Son yıllarda festivallerin tozunu attıran, korkuseverler dışında da kendine hatırı sayılır bir hayran kitlesi edinmeyi başaran yani bir nevi yıldızlaşan bir dolu korku filmine denk geldik. It Follows (David Robert Mitchell, 2014) ve The Witch (Robert Eggers, 2015) henüz hafızalarımızda tazeliğini koruyan son örneklerden sadece iki tanesi. Önümüzdeki yıllarda da benzer filmler ile karşılaşmamızı sağlayacak bir furya ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz sanırım. Eğer adı geçen iki filmin kalitesine yakın olacaksa benim bu furyadan yana hiçbir şikâyetim olmaz.

Bite poster 1Bite, Chad Archibald’ın yönettiği altıncı uzun metrajlı film. İlk duyduğumda Bite’ı izlemek için hiçbir istek duymadım. Daha önceki The Drownsman (2014) ya da Ejecta (2014) gibi deneyimlerin sonucuydu bu isteksizlik. Ancak katıldığı seçkin festivallerden hiç de fena olmayan eleştirilerle dönünce merakımın kurbanı olmaktan kurtulamadım.

Jared ile evlenmesine sayılı günler kalan Casey, en yakın iki arkadaşı Jill ve Kirsten ile beraber Kosta Rika’ya bekârlığa veda tadında bir tatile gider. Alkole boğulan üç kadın, sabahlara kadar dans ettikleri barda tanıştıkları birinden ‘cennet gibi’ bir yerin tarifini alır ve gittikleri yerde Casey’yi bir “şey” kalçasından ısırır. Neredeyse her anlarını kameraya alan üç kadın eve döner. Isırığın olduğu bölge önceleri kabarır, daha sonra iltihaplanan yara büyümeye başlar. Bu arada Kosta Rika’da yaptığı kaçamak sonrası hamile kaldığını öğrenen Casey, psikolojik olarak da çöker.

Buluntu film (found footage) formatında başlayan Bite, üç kadının tatilde yaşadıklarını elden ele dolaştırdıkları kameranın vizöründen vermeyi tercih ediyor. Eve geri dönmelerinden sonraki kısımlardaysa neyse ki bu tercihinden vazgeçiyor. Zaten kalan bölümün nerdeyse tamamı Casey’nin yaşadığı dairede geçiyor. Kısıtlı mekân kullanım zorunluluğu, düşük bütçeli filmlerin makûs kaderi olabiliyor, tabii bunu avantaja çevirecek yeteneğiniz yoksa.

The Witch ve It Follows benzeri filmler, evrenselleşme potansiyeli yüksek ve etki alanı geniş toplumsal temaları korku filmi kalıpları içinde anlatma yolunu seçip hedefi on ikiden vurmuşlardı. Bite ise daha kişisel bir temayı ele alıyor (ki bu bir eksiklik değil) ama bunu yeterince etkili bir şekilde işleyemediği için bir parça zayıf bir görüntü çiziyor. Örneğin The House on Pine Street (2015) de benzer biçimde daha kişisel bir temayı (anne-baba olma endişesini) ele almıştı ama etkili bir anlatıya sahipti. Bite, evlenmek üzere olan Casey’nin evlilik endişesini merkeze koyuyor. Evliliğe hazır olmadığını düşünen genç kadın, ne nişanlısının, ne de müstakbel kayınvalidesinin taleplerini karşılayamayacağından endişe duyuyor. Tam da bu endişelerini yenmek için gittiği tatilde bir “şey” tarafından ısırılıyor ve yaraya dönüşen endişesi büyüdükçe büyüyor. Buraya kadar bir sıkıntı yok. Bite’ın problemleri ayrıntılarda saklı.

Bite orta

Bir defa, başkarakter Casey dahil, karakterlerin hiçbiri yeterince iyi işlenmemiş. Hiçbiri hakkında detaylı bilgiye sahip olamıyoruz. Ne yaparlar, ne ederler, nasıl geçinirler hiçbir fikrimiz yok. Sırası gelenin sahne aldığı, boşlukta salınan iki boyutlu karakterler, hikâyeye de büyük zarar veriyor. Mantık hatalarınınsa ardı arkası kesilmiyor. Daha en başta ana karakterlerin yaşadığı mekân ile ilgili problem var. Aynı katta bulunan iki ayrı daireden birinde (23 numara) Casey, diğerindeyse (26 numara) Jared yaşıyor. (Hatta bir alt kattaki 15 numarada da Jared’ın annesi oturuyor.) İşine geldiğinde Jared’ı ulaşılmaz kılan film, işine geldiğinde bir çığlık ile Casey’nin kapısında belirmesini normal karşılamamızı bekliyor. Jared’ın, çok düşkün olduğu annesi ortadan kaybolduktan sonra bundan hiç söz etmemesi ya da hiçbir şey yapmaması da anlaşılır gibi değil. Ya da o kadar gürültü patırtı sonrası katta bulunan diğer dairelerin kapılarının bir kez dahi açılmamasına ne demeli. Bu tip mantık hataları filmin zayıf karnını oluşturuyor. Ayrıca bir dolu gereksiz bölüm filmin sarkmasına neden oluyor. Hele bir de bizim ‘cin filmleri’ndekileri aratmayan basitlikte bir sürpriz (twist) ile karşılaşınca çileden çıkmamak mümkün değil. En bomba saçmalık da finalde karşımıza çıkıyor; Allah aşkına o nasıl karantina öyle?

Peki, Bite’ın hiç mi olumlu bir tarafı yok? O kadar övgüyü boşuna mı almış? En başta çıkış noktasının ilgi çekici olduğu söylenebilir. Evlilik endişesi yaşayan Casey’nin, bilinmeyen bir “şey” tarafından ısırılıp dönüşmesi fikri hiç fena değil. Ayrıca dönüşüm sekanslarındaki özel efektler de düşük bütçeli bir film için gayet tatmin edici. Bunun dışında birçok ilginç anlar da barındırıyor ama bahsetmeye çalıştığım eksiklikler filmi fena baltalıyor ve Bite, vasat bir seyirlik olmaktan öteye geçemiyor ne yazık ki. Ancak ilk paragrafta bahsi geçen furyaya ait bir deneme olarak önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Bundan sonra bu tip denemelerle daha sık karşılaşacağız gibi görünüyor.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

1 Comment Leave a Reply

  1. Bu filmin Montreal, Kanada’da düzenlenen Fantasia Film Festivali kapsamındaki galasında iki kişi bayılmış, bir kişi kusmuş. Bayılanlar için ambulans çağırmak zorunda kalmışlar.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Kült Filmler Zamanı: Tetsuo – The Iron Man (1989)

Tetsuo, müziklerinden sahne ve set tasarımlarına, alışılmadık kamera tekniklerinden stop-motion
blank

Tam Bir İstismar Başyapıtı: Dangerous Seductress (1992)

Dangerous Seductress filminin ilk 20 dakikalık bölümü, kelimelerle anlatılamayacak tuhaflıkta