David S. Goyer’in yazdığı, Guillermo del Toro’nun yönettiği Marvel Comics uyarlaması vampir-aksiyonu Blade II (Bıçağın İki Yüzü 2, 2002) benim en az ilki kadar sevdiğim bir devam filmi çünkü ilk filmde çalışan unsurları (giyim-kuşam, teçhizat, müzik vs.) muhafaza edip bir miktar geliştirmekle kalmıyor, hikâyeye yeni ve özgün bir boyut da katmayı başarıyor. İlk filme kıyasla özel efektler daha iyi, gore miktarı hayli yüksek ve ilgi çekici yan karakter sayısında büyük bir artış var. Eğer insan bunun bir çizgi roman uyarlaması olduğunu akılda tutup, mantık hatalarına takılmazsa Blade II gözünü kırpmadan izlediği bir seyir deneyimi vaat ediyor.
Her şeyden önce filmin müthiş bir ritmi var. İlk olarak üç dakika süren kanlı bir açılışla başkötü Nomak’ı tanıyoruz. Tam olarak ne yapmaya çalıştığını anlamasak da son derece tehlikeli, acımasız ve gözü dönmüş bir canlı olduğu ortada. Nomak’ın bilhassa yüz tasarımı unutulacak gibi değil, acayip ürkütücü bir tip. Film, hikâyesinin özetini kendi ağzından dış-sesle dinlediğimiz Blade’in vampir inlerine baskın yapıp Whistler’ı bulduğu 9 dakikalık bir aksiyon sağanağıyla devam ediyor. Burada hızlı bir kurguyla belki de yıllar süren bir arayış hikâyesini özetliyor film. Çatıdan atlamalı motosiklet sahnesini ilk kez izlediğimde acayip gaza geldiğimi hatırlıyorum, müzikler zaten 10 numara. Goyer ve del Toro bir formülünü bulup ilk filmin sevilen karakteri Whistler’ı (Kris Kristofferson) hayata döndürmüşler çünkü iki ayrı sahnede canını riske atıp Blade’e yardım edecek hatta onu kurtaracak güvenilir (ve mümkünse sevilen) bir karaktere ihtiyaç var. Finale doğru şok etkisi yaratan bir sürprizin etkisinin katmerlenmesi için de Whistler’ı küçük bir şüphe bulutu içinde resmediyorlar. Güzel çözüm.
Whistler kendine gelince Blade onu yeni elemanla tanıştırıyor. Whistler ve Scud “kaynaştıktan” sonra tekrar bir aksiyon sahnesi geliyor, bu sahnenin hikâyenin kendi ilerleyişi açısından bir anlamı var mı, emin değilim ama güzel mi, evet, güzel. Burada Donnie Yen’in dövüş koreografilerine CGI ile yaratılan bir tür Matrix estetiği ilave ediliyor. Gayet başarılı. Genelde blockbuster’larda aksiyon koreografisi kısa kesmelerden oluşan kurguyla takip edilemez hâle getirilir, burada o yok. Tarafların dövüş hamlelerini bir süreklilik içinde seyrediyoruz.
Sonra işler karışıyor. Vampirler, ortak bir düşmanla savaşmak için baş düşmanları Blade’e bir teklif getirmişler. Blade, Reaper adı verilen hem insan hem de vampirle beslenen yeni ve güçlü bir türle savaşmak için öldürmeye yemin ettiği vampirlerle iş birliğine gidiyor. Tabii daha en başından itibaren iki taraf da birbirine tam olarak güvenmiyor, ortak düşman ortadan kaldırıldıktan sonra neler yaşanacağını az çok herkes biliyor.
