Akşehir Nasrettin Hoca Komedi Filmleri Festivalinde Biray Dalkıran ile karşılaştık. Araf ve Cehennem 3D adlı korku filmleri sebebiyle takibimizde olan bir isim kendisi… Bir çay bahçesinde sıkıştırdık ve pek çok türde gişe filmine imza atmış olan genç yönetmenle Türk sinemasının dertlerini konuştuk. Yakında yeni filmi Peri Masalı’na başlayacak olan Dalkıran, çektiği korku filmlerinden bahsetti.
Murat Tolga Şen: Türk sinemasında türler arasından geçiş yapan yönetmen sayısı azdır. Genelde bir yönetmen bir türü çekmeye başlar ve oradan gider. Karakter oyuncularının üzerine yapışan sen bu rolün adamısın söylemi, yönetmenlere de yapışır aslında. Aşk filmlerinin unutulmaz yönetmeni diye bir filmimiz bile var. Yönetmen melodram çekmiş yıllarca, başka bir şey de çektirilmediği için mutsuz olmuş. Sen korku filmi çekerek başladın, dram yaptın, televizyona diziler çektin, klipler yaptın ve son olarak komedi türüne el attın. Türleri deneyen bir yönetmensin bu senin tercihin mi yoksa sektörün seni ittiği bir durum mu?
Biray Dalkıran: Ben arayışı, denemeleri seven biriyim. Kısa filmle başladım, oradan reklam yardımcı yönetmenliği yaparken kliplere merak saldım ve klip yönetmenliği yapmaya başladım. Bir ara öyle bir hale geldi ki Top 10 listesindeki ilk 3 neredeyse benim kliplerim olurdu. Daha sonra reklama geçtim. Ancak reklam, klip derken bana yetmediğini fark etmeye başladım. Sinemada en zor tür korkudur bence ve hep şunu söylerim: dram filmine ağlamaya gidilir, komediye gülmeye ama korku filmine korkmamaya gidilir. Seyircinin bir tepkisi vardır, korkmayacağım der. İşte onu kırmak gerek ve ben onu denedim Araf’ta. İlk yemek yapan kadının yemeği genelde yanar ya, bizimkisi de az yanmıştı sadece…
Murat Tolga Şen: Aslında şu da var, bizim korku sinemasında bir gelenek yok. Senden önce çok fazla bunlar yapılmış, bunun üzerinden gidelim diyebileceğin bir durum yok. O yüzden daha çok dışarıdaki örneklerden ilham almak zorunda kalıyorsun…
Biray Dalkıran: Böyle bir gelenek olmadığı için korku sinemasında, ışık ve teknik bilgimiz de yok aslında. Biz bir şeyler deneyerek yapmak zorundayız. Komedi türünün ışığı bellidir, dramın bellidir ancak korku da onu yapacak görüntü yönetmeni de yok. Biz gerçekten kendimizi attık ortaya; neyse ki başımız ağrımadan çıkabildik.
Murat Tolga Şen: İş yaptı mı? Para kazandın mı peki?
Biray Dalkıran: Yaptı, para da kazandırdı. Benim yaptığım tüm işler yapımcıya para kazandırdı.
Murat Tolga Şen: Benim şöyle bir gözlemim var: İlginçtir; şu anki gişe sinemacılarının çoğu para kazanmak için komediye yöneliyor. Aslında baktığın zaman gerçekten çok kötü çekilmiş korku filmleri var. Mesela Konak diye bir film izledim; yine geçen yıl izlediğim ama adını dahi hatırlamadığım bir korku daha var. Sibel Gökçe’nin oynadığını hatırlıyorum sadece. O filmler gerçekten çok kötü olmasına rağmen, onlar dahi para kazandı. Korku sinemasının bir yüz binlik izleyicisi var gibi ve kötü film bile yüz bine kadar gidiyor. Bu durum, Türk seyircisinin korku türünü sevmesinden kaynaklanıyor; ticari potansiyeli olan bir tür korku Türkiye’de ama az deneniyor tabii…
Biray Dalkıran: bir de şöyle bir şey var, ben isteği fazla olan bir yönetmenim. Hem teknik, hem oyuncu kapasitesi, hem mekanlar, hem senaryo olarak, hem de yapımcı ve pr açısından iyi olsun istiyorum. Böyle olduğu zaman zaten sizin filminizin en az üç yüz bin yapması gerekiyor. İyi yemek yapmak istiyorsanız, domatesin kalitelisini seçeceksiniz, etin en doğru yerini alacaksınız. Ve bunları doğru bir mutfakta harmanlayacaksınız. İyi film de böyledir, ancak o zaman güzel bir iş çıkar ortaya.
