black-sunday-barbara-steele-italian-posterMario Bava denince aklıma sarsılmaz bir irade geliyor. Her türlü kısıtlamaya rağmen, her türlü zorlu koşul altında, hor görülen, aşağılanan film türlerinde bile büyük bir cevheri ortaya koyabilmiş topyekün bir sanatçı. “Kostümlere o kadar para veremeyiz” mi dediler, “tamam, ben de hanıma diktiriyorum kıyafetleri” diyen, “o mekanı çekimler için kiralayamıyoruz, bütçemizi aşar” mı dediler, “tamam, ben de bizim sayfiye evinde çekerim o zaman filmi” diyen biri bu. Set işçiliğinden geldiği için yönettiği filmlerde setin her alanında (ses, elektrik vb.) görev yapmaktan asla gocunmayan, görüntü yönetmenliğinden geldiği için ışıkları bile gidip kendi ayarlayan bir sinema tutkunu. Kendi malını mülkünü çektiği filmler için ipoteğe veren bir B filmler yönetmeni. Ama asıl başarısı bunlar değil, bunlar yüzlerce yönetmende var. Asıl başarısı, tüm bunları yaparken sinema tarihinin mihenk taşlarını oluşturan birkaç başyapıtı araya sıkıştırmış olmasıdır. Hatta ve hatta bazı tür ve alt-türlerin (korku, giallo, spagetti western vb.) ilk seçkin örneklerini ortaya koymuş ve bazı furyaların ortaya çıkmasına vesile olmuş bir ‘yaratıcı-yönetmen’dir o. Fantastik İtalyan Sineması’nın medar-ı iftiharı “Black Sunday” (La maschera del demonio, 1960) de bunlardan biri.

“Black Sunday” (1960) İtalyanca ismi olan “La maschera del demonio”nun tercümeleri olan “Mask of the Demon” ve “The Mask of Satan” adlarıyla da bilinir ama ben yazımda literatürde çok daha sık kullanılan “Black Sunday” ismini tercih ediyor olacağım. Sonuçta bu isim hem ABD’deki gösterim adı hem de uluslararası dağıtımda kullanılan ismi. Görüntü yönetmenliğinden gelen Mario Bava 1960-1978 yılları arasında, yani sadece 18 yıllık bir zaman diliminde, 24 filme yönetmen ve/veya ortak yönetmen olarak imzasını attı. 1914 yılında doğan Mario Bava başyapıtlarından kabul edilen, iyi yazılmış, iyi çekilmiş, harikulade imgelerle adeta iğne oyası gibi işlenmiş, bir tür olgunluk şaheseri olduğunu kanıtlayan “Black Sunday”in (1960) yönetmen koltuğuna oturduğunda tam 46 yaşındaydı. Eee nesi var bunun diyeceksiniz? Bu film adamın ilk yönetmenlik (debut) deneyimi!

Black Sunday 1

1950’lerin sonunda, İngiliz film şirketi Hammer (Hammer Films) peşpeşe çektiği iki filmle, “The Curse of Frankenstein” (1957) ve “Dracula” (1958), gotik sinemanın dünya çapında yeniden popülerleşmesine ve seyirciden gelen büyük destekle bir akıma dönüşmesine ön ayak oldu (bu iki başyapıt için ayrıca birer yazı yayınlayacağım için kısaca geçiyorum). Aslında bu tip fantastik filmler, Amerikan Sineması’nın bu alandaki seçkin örneklerinin salonlarını bazen birkaç sene gecikmeli de olsa ziyaret ettiği tüm ülkelerde çekilmeye devam ediyordu (İspanya, İtalya hatta Türkiye vb.). Ama “The Curse of Frankenstein” (1957) ve “Dracula”nın (1958) elde ettiği olağanüstü gişe geliri, bu alanda filmler yapmayı düşünen sinemacıların ihtiyaç duyduğu finansmanı beraberinde getirmiş oldu. Örneğin, Mario Bava’nın bizzat kendisi iki ayrı Riccardo Freda fantastiğinde, “Lust of the Vampire” (I Vampiri, 1957) ve “Caltiki, the Immortal Monster”da (1959), görüntü yönetmeni ve yardımcı yönetmen olarak çalışmış hatta bazı sahneleri çekmişti. “Lust of the Vampire” (I Vampiri, 1957) İtalyan sesli sinema döneminin ilk vampir filmidir ve bazı yazarlar tarafından, İtalyan korku ve dehşet sinemasının başlangıcı kabul edilmektedir. Başka bazı yazarlar da, elde ettiği sağlam gişe geliri ve tetiklediği furya nedeniyle başlangıç filmi olarak “Black Sunday”i kabul ederler.