Filmin geri kalanını anlatmayacağım, en çok beğendiğim yerlerine odaklanmayı tercih ediyorum. Öncelikle vampirlerin lideri Damaskinos’un tasarımı müthiş, bilhassa başı, kadim bir kötülüğün cisimleşmiş hâlini andırıyor. Kıyafeti, kan havuzu ve korkunç elleriyle unutulmaz fotoğraflar veriyor. Damaskinos iyice tarttığı nazik cümleleri sarf ederken bile karşısındaki insanı korkudan tir tir titretebilecek kadar tüyler ürpertici. Nomak da öyle. Hatta o seyri zor otopsi sahnesinde Reaper’ların özgün tasarımına iyice vakıf oluyoruz. Karanlıkta karşılaşmak isteyeceğiniz son şey bir Reaper olsa gerek.
Filmin en büyük artısı, birbirinden karizmatik üyeleri olan Bloodpack timi. Asad (Danny John-Jules), Nyssa (Leonor Varela), Reinhardt (Ron Perlman), Chupa (Matt Schulze), Snowman (Donnie Yen), Priest (Tony Curran), Verlaine (Marit Velle Kile) ve Lighthammer’dan (Daz Crawford) oluşan grupta Nyssa, Verlaine ve tabii ki Reinhardt öne çıkıyor. Snowman ve Asad gibi karakterleri çok daha fazla izlemek isterdim. Ayaklı tehdit Ron Perlman oynadığı bütün sahnelere damgasını vuruyor, küçük düşürüldüğünde ya da kendisine şaka yapıldığında bile. Gözlerinizi Perlman’dan alamıyorsunuz.
Blade II’de son derece karanlık ve ürkünç ortamlarda gerçekleşen çok sayıda çatışma izliyoruz, bunların iki tanesi şahane: Gece kulübündeki ve kanalizasyondaki. Kendine özgü renk paletleriyle meşhur tabloları hatırlatan unutulmaz kareler (duvarda örümcek gibi yürüyen ya da avına suyun altından zombi gibi yaklaşan Reaper’lar vs.) sunan iki sahnede de karanlık, onu lehine çevirebilecek Reaper’lar sayesinde olduğundan daha büyük bir tehdide dönüşüyor. Işığın buzlu camdan yansımış gibi gösterildiği klostrofobik yapım tasarımına bayıldım, Blade II ışık çalışması (aydınlatma) açısından kalburüstü bir film. Kuytu alanlarla varlık gösteren Reaper’lar hem hızlı hem güçlü, bu da rakiplerini zorda bırakıyor. Kurbanın ısırıldıktan sonra hızlıca Reaper’a dönüşmesi ayrı bir tehlike doğuruyor, filmin bununla ilgili bir sürprizi var.
Blade II’nin romantik bir boyutu var. Blade ile Damaskinos’un kızı Nyssa zamanla yakınlaşıyorlar. Bu sıra dışı ikilinin imkânsız aşkının inandırıcı olduğunu söyleyemeyeceğim, hikâye buna dair sağlıklı bir altyapı kuramıyor ama bu ihtimalin filme şiirsel bir final hediye ettiğini es geçemem.
Aradan onca yıl geçmiş olmasına rağmen ilk günkü parlaklığını koruyan Blade II (Bıçağın İki Yüzü 2, 2002) birden fazla başkötüye sahip bol sürprizli bir vampir aksiyonu. Wesley Snipes her zamanki gibi ultra karizmatik, favorim, güneş gözlüğünü havada kaptığı sahne. Gerek jest ve mimikleri gerekse dış görünüşüyle Ron Perlman da unutulacak gibi değil. Senarist David S. Goyer’in hakkını teslim edelim, sayesinde başka maceralarını merak ettiğimiz Damaskinos, Lighthammer, Nomak ve Nyssa gibi ilginç karakterlerle tanışıyoruz. Yönetmen Guillermo del Toro karakterleri mekânın bir parçası, âdeta uzantısı kıldığı gotik bir film tasarlamış ve bunu pek frene basmayan bir aksiyon paketiyle bütünleştirip türe yeni bir soluk getirmiş. Hâlâ izlemediyseniz kaçırmayın derim ben. İyi seyirler…