Murat Tolga Şen: Sen bir de Türkiye’nin ilk üç boyutlu filmini çektin: Cehennem. O maceradan biraz bahsetmek ister misin? O konuda sanki biraz sıkıntıların var istediğin filmi çekememekle ilgili?
Biray Dalkıran: Yeni şeyler denemeyi seviyorum ben. Araf’ı denedik ve yabancı piyasaya satılan sayılı dvd’lerden biri oldu. Altın Portakal’a kabul edilen ilk korku filmi oldu. Arkasından Cehennem projesi geldi ve yapımcıların fikriydi 3D olması. Bir anket yapmışlar hatta ve yeniliklere en açık yönetmen olarak Biray Dalkıran ismi çıkmış ve benim temasa geçmişler. Bende tabii yenilik olunca hemen atladım ve kabul ettim. 6 ay boyunca 3D’yi öğrenerek zoru başardım. Filmin 3D’si çok sorunsuz oldu ve yurtdışından denetmenler geldi, 3D’sine onay verdiler. Bizde çok keyifliydik, tam o sırada Kanıt dizisi geldi. Ben gidip geliyorum ama montaj, müzik ve efektler… Filmin bu kısmında ciddi problem yaşadım…
Murat Tolga Şen: Filmin yönetmeni olarak tavsiyeler vermedin mi?
Biray Dalkıran: Yapımcılar o noktada filmi benden biraz sakladılar. Ben Kanıt’ı çekiyordum ve ne zaman telefonla arasam, filmi görmeye geliyorum desem, Biray 10 gün sonra gel diyorlardı.10 gün sonra arıyorum ben geliyorum montaja diyorum, şimdi gelme şu eksik kaldı gelirsen bir şey izleyemezsin, 15 gün sonra gel diyorlardı. Ben böyle böyle 6 kez itelendim. Dörtten sonrakilerde zaten kavga etmeye başladım, ne yapmaya çalışıyorsunuz, size dava açacağım farkında değil misiniz diye… En son aramamda, Çarşamba günüydü yanlış hatırlamıyorsam, Cumartesi izleyebilir miyim dedim, Cuma vizyonda dediler.
Murat Tolga Şen: Vizyonda izledin yani filmi?
Biray Dalkıran: Vizyonda ilk seansta izledim. Ardından hemen avukatımı arayıp dava açtım, davayı da kazandım. Şu an yapım şirketinin üzerinde haciz var.
Murat Tolga Şen: Basın gösterimi yapıldıysa biz senden önce izlemiş olabiliriz.
Biray Dalkıran: Olabilir tabii. Benim dışımda herkes benden önce izledi zaten. Film, görüntü yönetmenliği olarak iyiydi, oyunculuklar da hiç fena değildi…
Murat Tolga Şen: İzledikten sonra ne dedin peki?
Biray Dalkıran: Türkiye büyük bir fırsat kaçırdı. Düzgün bir kurgu, iyi bir müzik, iyi efektler, dünyaya dağıtılacak bir film olurdu. Çünkü 3D film az yapılıyor, senaryosu ve korkusuyla dünyaya satılabilecek bir işti Cehennem. Yapımcının aceleciliği ve acemiliği yüzünden, kötü müzik, kötü montaj ve kötü efektlerle dünyaya açılma şansını kaybettiler, bir yönetmen olarak bende kaçırdım. O üç şeyden dolayı çok kırgınım.
Murat Tolga Şen: Bu kötü tecrübe, seni ileride yeni korku filmi çekmekten ve korku türüne tekrar girmekten alıkoyar mı? Devam etmek istiyor musun?
Biray Dalkıran: Hayır, tam tersine ben dayak yediğim zaman ayağa kalkıp küfrederek üzerine yürüyen bir adamım. Dört kişi olsun yine giderim. O noktada saçma bir Trakyalı kanım var ama böylece ne zaman nerede yumruk atacaklarını öğreniyorsun. Bir musibet bir nasihatten iyidir derler ya, sana bir tane kötü bir şey geldiği zaman gerçekten bin tane nasihatten iyi oluyor. Cehennem’de de benim için öyle oldu.
Murat Tolga Şen: Türkiye’de gerçekten tam anlamıyla olmuş diyebileceğimiz korku filmi maalesef henüz yok. Ama senin de bahsettiğin şeylerden dolayı, korku türünde kendi sinemasını en fazla yapabilen kişi Hasan Karacadağ ve ticari açıdan da en başarılı olan şimdilik o.
Biray Dalkıran: Yaptığı şey aşağı yukarı belli, seyircisi belli, prodüksiyon masrafı belli…
Murat Tolga Şen: Evet, ucuz prodüksiyonlar yapıyor… Korku sinemasının genel eğilimi de budur zaten.
