Yönetmenliğini Marvin Kren’in üstlendiği Blood Glacier, 2013 yılı mahsulü, Avusturya yapımı bir korku filmi. Senaryo ise Benjamin Hessler’a ait. Orijinal adı Blutgletscher olan filmin İngilizce ismi, gösterime girmeden önce The Station olarak duyurulmuştu ancak sonradan Blood Glacier olarak değiştirildi.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
Kren, ilk uzun metrajlı filmi Rammbock (2010) ile zombi türüne hiç de fena olmayan bir ekleme yapmıştı. Dünya prömiyerini Eylül 2013’te Toronto Film Festivali’nde yapan ikinci filminin başrollerinde Gerhard Liebmann, Edita Malovcic ve Brigitte Kren yer alıyor.
“2013 yılında son şüpheciler de sessizliğe gömüldü. İklim felaketi umulandan çok daha kötü bir hale geldi. Güney Kutbu buzulları on yıla kalmadan tarih olacak. Alplerdeki dağ buzulları yok oluyor. Sonuçlar belirsiz ama tek bir şeyden eminiz. Dünya üzerindeki yaşam sonsuza dek değişecek. Biz de değişeceğiz.”
Yukarıdaki hayal kırıklığı ve umutsuzluk kokan, bir parça ağdalı epigraf ile açılan film, Avusturya Alpleri’ne kurulu bir iklim istasyonunda yaşananları anlatıyor. Dört kişilik bir bilim insanı ekibinin araştırma yaptığı istasyonun uzak mesafedeki veri toplayıcısı arızalanmıştır. Arızayı gidermeye gittiklerinde, buzullardan akan ve geniş bir alana yayılmış kırmızı bir sıvı ile karşılaşırlar. Şaşkına dönen ekip, ne olduğuna anlam veremedikleri ‘şey’den numune alır ve kırmızı sıvının organik bir yapıya sahip olduğunu anlar. O sırada bir bakan ve eşi, iki gazeteci, bir koruma ve bir rehber ile beraber, mutat ziyaretlerinden birini gerçekleştirmek üzere, istasyona doğru gelmektedir. Kırmızı sıvının, canlı varlıklarla temas ettiğinde mutasyon geçirerek bambaşka bir canlıya dönüşmesine sebebiyet verdiğini anlayan ekip, bu buluşu kendine saklamak ister ve daha fazla araştırma yapabilmek için kimseye haber vermez. Tabii ki işler çığırından çıkar ve birbirinden garip mutant hayvanlar etrafa saldırmaya başlar.
Konuyu okur okumaz fark edildiği üzere, ortada kaba bir The Thing (1982) replikası var. John Carpenter’ın unutulmaz filmine bütün vantuzlarıyla yapışıp emmeye çalışan Blood Glacier, olumsuz hava şartları, ulaşım zorluğu, bol bol kar ve buz ve tabii ki nereden nasıl geldiği belli olmayan birbirinden garip mutant hayvanların (yaratıkların) insanlara saldırısı gibi ana fikirlerin hepsini bünyesinde toplayarak, kendi mutant yapılanmasını tamamlamaya gayret ediyor. Film, omurgasını bu şekilde kurduğu için iki filmi karşılaştırmak kaçınılmaz hale geliyor. The Thing’in ne yerinizde sakince oturmanıza asla izin vermeyen gerilimi, ne de hala aşılamamış olağanüstü yaratıcı özel efektleriyle yarışamayan Blood Glacier, basit bir kopya olarak kısa bir süre sonra unutulmaya mahkûm, sıradan bir film haline dönüşüyor.
Yazının başında tamamını aktardığım epigraf ile küresel ısınmaya dikkat çekiyormuş gibi yapan film, aslında bu mevzuyu sadece basit bir sos olarak kullanıyor ve belki de The Thing’e aşırı öykünmesinin üzerine geçirebileceği bir kılıf görevi görmesini umut ediyor. Ama işe yaradığını söyleyebilmek güç.
İklim istasyonundaki huysuz rehber Janek dışındaki karakterlerin tamamı iki boyutlu olarak kalmış. Sadece Janek hakkında biraz detaylı bilgiye sahip oluyoruz ve doğal olarak öykü de onun üzerinden anlatılıyor. Janek rolündeki Gerhard Liebmann da üstüne yüklenen bu görevi başarıyla sırtlıyor ve onun oyunculuğu filmin nadir artıları arasındaki yerini alıyor.
Mutant hayvan (yaratık) tasarımlarının bir kısmı etkileyici pratik efektler, bir kısmı da haliyle zayıf kalan CGI efektler ile çözülmüş. Film boyunca mutant hayvanların çoğunu net bir şekilde göremiyoruz ama özellikle sağ kalan bütün karakterlerin istasyona saklandığı ve mutant hayvanların (bir ev istilası filmini andırır şekilde) istasyona saldırdığı bölümleri izlemek yer yer keyifli hale dönüşebiliyor.
Blood Glacier, üzerinde fazla düşünmeden izlenebilecek, vasat bir seyirlik. Sakin bir akşamınıza az biraz heyecan katabilir.