Çetin Dağlar’ın film afişlerini görüp de ilgilenmeye başlamamın üzerinden neredeyse 8 ay geçmiş. Dağlar’ın oynadığı 7 filmden erişebildiğim ve izlediğim son film, Çetin İnanç’ın 1982 yılında çektiği Bizim Mahalle. Yanılmıyorsam Dağlar’ın aktör olarak yer aldığı son film. Şimdilerde yönetmenlik yaptığını bilsem de aradaki 32 yıllık uzun zaman dilimini nasıl geçirdiği konusunda bir bilgim yok. Şimdilik kayıp olan diğer 4 filmi de aramaya devam edeceğimden emin olabilirsiniz. Özellikle Ölüm Saçan Hayalet isimli kayıp filmi oldukça merak ettim. Bir yerlerde karşıma çıkar elbet.
Filmin açılış jeneriğinde bir not karşılıyor bizi. Bu film bir adamın 12 Eylül öncesi kargaşa günlerinde yaşadıklarını anlatıyormuş. Sonra da 12 Eylül darbesini yapıp halkımızı huzur ve güven ortamına kavuşturanlara alkış, sitayiş ve nümayişlerden bir demet sunuluyor. B-filmlerimizde adettir: Sansür yüzünden filmin başına bir iş gelmesin diye finalde hep polis gelir. Bu sefer yöntemi değiştirip “aman başımıza bir iş gelmesin” konulu küçük gösteriyi filmin girişine koyan İnanç’ı yaratıcılığından dolayı tebrik ederiz. Ben de İnanç gibi yapıp bu teşekkürü yazının ilk paragrafına mı koysaydım acaba?
Filmin kahramanı Çetin (Çetin Dağlar) bir dolmuş şoförüdür. Sevgilisi Ayşe (Bahar Öztan), Çiler Hanım’ın (Ferda Ferdağ) evinde gündelikçi olarak çalışmaktadır. Çetin ile Ayşe evlilik planları yaparken Çetin’de gözü olan Çiler Hanım onları ayırmak için hain planlar yapmaktadır. Çetin ile Ayşe’nin hayatının bundan sonraki evresi hiç de kolay olmayacaktır.
Bizim Mahalle’ye müzikten arındırılmış bir arabesk filmi demek mümkün. Jönün veya esas kızın şarkıcı türkücü olduğu, sevgilisiyle sahile inip bir şarkı patlattığı filmlere arabesk film, şarkı patlatma işinin es geçildiği filmlere de trajedi deniyor. Burada da detaya girmem gerekiyor. Film çoğu yönden modern bir trajediyi hatırlatsa da baya bildiğiniz halis muhlis bir Antik Çağ tragedyasını anımsatan tarafları da var. Neden mi böyle düşünüyorum? Açıklayayım. Filmin Antik Çağ tragedyalarını hatırlatan yanları şunlar:
1) Filmin başkahramanları yeni doğmuş gibi ahlaklı, alıklık derecesinde iyi niyetli ve saf fikirli. Çünkü karakterler filmin/oyunun başında ne kadar masum ise sonradan yuvarlanacakları çukur o kadar derin ve pis gözükür. Filmin başlarında şöyle bir sahne var: Çetin, iş çıkışında sevgilisi Ayşe’yi almaya gelmiş. Çiler Hanım, zengin kadın efekti vermenin 70’li ve 80’li yıllardaki en kolay yolu olan uzun ağızlıklı sigarasını kıskanç kıskanç tüttürerek köşkün penceresinden onları izlemekte. Derken Ayşe, Çiler Hanım’ı görüp muhabbetle el sallıyor ve Çetin’e “Çok iyi bir hanım” diyor. İşte bahsettiğim alıkça iyi niyetli olma hali bu. Bu sahneyi ben yaşamış olsam bana böyle bakan bir kişinin iyi birisi olması ihtimalini aklımdan bile geçirmezdim. Ne kadar kötü niyetli bir insanım ki bu bakışı görünce “Çiler Hanım’ın o uzun ağızlığı benle bir araya getirecek nahoş planları var herhalde” deyip motorlu araçla, binek hayvanıyla veya koşarak o mıntıkadan ivedi bir şekilde uzaklaşırdım. İşte bu yüzden trajedilerde Özgür’ü değil Orestes’i, İon’u, Aias’ı, Orhan’ı, Ferdi’yi falan görüyorsunuz.
2) Başkarakterler olan Çetin ve Ayşe’nin kaderin oyunları karşısında hiçbir çabası, çaba gösterseler de bu çabaların bir hükmü yoktur. İki karakterin, özellikle de Ayşe’nin, olayların gidişatı üstünde hiçbir etkisi yoktur. Filmin son 20 dakikasındaki felaketler silsilesi şeklindeki olay örgüsünü kader, Diabolus Ex Machina’yı kullanarak tanzim etmektedir. Bu felaketler silsilesini mantıkla, hayatın doğal akışıyla izah etmenin imkanı yoktur. Ayşe, düğünü ortada bırakıp sevmediği müteahhite (her nedense) kaçar. Çetin hayata kahredip mahalleyi terk eder ve tır şoförü olur. Sonra uyuşturucu taşımayı reddettiği için işten atılır ve İstanbul’a geri döner. Randevu evinde Ayşe ile karşılaşır. Mahalleye dönen Çetin’in arkadaşı olan “Japon” lakaplı boyacı çocuk trafik kazası geçirir ve sakat kalır. Japon’un yeniden yürüyebilmesi için yurt dışında ameliyat olması lazımdır. Çetin parayı bulabilmek için kendini Çiler’e teslim eder. Çiler’den yeterli parayı alıp Japon’u ameliyat ettirir ama çocuk ameliyat masasında kalır. Mahalleye bir kasırga vurmadığı ve dev bir göktaşı düşmediği kalır. Adeta Dertler Festivali’nde “Belalar ve Zilletler Toplu Gösterimi”ni izleyen bir sinemasever gibiyizdir.