Biray Dalkıran: Senaryo kapasitesi belli, Türkiye’yi biliyor, daha önce çalışmış şeyleri biliyor ve o çerçevede gidiyor ki seri filmleri de var zaten.
Murat Tolga Şen: Evet, Dabbe serisi…
Biray Dalkıran: Zaten sinema eğlencedir. Benim gibi iyi film çekme manyakları dışında iyi bir şeydir entertainment olmak. O yüzden yadırgamaz. Sonuçta yapımcı para kazanmak ister, yönetmen de bunu yapımcıya sağlar.
Murat Tolga Şen: Peki sen, ileride çekeceğin korku filmlerini, Hasan Karacadağ gibi aşırı yoğun bir dini referans üzerinden mi yürütmek istersin yoksa daha modern hayatın içinden, şehir insanının korkularından mı gidersin? Doğaüstü fenomen mi çelmek istersin ya da canavar, yaratık filmi mi çekmeyi tercih edersin? Senin en sevdiğin korku filmi ne peki?
Biray Dalkıran: Mirrors’ı çok beğeniyorum. Şeytan’ı çok seviyorum, sapıklık ölçüsünden severim hatta hala izlerken korkarım. Ama mesela canavar filmlerine pek inanmam, özellikle bir lafım vardır: Vampir Ahmet’i kovalamaz, kurt adam Ayşe’yi ısırmaz diye…
Murat Tolga Şen: Asyalı kökenlerimizden dolayı biz daha çok doğaüstü fenomenlerden, ruhlardan, cinlerden korkuyoruz sanırım.
Biray Dalkıran: Sopayla kovarız biz vampiri. Vampir görsek, baba dişlerini yıka deriz, çok inandırıcı değildir bizim için. Bizde karşılığı yoktur çünkü.
Murat Tolga Şen: Bana Bir Soygun Yaz’da komedi türüne el attın. Türkiye’de çok denenen türlerden biri de korku-komedi türüdür. Kutsal Damacana serisi vardır. Bu türde film çekmek ister misin sonradan?
Biray Dalkıran: Yok, hayır. Ben daha yalın türleri seviyorum. Korku kabulümdür, dram ve aksiyon da öyle…
Murat Tolga Şen: Komedi çekmekten mutlu musun? Bana Bir Soygun Yaz üzerinden konuşalım biraz. Altın Eşek Komedi Filmleri Festivali’ne bu filme geldin. Ben filmini izlediğim zaman, tam 70’ler castına uygun bir senaryo olduğunu düşündüm mesela. Münir Özkul’lu, Adile Naşit’li, Tarık Akan’lı, Halit Akçatepe’li, Metin Akpınar’lı bir kadroyla Biray Dalkıran bu filmi 70’lerde çekseydi bir klasik olarak günümüze gelebilirdi bence. Yönetmenlik, hikaye değil sadece mesele, hatta senin filmin bana bunu en çok hissettiren filmlerden biri oldu; bizim eskisi kadar iyi oyuncularımız yok galiba diye düşündüm. Sen ne düşünüyorsun filmin için? Çektin, beğendin mi? Gişede umduğunu bulabildin mi? Seriye dönüşebilecek bir hikaye de var aslında…
Biray Dalkıran: Direkten döndü seriye dönüşmesi. Ben teknik olarak Hollywood’un takibindeyim ama senaryo olarak Yeşilçam’ın hastasıyım. Çünkü bizde çok başarılı işler üretiliyordu Yeşilçam’da. Bu filmin senaryosu Yeşilçam’da muhteşem olur ama biz oradan fazla beslenemedik.
Murat Tolga Şen: Sadık Şendil’ler, Safa Önal’lar, Yavuz Turgul’lar vs…
Biray Dalkıran: Safa ağabey konuşsun saatlerce dinlerim, yerimden kalkmam. Yavuz Turgul keza öyle…
Murat Tolga Şen: Zaten Sadık Şendil ve Safa Önal’ı Türk sinemasından çıkarsak, geriye bir şey kalmaz neredeyse…
Biray Dalkıran: Bulunduğum coğrafyaya göre dans etmem ve onlara göre film yapmam gerektiği için Yeşilçam senaryoları benim hala ders gibi çalıştığım senaryolardır. Tamam, yurtdışından da takip ediyorum ama onları zaten Türkleştiriyorum. Bana Bir Soygun Yaz’ın senaristi İnci Hanım da zaten bize biraz rahat davrandı, istediğimiz gibi değişiklik yapma şandı verdi. İnci’nin verdiği bu rahatlıkla biz de biraz daha yolumuza esnek devam edebildik. Ben mesela, Hacamat rolü için Metin Akpınar’ı çok istiyordum, Metin ağabey çok saygı duyduğum biridir. Oturduk, konuştuk onunla ama ikna edemedim. Ondan sonra Mehmet Özgür’e yoğunlaştım.
