gelmesi oldu ve ben dahil hemen herkes hayatı bir kenara bırakıp yasımıza odaklandık… Üstünden onca zaman geçmesine rağmen filmi yazmak istememin sebebi ise tesadüfen Dsmart’ta karşılaşıp yeniden izlememdi. Başyapıt olarak kabul edilen filmleri bile ikinci kez izlemeyi çok da tercih etmeyen biri olarak, Panzehir’in kendisini yeniden izlettirebilen bir aksiyon filmi olduğunu söyleyebilirim ki bu, türe ait filmler arasında eşine az rastlanır bir durumdur. Sadece bu ayrıntı bile, Büşra ve Dağ gibi filmleriyle tanıdığımız Alper Çağlar’ın ne kadar başarılı bir iş çıkardığının ve ne kadar umut vaat eden bir yönetmen olduğunun kanıtı olarak gösterilebilir.
Panzehir’in en önemli avantajı ise kim olduğunu bilen hemen herkesi heyecanlandıracak bir başrole sahip olması. Dünyaca ünlü Wing Tsun ustası, bu alanda Mickey Rouke, Jeff Goldblum, FBI, US Marine ve SWAT gibi kişi ve kurumlara ders veren, başka bir deyişle Grandmaster olarak kabul edilen Emin Boztepe, Panzehir’in anti kahramanı Kadir Korkut’u canlandırıyor.
Bağlı olduğu mafya babası Kara Cemal rolünde Cüneyt Arkın’ı, oğlu Ferit’te Emir Benderlioğlu’nu, Kara Cemal’in gençliğinde ise Cüneyt Arkın’ın oğlu Murat Arkın’ı izliyoruz. Cüneyt Arkın’ın bu role ne kadar yakıştığını söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama daha önce oyunculuğunu yetersiz olduğunu düşündüğüm Emir Benderlioğlu’nu çok başarılı bulduğumu, oğul Arkın ile baba Arkın’ın birbirlerini çok iyi tamamladıklarının altını çizmeliyim. Cem karakterini canlandıran Tolga Akdoğan ise Emin Boztepe’yle birlikte iki ana karakterden birini oluşturuyordu ve filmde ara sıra karşılaştığımız mizahi tarafını sırtlıyordu. Daha önce yönetmenin Dağ filminde gördüğümüz oyuncu, Boztepe’yle çok iyi bir uyum yakalıyor ve filmin en başarılı oyunculuğunu sergiliyor. Bunların dışında, Emin Boztepe’nin çok hafif hissedilen aksanı ya da sevgilisi Elsa’yı Alman canlandıran top model Christina Gottschalk’ın ilk sinema tecrübesi göz batan unsurlar değildi ama yan rollerde Edoardo Costa ve Florence Eugene gibi isimlerin bulunması fazlasıyla yerinde bir tercih. Çünkü filme western tadı ekleyenler bu isimler olmuş…
Ağırlıklı gece çekimleri sebebiyle karanlık bir hava taşıyan Panzehir’de bu atmosfer, flashbacklerle Kadir’in geçmişine dönüldüğü sekanslarda değişiyor. Ancak görüntü yönetimi burada da o kadar başarılı yapılmış ki, renk kullanımı filmi bir anda 1970’lerin havasına götürüyor. Tüm bu paralel geçişler boyunca temponun neredeyse hiç düşürülmemesinin arkasında da yine iyi bir kurgu yatıyor.
Panzehir’de öve öve bitiremediğim Mehmet Başbaran’ın elinden çıkan görüntüleri ve hiç azalmayan temposunun dışında ön plana çıkan başka bir ayrıntı daha var ki, o da son dönem Türk Sineması’nda “kullanmamayı bir halt sandığımız” müzikler… Orijinal müzikleri Clint Bajakian ve Jeremy Garren’a emanet edilen filmde, kullanılan diğer parçalar günümüzde hiçbir Türk filminde karşılaşamayacağınız türden bir repertuara ve vuruculuğa sahip. Panzehir’de, Vivaldi’den Teoman’a, Muazzez Abacı’ya kadar her telden tınıyı duyabilmeniz mümkün ve bu gerçekten filmin en iyi olduğu yönüydü.
Panzehir’in tek sıkıntısı ise araba sahnesinde kullanılan efektlerin fazlasıyla amatör olmasıydı ama bu kadar emek verilmiş bir işte, bu ayrıntıyı görmezden gelebiliyorsunuz. Çünkü Panzehir, her şeyiyle son dönemde yapılmış en iyi aksiyon filmi. Elbette daha iyi olabilirdi. Ama daha iyisi yapılana kadar en iyisi bu. Atlamayın derim!
Bu filmin övülmesine inanamıyorum. Görüntü yönetimi dışında film berbat.
Bence fena film değildi, 10/6,5