“Less you know about it the better.”
Çekimleri 1982 yılında, post-prodüksiyonu 1983 yılında tamamlanan Blood Simple (Kansız, 1984) adlı şahane neo-noir’in yirmili yaşlardaki iki kardeşin (Ethan ve Joel Coen) ilk filmi olması yeterince şaşırtıcı, ama asıl şaşırtıcı olan, ikisi tarafından yazılıp, çekilip kurgulanmış olması.
Filmde Marty’nin Abby’ye saldırdığı sahne, final bloğunun neredeyse tamamı, Marty’nin vurulduğu sahne, özel dedektifin gece eve girdiği sahne, Marty’nin gömüldüğü sahne gibi birbirinden harika çekilmiş çok sayıda bölüm var. Kurgu olağanüstü. Abby’nin gece kulübünde darp edilmiş kasayı gördükten sonraki geçiş muazzam mesela. Ha keza kâbus sahnesi de. Renkler olağanüstü (kasa bakış açısından kırmızı tavanı da alan plan favorim), müzikler desen on numara. The Four Tops’ın It’s the Same Old Song’u ve Carter Burwell’in tema müziği mükemmel. Ama bu filmi gelmiş geçmiş en iyi ve en özel filmlerden biri yapan şey, kılı kırk yaran benzersiz senaryosu. Nesneleri (tabanca, çakmak, bıçak, atel, para kasası, kürek, tavan vantilatörü vs.) kullanımındaki yaratıcılık da övülesi ama ben başka bir şeyi methedeceğim: Senaryo matematiğini.
Blood Simple’ın (Kansız, 1984) senaryosunda başka hiçbir filmde görmediğim olağanüstü bir gizleme/örtme mevcut. Birazdan anlatacağım bağlamda, bu ayarda başka bir senaryo var mı, emin değilim. Hemen izah ediyorum. Kansız’da dört ana karakter var, gece kulübü sahibi Julian Marty (Dan Hedaya), karısı Abby (Frances McDormand), Abby’nin sevgilisi ve Marty’nin barmeni Ray (John Getz) ve M. Emmet Walsh’ın canlandırdığı isimsiz özel dedektif (filmde adı doğrudan geçmiyor, sadece çakmağın üstünde yazıyor ama yayımlanmış senaryoyu buldum, altıncı sayfasından adının Loren Visser olduğunu öğreniyoruz). Hadi bir de ikinci barmen Meurice’i (Samm-Art Williams) ekleyelim, beş olsun. Hikâye içinde belirli bir işlevi olan toplam beş ana karakterimiz var. Bu beş karakterin hiçbiri, tekrar ediyorum, hiçbiri, filmin “hiçbir ânında” (burası önemli) gerçeklere vakıf olamıyor, hepsi koyu bir paranoyanın tutsağı durumunda.
Marty karısı Abby’nin kendisini siyahi biriyle aldattığını sanıyor. Ray ilk kez filmin açılış sahnesinde Abby’ye yakınlaşıyor, önceden hoşlanıyormuş ama ilişkiye hiç girmemişler. Dedektif onları takip ediyor, demek ki Marty bu olaydan önce de Abby’den şüpheleniyordu. Karı-koca, ikisi de birbirini dengesiz (akıl/ruh hastası) olarak görüyor, bunu bir sahnedeki monologdan öğreniyoruz.
Marty vurulmadan önce karısının ve aşığının öldürüldüğünü sanıyor (ki biz de öyle sanıyoruz!). Ray, Marty’yi vuranı Abby zannediyor, o nedenle olay mahallini temizliyor, cesedi ve delilleri yok ediyor. Marty bir gece vakti ıssızlığın ortasında uyandığı kısacık anda muhtemelen Ray’le dedektifin ortak hareket ettiği zannına kapılıyor. Abby, Ray’in Marty’ye bir şey yaptığını düşünüyor ama ne olduğunu bilmiyor. Dedektif, Marty’ye katiyen güvenmiyor, bunu arabadaki sahnede hissediyoruz.
Ray, Marty’nin başlarda ettiği bir laf yüzünden Abby’nin ikinci bir sevgilisi olduğunu, telefonla konuşurken onu yakaladığını (diri diri gömdüğü birinin onu aradığını söylediği için) ve bu ilişkiyi gizlemek için Abby’nin kendisini kullandığını sanıyor. Ray kasadaki fotoğrafı görene kadar takip ettirildiklerini bilmiyor, orada duruma uyanıyor. Eve gidiyor ama konuşmaya fırsat bulamadan öldürülüyor. Meurice de Marty’nin hayatta olduğunu sanıyor. Abby kasadaki parayı Ray’in aldığından şüpheleniyor. Meurice de Ray’in aldığını düşünüyor. Kasanın şifresini sadece Marty, Meurice ve Ray’in bilmesi senaryoda çeşitli olasılıkları ortaya çıkaran müthiş bir anahtar.
Film boyunca herkes (Meurice’i de sayarsak beş kişi) büyük bir resmin küçücük bir parçasını görüyor (“az biliyor ama bu daha iyi” olmuyor). Hatta Abby finalde dahi neler döndüğünü anlamış değil, hâlâ vurduğu adamı Marty sanıyor. O olmadığını öğrendiğinde de vurduğu adamın kim olduğunu bilmiyor çünkü onunla hayatı boyunca hiç yüz yüze gelmedi.