Filmin modern trajedileri hatırlatan yanları şunlardır:
1) Bizim Mahalle’nin anlatısı daha filmin isminden başlayarak keskin bir sınıf ayrımına sırtını yaslar. Bir “Bizim Mahalle” vardır. Fakir ve iyi insanlar burada yaşar. Bir de karşıki mahalle vardır. Zengin ve kötü insan kaynar. Zaman zaman belgesel gibi aktüel görüntülere girerek gerçekçi bir Bizim Mahalle imajı oluşturulur. Sonra karşı mahalle ile olan karşıtlıkları ortaya serilir. Paçavraları birbirine sararak top yapan ve çıplak ayakla futbol oynayan perişan çocuklar ve kenarda, Milka çikolatası yiyerek onları izleyen takım elbiseli zengin çocuğu… Paris’ten aldığı parfümden bahsederek Çetin’i etkilemeye çalışan Çiler’in banalliği… Eline geçen üç kuruş emekli ikramiyesini Banker Ustelli’ye (Banker Kastelli Y.N.) kaptıran yaşlı adam… Velhasıl Çiler, müteahhit ve Çetin’in patronu gibi zenginler, hep kötü, görgüsüz ve banal ama fakirler iyi yürekli, cömert ve candandır. Sınıf farkı vurgusu bazen sakilliğe varır.
2) Anlatının sırtını sınıf farkına dayadığını söylemiştik. Peki sırf keskin bir sınıf farkı anlatısıyla yola çıkmış diye bu filmi gerçekçi ve ilerici sayabilir miyiz? Hayır! Bu filmde sınıf farkı vurgusu materyal devşirmek için sadece bir araçtır. Sınıf farkından ortaya çıkan durumlar bir kez tespit edilip hasat edildikten sonra başka bir amaca hizmet etmeye başlıyor. Hatırlarsınız, bir zamanlar ülkenin tamamında yazlık sinemalarda falan izlenen filmlerin iyi olup olmadığı, ne kadar ağlattığı ile ölçülüyordu. İşte sınıf farkını temel alan yaklaşımla devşirilen materyaller, gözyaşı sömürüsü yapacak bir başka şeye dönüştürülür. Aslında doğru bir noktadan başlamış gibi görünen yolculuk, kitsch şarampolüne devrilerek salya sümük arabesk çamuruna bulanır. Müzikten arındırılmış arabesk dediğimiz şey tam da bu. Yani en parlak zamanlarından başlayarak düşüşüne kadar Yeşilçam’ın bir kısmının yaptığı şeyin tam özeti. Temelde hep sınıf farkı vardı ama kimi bunu komediye, kimi melodrama, kimi de trajediye çevirip servis etti.
Oyunculuklar açısından Çetin Abi’nin oyunculuğunda önceki filmlerdeki performanlarına oranla bir oturma, bir sakinlik var. Tabi Bizim Mahalle, önceki filmleri gibi ne bir aksiyon filmi, ne de o Öldüren Darbe Karate (V. Okçugil, 1972) filmindeki gibi göz kanatıcı “Turist Ömer avantür film yıldızı” performansını gerektirecek bir komedi damarına sahip. Ama film avantür olmasa bile ben gene de Çetin Abili filmlerin alametifarikası olan kılıç dövüşü sahnesi göreceğimi filmin sonuna kadar umdum. Hatta finaldeki tribün sahnesinde bile o kılıcın bir şekilde kadraja gireceğini beyhude bekledim.
Böylece Çetin Dağlar’ın oyunculuk kariyeri boyunca oynadığı 7 filmden erişebildiğim 3 tanesini yazmış oldum. Bizim Mahalle’nin diğer Çetin İnanç filmleriyle (ama yalnızca onlarla!) karşılaştırıldığında ekstra bir abukluk içerdiğini söyleyemeyeceğim ama yalnızca merkalısının (ben, ben!) izlemek isteyeceği oldukça vasat bir film olduğunu söyleyebilirim. Hani bir yazıyı da “Bizim Mahalle Aşağıki Mahalle, Sizin Mahalle Yukarıki Mahalle” diye neşeli, tempolu bitireyim isterdim ama gördüğünüz üzere Bizim Mahalle, tatsız, tuzsuz, eğlencesiz, fakir ve trajik bir mahalle. 9/8’liğe paramız yetmediği için 7/8’lik ritm ile eğleniyoruz efendim. Sağlıcakla kalın!
Öteki Sinema için yazan: S. Özgür Ilgın