Murat Tolga Şen: Çok iyi oynamış bu arada Mehmet Özgür…
Biray Dalkıran: Mehmet ağabey, tanıdığıma çok mutlu olduğum bir adam. Doğru yere, tam istediğim pasları atabiliyor. Hiç egosu olmayan, bunu biraz şöyle yapalım dediğimde tepki göstermeyen biri…
Murat Tolga Şen: Bu arada senin filmindeki oyunculuklar, o oyuncuların şimdiye kadar gördüğüm en iyi performanslarıydı. Senin oyuncu yönetmek anlamında çok başarılı olduğunu düşünüyorum. Ben onları TV’de de izliyorum, başka filmlerini de gördüm ama hiç buradaki kadar rahat, kendi içlerindeki komedi potansiyelini ortaya çıkaracak biçimde doğal oynadıklarını görmemiştim.
Biray Dalkıran: Çok teşekkürler. Dersimize çok iyi çalıştık, okuma provalarını çok iyi geçtik…
Murat Tolga Şen: Doğaçlama ile ilgili bir laf var, hatta orada pek doğaçlama yaptırmadın galiba. Filmde karakter öyle diyor, “doğaçlamaya girmeyelim sonra dramatik yapı bozuluyor” diye…
Biray Dalkıran: Biz orada esasında hep birlikte bir şeyler yaptık. Okuduk senaryoyu, ben bir şey söyledim, onlar bir şey söyledi, 6-7 kafadan bir yere çıktığı oldu işin. Zaten ilk iki gün yapımcı garipti. Biray yazılandan farklı çekiyorsun diye kızıyordu ama sonra gidip montajda izleyince, bildiğin gibi devam et iyi oluyor dedi, filme çok güvendi. Filmin gişesine gelince, doğru zamanda çıkamadık, doğru pr ile çıkamadık…
Murat Tolga Şen: Senin film Hobbit ile aynı hafta gösterime girdi değil mi?
Biray Dalkıran: Evet, yıllardır beklenen bir filmdi Hobbit ve beklenenden daha fazla gişesi oldu. Ama yine de çıkan işten satın alan kanal mutluydu, yapımcı mutluydu, ben mutluydum, oyuncular mutluydu. En önemlisi de bu aslında, bu işi biz biraz kendimiz için yapıyoruz. Yaparken öğreniyoruz, komedi benim yeni öğrendiğim bir daldı ve yapımcının diretmesiyle çektiğim bir işti. Ama reklamdan gelen bir alışkanlık, bir şey çekiyorsan daha önce ona benzer elli işi izlemek zorundasın. Ben oturup, Türkiye’de son on yılda yapılan tüm komedileri izledim. Yurtdışındakileri izledim ve oradan yola çıkarak senaryoda ufak değişiklikler yaptım. Belli bir noktaya ulaşabildiğim ve inandığım bir iş çıktı. Komedi çekmekten pişman değilim, iyi bir şey oldu benim açımdan.
Murat Tolga Şen: Çok güzel o zaman, senin başka türlerde de filmlerini görmeyi isteriz…
Biray Dalkıran: Yakında Peri Masalı’na başlıyoruz.
Murat Tolga Şen: Peri Masalı ne türde bir film?
Biray Dalkıran: Dram ama benim şu ana kadar, uzak ara en çok inandığım senaryo…
Murat Tolga Şen: Kimler oynuyor?
Biray Dalkıran: Henüz belli değil. Daha seçmedik.
Murat Tolga Şen: O zaman yeni projelerinde sana başarılar diliyorum Biray… Keyifli bir sohbetti, teşekkür ederim.
Biray Dalkıran: Benim için de öyleydi, teşekkürler…
Röportaj: Murat Tolga Şen / Fotoğraflar ve Deşifre: Başak Bıçak
Biray hoca ile kanıt’ta çalışma şansı buldum.Yine de Biray hocayla seve seve çalışırım.Biray hoca işini çok iyi yapıyor ve sette hiçbir oyuncuyu etki altına alıp onların gününü mahvetmiyor.Aksine sevecen bir abi,kardeş edasıyla ekibine ve oyuncularına hakimdir.Ekibi ve oyuncuları ona saygı duyarak yapabileceklerinin en iyisi yapamaya çalışıyorlar.Biray hoca ile çalışmak keyifli ve ayrıcalıklıdır.Kendisini saygıyla selamlıyorum.Hüseyin BUL