Özel Dedektif (Loren), Marty’nin çakma fotoğrafın bir kopyasını arakladığını anlıyor, çakmağı da kayıp. Gittiğinde cesedin ve tabancanın bir amaçla olay mahallinden alındığını ve her yerin temizlendiğini görüyor. O da kendisine bir komplo kurulacağını zannediyor.
Tümüyle yanlış anlamalardan, yanlış tahmin ve akıl yürütmelerden muzdarip karakterlerle karşı karşıyayız. Blood Simple’ın en büyük başarısı, bütün bunları adım adım inşa edebilmesi. 4 ana karakter de belirli bir “t” anında bir şeyler biliyor (eksik ya da yanlış), sonra “t+1” anında yeni şeyler öğreniyor (eksik ya da yanlış) ve bunlardan yaptığı yanlış çıkarımlarla saçmalamaya devam ediyor. Her sahnede parça parça inşa edilen, finalde çok sayıda can kaybıyla pik yapan bir katastrof söz konusu. Cinayetten itibaren hemen her sahne seyircide şüphe uyandıracak şekilde inşa edilmiş. Mesela biz bile Abby’nin bir başka aşığı (B planı) olup olmadığından şüpheleniyoruz. Ya da Ray, Marty’yi gömdükten sonra Abby’yi arıyor, Abby’nin yaşadığını o sahnede öğreniyoruz. Marty’nin parayı kendi kasasından aldığını daha sonra bir ses kaydından öğreniyoruz (Ray’i suçlayacak). Bir merdiven gibi adım adım yükseltiyor bizi film ama hiçbir zaman açık uçları tümüyle birbirine bağlayıp bir katharsis sağlamıyor, geride hep bir soru işareti kalıyor.
Dedektif, Meurice dahil diğer üç kişiyle hiç karşılaşmıyor. Hiç. Finalde bile yüz yüze gelmiyor, hep oralarda bir yerde olan ama gözükmeyen, adı bile olmayan ama ölümü çağrıştıran korkunç bir varlık gibi sunuyor onu Coen’ler. Gecenin, yağmurun, karanlığın içindeki bir silüet gibi. Allah var, Emmet Walsh da sesiyle, giyim-kuşam ve duruşuyla, hele o iğrenç kahkahasıyla bu ürkütücü karakteri olağanüstü oynamış. Tek kelimeyle mükemmel!
Filmin senaryosunu övdüğüm bir arkadaşım sence hiç mi eksik yok bu yapbozda diye sordu, ona verdiğim yanıtı burada da yazayım. En ciddi zaaf, Ray ile Abby’nin Marty’ye ne olduğuna dair hiçbir şey konuşmaması. Hep yarım kalıyor bu konuşma, ama bunu birbirlerinden duydukları kuşkuya (biri aslında bunun para için yapıldığını sanıyor, diğeri ise gizli bir âşık için) bağlamaya çalışmış Coen’ler. Diğeri de Marty’nin karısı ve sevgilisinin öldürülmesini istediğini söylediği sahnenin kamuya açık, bol tanıklı bir yerde gerçekleşmiş olması. Eğer bunu kafaya koyduysan orada yapmayı yeğlemezsin, hele ki sonra dedektifi bu işten sorumlu tutacak bir plan düşünüyorsan.
Coen Kardeşler’in ilk filmi olan Blood Simple (Kansız, 1984) tekinsiz atmosferi, güçlü oyunculukları, harika müzikleri, yağ gibi akan kurgusu ve olağanüstü senaryosuyla dikkat çeken gerilim dolu bir neo-noir. İnşallah bu yazıyı filmi izledikten sonra okuyorsunuzdur, çünkü bu film hakkında önceden “ne kadar az bilirsen o kadar iyi”.
Notlar
Not 1: Belki bir gün filmin kara filmlerle (film noir) olan güçlü bağını ele alan ayrı bir yazı yazarım ama dedektife isim vermekten kaçınmalarının (ama çakmakta yazmak zorunda kaldılar) asıl sebebi, Dashiell Hammett’a saygı duruşudur. Hammett’ın birden çok kitabında karşımıza çıkan dedektifin bir adı yoktur ve eserde ondan “Continental Op” (Operator) şeklinde bahsedilir. Bu arada, Blood Simple’ın 1984’te sinemalarda gösterime giren versiyonu Hammett’ın “blood simple” (kendisi Red Harvest’ta “blood-simple” şeklinde kullanır) sözcüğünü kullandığı metinle başlıyormuş, ama bu başka bir yazının konusu.
Not 2: Kaynakta belirttiğim senaryo kitabının en ilginç özelliği, Coen kardeşlerin yazdığı önsözde çekim senaryosunda yer almayan ama orijinal senaryoda yer alan bir sahneyi paylaşması.
Not 3: Orijinal senaryoda “Less you know about it the better” şeklinde geçmiş, o yüzden ben de Coen’ler gibi “about it”ten sonra virgül koymamayı tercih ettim.
Kaynaklar
- Coen, Joel ve Ethan Coen, BLOOD SIMPLE (An Original Screenplay), 1988, St. Martin Press, New York: ABD.
- imdb.com/title/tt0086979