Mario Bava’nın “Blood and Black Lace”i (Sei donne per l’assassino, 1964); gösterime girdiği dönemde gişede yakaladığı büyük başarı nedeniyle, bugün “giallo” adı verilen İtalyan usulü seri-katil sinemasına ‘can suyu’ veren film olarak kabul edilmektedir.
Bu filmdeki birbirinden güzel ve alımlı kadın modelleri öldüren siyah eldivenli, maskeli, psikopat seri katil tiplemesi daha sonra çekilen birçok gialloya da doğrudan ilham kaynağı olmuştur. Filmin şaşırtmacalarla dolu hikayesinden çok, yarattığı biçimsel devrim bir alt-tür prototipinin oluşmasına vesile olmuştur. Mario Bava’nın asıl başarısı burada yatmaktadır.
Herşeyden önce “Blood and Black Lace”de (1964) bütün film kesintisiz bir valsi andırır. Açılış sahnesini ele alalım. Fırtınalı bir gecede, bir bahçede açılır film. Üzerinde “Christian Haute Couture” yazan özel dikimevi/modaevi tabelası fırtınadan zarar görür, bir tarafındaki zincirin halkası takılı olduğu yerden rüzgar nedeniyle çıkar, tabela aşağı doğru sarkar. Kamera ilerler ve fıskiyeli havuza yaklaşır. Tek tarafından sallanan metal tabelayı tekrar görürüz. Fırtına devam etmektedir. Daha sonra aynı bahçedeki bir ağacın altında gizlice buluşan bir çift görürüz. Birbirlerini seviyor oldukları izlenimine kapılırız. Adamın adı Franco’dur ve sevgilisi belki de eşi Isabella’yı bu kızla aldattığını, Isabella’ya durumu anlatıp ayrılmak istediğini beyan ettiğini ama ardından kavga ettiklerini öğreniriz. Buluşmak için sözleşip, ayrılmak üzeredirler. Öpüşürler ve Franco gider, kadın kalır. Daha sonra asıldığı yerden yan sarkan tabelayı tekrar görürüz. Adamın biri merdivene çıkıp, zincirin halkasını yeniden yerine takar, tabela düzelir. Fırtına devam etmektedir. Demin içeriden çıkıp gizlice Franco ile buluşan kadının, tabelayı düzelten adama çaktırmadan modaevine geri döndüğünü görürüz. Koşarken, modaevi tabelasının yanından geçer.
Başka bir planda modaevinin araç girişi tarafında aynısından başka bir tabela ekrana girer, kapıya yanaşan bir taksiyle beraber. Taksiden bir kadın iner, araçta bir arkadaşı daha vardır. Arkadaşı, araçtan inen kadına eşarbını takside unuttuğunu hatırlatır. Taksiden inen ve modaevine girmekte olan kadının adı Isabella’dır. Isabella arkadaşının ikazıyla beraber geri döner ve kendisine taksinin penceresinden uzatılan eşarbı alır. Modaevine girer. Ağaçlarla dolu, pek de iyi ışıklandırılmamış, dev gibi bir bahçedir bu. Kötü hava koşulları devam etmektedir. Isabella merdivenlerden inerken, şüpheli birine ait küçük bir siluet görürüz. Yaklaşmakta olan tehdidi haber veren müzikler ağırlığını hissettirmeye başlar. Müstakbel katil ve müstakbel maktul arasında, kısa kesmeler ve tedirgin edici müziklerle bezeli bir köşe kapmaca oynar Mario Bava. Isabella bir tehdidin yaklaşmakta olduğunu iliklerine kadar hisseder. Maskeli katil, Isabella’ya saldırır ve onu boğarak, hunharca öldürür. Ardından cesedi ayaklarından tutup, sürükleyerek, ağaçların arasına girer ve gözden kaybolur. Şimdi elimizde kimliği belirsiz, acımasız bir katil, genç ve güzel bir kadının cesedi, o cesedin hayatta iken kavgalı olduğu bir adam (muhtemelen eşi ya da sevgilisi), onun herkesten gizlediği sevgilisi ve o sevgilinin nedendir bilinmez saklandığı bir adam vardır. Kafamızda bir sürü soru işareti belirmiştir bile. Bunların hepsi, 4-4,5 dakikada önümüze serilir.
