İspanyol usulü Pamuk Prenses tarifi için gerekli malzemeler: Bir adet Carmen, bir adet kötü kalpli üvey anne Encarna, bir tutam boğa güreşi, biraz Flamenko ezgileri, 7 adet matador cüce. Bunları siyah beyaz sessiz film içinde karıştırdıktan sonra bir parça The Artist popülaritesi ekleyip üzerini kırmızı elmayla süsleyebilirsiniz. Blancanieves’iniz hazır…
Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak
Böyle bir giriş, Blancanieves’i beğenmediğim ya da yazının geri kalanında olumsuz yönde eleştireceğim izlenimi uyandırmış olabilir. Aksine, filmi sevdiğimi en başından söylemek istiyorum. Siyah beyaz, sessiz ve masal tadında bir filme, çok sevdiğim Flamenko ezgileri de eklenince bana göre tadından yenmez bir iş ortaya çıkmış. Ancak yine de Blancanieves’in bu güzel havasının dışında değinmek istediğim küçük bir noktası da yok değil…
Alman Grimm kardeşlerin 1812 yılında derledikleri meşhur Pamuk Prenses masalı, 1916’da çekilen (sessiz) filmden sonra defalarca sinemaya, tiyatroya, baleye ve operaya uyarlandı. Hatta Suna Selen, Belgin Doruk ve Zeynep Değirmencioğlu’nun oynadığı Türk yapımı bir uyarlaması dahi vardır. Son dönemlerde Snow White and The Hunstman ve Mirror, Mirror ile izlediğimiz modern uyarlamalarla tam da Pamuk Prenses’ten soğumaya başladığımızı düşünmüşken bu kez İspanyol usulü bir masalla karşı karşıya kaldık. Açıkçası Blancanieves’i ilk duyduğumda, The Artist’in hemen ardından sessiz ve siyah beyaz bir filmin çekilmesinin beni biraz şüpheye düşürdüğünü söyleyebilirim. Geçtiğimiz yıl Oscar’a damgasını vuran ve farklı tarzıyla rakiplerinin arasından sıyrılan bir filmin izinden gitmek bana biraz düşündürücü geldi. Elbette bu demek değil ki, The Artist sonrasında çekilen her film ondan esinli ya da onu taklit etmiş olacak… Böyle bir şey söz konusu bile değil. Ama The Artist sonrası bu türden filmlerin bir anda popülerlik kazandığı gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Hal böyle olunca da açıkçası ben o popülerliğin kullanıldığını düşünüyorum. Bu sebeple Blancanieves’in damağımda hoş tadının dışında ekşimsi bir tat da bıraktığını söylemeden geçemeyeceğim…
Gelelim filme… Blancanieves 1920’lerin Sevilla’sını gösteren birkaç kareyle açılıyor… Boğa güreşi ve Flamenko deyince akla gelen ilk şehirlerden biri olan Sevilla’nın en eski ve görkemli arenası La Maestranza’daki gösteri sebebiyle sokaklar bomboş. Halk akın akın arenaya giderken, bir yandan matador Antonio Villalta’nın gösteri için hazırlanmasını izliyoruz. Ünlü matadorun gösterisi sonrasında yaşananlar ise Pamuk Prenses Carmen’in masalının başlangıcını oluşturuyor ve devreye kötü kalpli üvey anne Encarna’nın da girmesiyle karakterler tamamlanmış oluyor. Bu sahneye kadar klasik müziğin eşlik ettiği filmimizde, Carmen büyümesiyle birlikte Flamenko ezgilerini daha çok duymaya başlıyoruz. Hatta filmin en sevdiğim kısımları bu ezgileri duyduğum anlardı. Müzik kulağıma öylesine hoş geldi ki, melodiye kapılınca bazı sahneleri kaçırdığımı fark edip yeniden izlemek zorunda kaldığımı itiraf edebilirim.
Seyircisini çok fazla dram öğesine boğmadan, farklı bir tarzda, bambaşka bir kültür üzerinden bir Pamuk Prenses masalı anlatan Blancanieves, bu açıdan çok farklı bir uyarlama olmuş. İspanyol kültürünün hemen her sahneye işlediği film, sizi bir yandan boğa güreşinin incelikleriyle tanıştırırken diğer yandan da masalsı bir dünyaya davet ediyor. Carmen’in büyüdüğü sekansta ise matadorlara özgü hareketlerle geçiş yaparak hoş bir detay sunan Blancanieves, gerçek hayat ile fantastik dünya arasındaki ayrımını ise sona saklıyor ve final sahnesiyle de bunu kanıtlıyor.
Blancanieves’de masalımızın Pamuk Prensesi Carmen’i canlandıran Macarena Garcia, ilk sinema filmi deneyimi olmasına rağmen oldukça iyi iş çıkarıyor ama ne yazık ki Maribel Verdu’nun gölgesinde kalmaktan kurtulamıyor. Çünkü daha önce Goya en Burdeos, Y Tu Mama Tambien, Pan’s Labyrinth ve Tetro gibi filmlerde izlediğimiz Verdu bu filmde, üvey anne Encarna’yı canlandırıyor ve neredeyse kusursuza yakın bir oyunculuk sergiliyor. Nitekim Verdu bu performansıyla, Goya Ödülleri’nde En İyi Kadın Oyuncu seçildi; Macarena Garcia ise Umut Vadeden Oyuncu ödülüne hak kazandı.
Torremolinos 73 ile başarılı bir çıkış yakalayan Pablo Berger’in ikinci uzun metrajlı filmi olan Blancanieves, İspanya’nın aynı zamanda bu seneki Oscar adayıydı. Akademi Ödülleri’nde istediği adaylığı elde edemese de 2013 Goya Ödülleri’nde 18 adaylığıyla İspanyolların gözdesi haline gelen Blancanieves, Pamuk Prenses masallarına farklı bir yaklaşım getiriyor. Klişeleşmiş Pamuk Prenses uyarlamalarından sıkıldıysanız, Blancanieves tam size göre!