Gelelim “Black Sunday”e (The Mask of Satan). 17. yüzyıl Moldova’sındayız. Sisli bir gece. Önce bir demiri kızdırmakta olan, kafası maskeli, ızbandut gibi bir cellat görüyoruz. Yanında aynı kendisi gibi iki de yardımcısı var. Dış-ses bize yaşadığımız dehşet iklimini genel hatlarıyla anlatıyor. Anladığımız kadarıyla bir tür engizisyon mahkemesi kurulmuş (ellerinde meşaleler bir sürü maskeli insan) ve şeytana hizmet eden cadılardan/büyücülerden biri cezalandırılacak. Prenses Asa Vajda (korkutucu bir güzelliğe sahip Barbara Steele) büyücülük faaliyetleri nedeniyle ölüme mahkum ediliyor. Onu cadı olduğu gerekçesiyle ölüme mahkum eden de kardeşi Prens Vajda’dan başkası değil. Önce Asa’nın sırtı, üzerinde Şeytan’ın işareti bulunan “S” harfi (Satan) olan bir kızgın demirle damgalanıyor, korkunç çığlıklarını işitiyoruz. Hakkında alınan karar yüzüne okunuyor. Asa, öldürülmeden hemen önce, çeşitli tehditlerde bulunuyor ve ‘bir gün intikam için ölümden geri döneceğini’ ilan ediyor. Cellatlar iç tarafında çelikten dikenleri bulunan –filme de adını veren- bir maskeyi (Şeytan’ın Maskesi – The Mask of Satan) balyoza benzer dev bir çekiçle yüzüne çakıyorlar. Maskenin bütün boşluklarından oluk oluk akan kandan anlıyoruz ki, Cadı Prenses Asa oracıkta ölüyor. Ardından filmin ismi ekrana geliyor: “The Mask of Satan”. Filmin ilerleyen dakikalarında kritik bir önem taşıyacak vampir sevgili Prens Javutich olayı hariç, ilk 3,5 dakikanın özeti aşağı yukarı bu. Bu yazıda bundan sonrasını anlatmayacağım ama şu kadarını söyleyeyim, Vampir Prenses Asa verdiği sözü tutuyor ve infazından tam 200 yıl sonra ölümden geri geliyor. Hem de sevgilisi Javutich ile beraber…

Black Sunday 2

Nikolay Gogol’un “Vij” adlı kısa hikayesinden esinlenilerek (açıkçası ben hikayeyi okudum, senaryoyla ilgisi az) yazılan “Black Sunday”in (1960) sinema tarihine verdiği armağanları, bıraktığı mirası saymakla bitmez. Herşeyden önce Mario Bava’nın yönetmenlik kariyerine start veren filmdir. Bu filmle beraber sadece Bava değil İtalyan aventür sinemasının korku kanadı da düzenli olarak film üretmeye başlar. Daha sonra “Pit and the Pendulum” (1961), “8½” (1963) ve “Castle of Blood” (1964) başta olmak üzere sayısız şahesere konuk olacak, korku filmlerinin güzel kraliçesi Barbara Steele bu filmle şöhret olur. Steele daha sonra karşımıza sık sık, özellikle bu filmdeki gibi, aynı anda hem iyi hem de kötü birini oynadığı (aynı bedende ya da ayrı ayrı) rollerle çıkacak ve bu konudaki hünerini sergilemeye devam edecektir. Mario Bava’nın babası Eugenia Bava ile “Black Sunday” için beraber tasarladıkları gotik işkence aletleri sayısız istismar filmine ilham verir. Bava’nın sinemasal trükleri (maskenin perspektifinden bakan kamera, kurbanın perspektifinden bakan kamera, yoğun sis ve duman altındaki gotik sahne tasarımları vb.), sık sık feminist öfke krizlerine mazhar “kadın canavar” (female monster) kullanımı ve politik okumalara açık alt-metinleri (mesela filmdeki bütün Prens ve Prenses’lerin simgeledikleri şeyler) Roger Corman ve Dario Argento gibi ustaları etkiler. “Black Sunday”in (1960) etkisi Mario Bava’nın kendi sineması üzerinde de devam eder, en başta da benzer temaları kullandığı, yine politik yorumlamalara açık, o muhteşem “Whip and the Body”sinde (La frusta e il corpo, 1963).

“Black Sunday” (1960) bugün tüm otoriteler tarafından bir fantastik sinema şaheseri, bir korku klasiği olarak kabul görüyor. Bunun en önemli nedeni, her daim ilk günkü tazeliğini koruyan benzersiz atmosferi, Bava’nın tüm filme çaktırmadan yaydığı politik göndermeleri ile korku ve dehşet sineması kültürüne yaşattığı metamorfoz olsa gerek. Korku sinemasının kilometretaşlarından “Black Sunday” (1960) olmadan bir “Mario Bava Tarihi”, “Mario Bava” bölümü olmadan bir “Kült Korku Filmleri Tarihi” yazmak olanaksızdır.

[box type=”info” align=”” class=”” width=””]

KAYNAKLAR

Hutchings, Peter. “Historical Dictionary of Horror Cinema”, 2008. The Scarecrow Press, Inc., İngiltere.

Paszylk, Bartùomiej. “The Pleasure and Pain of Cult Horror Films: An Historical Survey”, 2009. McFarland & Company, Inc., Publishers, İngiltere.

www.imdb.com

http://sensesofcinema.com/2004/great-directors/bava/

http://sensesofcinema.com/2003/cteq/black_sunday/[/box]

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

2 Comments Leave a Reply

  1. Bunun orjinal cd dvd’si satılıyordu bulamıyorum efsane bir film

  2. ben bu filmin türkçesini izleiim Dvd’sini bulamıyorum

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

They Shoot Horses, Don’t They? / Atları da Vururlar (1969)

They Shoot Horses, Don't They? var olan sistemin güçlü olamayanı
blank

Endless Poetry: Bir Jodorowsky Kolay Yetişmiyor!

Filmin en etkileyici anları, Alejandro Jodorowsky’nin bizzat kamera önünde belirdiği