Mario Bava, film boyunca planlar arasında sürekli hareket eder, sahneleri dinamik bir hale getirir ve ilişkilendirir. Açılış sahnesindeki başarısını defalarca tekrarlar. Her yeni sahne bazı konulara açıklık getirirken aynı zamanda yeni sorular da sordurtur. Dinamizm asla kesintiye uğramaz. 5 şüphelinin nezarette tutulduğu geceyi ele alalım. Dışarıda sadece modaevindeki kadınlar kalmıştır. Gerilim mütemadiyen yön değiştirir, kim ne kadar panikliyorsa siz de o kadar paniklersiniz, beklenmedik gelişmelerin ardı arkası kesilmez. Hikaye görüntünün avuçlarında adeta bir beşik gibi sallanır, kurgu bir sarkacı andırmaya başlar, olayların belirli matematiksel prensiplere göre hareket ettiği izlenimine kapılırsınız.
“Blood and Black Lace”de (1964) planlar adeta dans eder. Her sahne bir sonraki sahneyle ilişkilendirilip (tabela, heykeller, karakterler, cesetler vb. vasıtasıyla) spiral bir yapı kurulur. Örneğin filmin modaevinde geçen ikinci sahnesi (iç çekimler); bir yandan bize yeni karakterler tanıtırken, önceki sahneden 2 karakteri ve zavallı Isabella’nın cesedini de planlarına dahil etmeyi ihmal etmez. Tehdit, tedirginlik ve gizem (muamma) her sahnenin adeta ruhuna siner. “Blood and Black Lace”de (1964) geri kalan tüm sahnelerden bağımsız, tek başına gerilim ve gizem içermeyen, merak duygusu uyandırmayan bir tane bile sahne yoktur. Diğer Bava filmlerinde olduğu gibi (bir nedenle) cesetler oradan oraya taşınır. Bazen katil taşır cesedi, bazen bambaşka bir nedenle alakasız biri. Bütün sahneler hikayenin bir merdiven şeklinde yükselen gerilimine hizmet eder. Dakikalar ilerledikçe soru işaretleri kum gibi yığılır. İlk 3 cinayete kadar hemen her sahnede (biraz yüzeysel de olsa) yeni karakterlerle tanıştırır bizi Bava. Ve ekranda gördüğünüz hemen herkes için bir cinayet gerekçesi (motive) yaratmayı başarır, dikkatleri alt-üst eder. Bir noktadan sonra herkes şüphelidir artık. Bava, her seferinde hikayenin geri kalanını daha fazla merak etmemizi amaçlar ve bunu başarır. Son 15 dakikaya girildiğinde ise bize Hitchcock tarzı unutulmaz numaralar çeker. Sarsıcı finaline kadar seyircisine şok üstüne şok yaşatırken, görsel yapıdan asla taviz vermez.
“Blood and Black Lace”in sahne tasarımları son derece canlı ve enerjiktir, kapalı mekanlarda kontrasta dayalı son derece geniş bir renk paleti kullanılır, gece çekimlerinde ise dikkate değer bir gölgelendirme vardır. Bava; tiyatro perdesi gibi kullandığı sahneleri hareketli kamerasıyla gezerken, kısıtlı mekanlara derinlik kazandırmak için genellikle vizöre yakın tuttuğu nesnelerden istifade eder, mümkünse kadrajı (yakınlı-uzaklı) kalabalık tutar. Aynı sahne içinde açılar ve zoom’lar sıklıkla değişir, böylece oyuncuların sadece jest ve mimikleri değil, saç, makyaj, kostüm ve özel efekt gibi teknik detaylar da sıklıkla vurgulanmış olur. Grotesk nesneler, çarpıcı ışıklandırmalar ve sıradışı çekim açıları filmdeki kapalı mekanları ürpertici ortaçağ şatolarına benzetir. Sonraki yıllarda benzerlerine Argento giallolarında rastlayacağımız şekilde, hem kamera hem de oyuncular mütemadiyen bir hareketlilik yaratır ve filme benzersiz bir dinamizm katar. Kamera çoğu zaman tuhaf açılardan bakar.
Bava bu teknikler sayesinde, basit bir cinaî hikayeye paranormal dokunuşlar ilave etmiş olur, katilin insanüstü bir varlık olabileceğini düşündürtür. “Blood and Black Lace”de ses ve görüntü adeta bitmek tükenmek bilmeyen bir ölüm valsi yapar ve Mario Bava’nın en stilize, en gözalıcı, en doyurucu işlerinden birine dönüşür. Üzerinden 50 yıldan fazla geçmiş olmasına rağmen, “Blood and Black Lace” (Sei donne per l’assassino, 1964) halâ tüm zamanların en iyi giallolarından biri olmasını Mario Bava’nın o benzersiz teknik denetimine borçludur.