Blu-Ray‘den nefret ediyorum… Gittikçe sayısı artan Blu-Ray reyonlarının önünden geçerken ister istemez başka yerlere bakıyorum. Uzun zamandır da bunun sebebini kendi kendime soruyorum. Odamda, mabedim kabul ettiğim, özenle seçilmiş, yapım yıllarına ve janrlarına göre dizilmiş 1.000 DVD’lik kütüphanemin yavaş yavaş yeni bir formata yenik düşüyor olması mıydı bu nefretin kaynağı? Belki biraz. Çok az. Ama esas sebep başkaydı. Ama neydi? Bir türlü adını koyamıyordum.
Sonunda galiba buldum. Blu-Ray‘in isminden nefret ediyorum. Kutularının üzerindeki bir parmak kalınlığındaki mavi şeritten nefret ediyorum. Ve Blu-Ray‘in temsil ettiği herşeyden nefret ediyorum! Blu-Ray nedir bi kere? Ne ciddiyetsiz bir isimdir. Sıradan bir hip hop şarkısı ismi gibi ”blue”yu ”blu” yazmanın manası nedir! Ayrıca neden mavidir zaten? Elimize bir film aldığımızda, neden mavi renk bu filmle ilişkilendirilsin ki? Mavi renkte bir sakinlik, bir dinginlik vardır. Acaba biz canımızdan çok sevdiğimiz B-filmlerimizin, korku filmlerimizin, cinsel sömürü filmlerimizin veya İtalyan yam yam filmlerimizin bu pırıl pırıl maviyle ilişkilendirilmesini istiyor muyuz?
Blu-Ray, düpedüz filmlerin posterlerine, yani kapak dizaynlarına tecavüz etmektedir. Bakın, her kutunun üzerinde bir parmak kalınlığında mavi bir şerit, ve üzerinde pırıl pırıl Blu-Ray logosu… E şimdi Texas Chainsaw Massacre‘ın (1973) o bembeyaz posterinin üzerine bu mavi şerit oluyor mu? Posterin bütünlüğünü bozmuyor mu? Filmin havasını kaçırmıyor mu? Species‘in (1995) yeşil-siyah kapağında, sonra Dario Argento’nun Deep Red‘inde (1975), veya Suspiria‘da (1977)… Renklerin bu kadar önemli olduğu bir filmin kapağında bir parmak kalınlığında plastik oyuncak mavisinin işi ne?
Aranızdan bazılarınız bu anlattığımın çok ufak bir detay olduğunu düşünebilir, hatta benimle dalga geçebilirsiniz. Ancak filmlerini sanat eseri gibi sevenler, onlarla birbir ilişki içinde bulunanlar için bu kesinlikle ufak bir detay değil, son derece pervasız ve ruhsuz bir tecavüzdür. The Corportaion (2003) filminde bahsedilen kölelik düzeninin bir göstergesedir.
Video ile sinemada yaşanan rönesans, anarşi ve özgürlüğü düşünün. Şimdi tam tersine artık sınırların iyice belli olduğu, basma kalıp gibi filmlerin iyice birbirine benzediği ve sinemaya giderken neyle karşılaşacağınızı aşağı yukarı kestirebildiğiniz bir dönemdeyiz. İnsanı sinemaya gitmekten soğutan çocuk ürünleri… Ben ki çocuk filmlerine aşık olan bir izleyici olarak bunu söylüyorum. Çünkü günümüzün SpiderMan ve Transformers gibi filmleri, eski Masters of The Universe, Time-Bandits ve Goonies gibi çocuk filmleri değil, düpedüz çocuk ürünleri. Blu-Ray de işte bu zihniyetin ürünü.
Bir VHS kapaklarındaki o içinden helikopter geçen, el çizimi posterlere bakın… bir de DVD’lerdeki soğuk, sadece aktörlerin yüzlerini gösteren, ruhsuz, heycansız kapaklara bakın. (Anca son birkaç senedir yeni yeni DVD’lerde eski o ihtişamlı posterlere ve kapaklara dönüş başladı belki) Bu aradaki fark sinema endüstrisindeki değişim ile ilgili çok önemli bir ipucu. Blu-Ray ile birlikte gidişat daha da hazin…
Bununla birlikte Blu-Ray‘lerin aşırı yüksek derecedeki çözünürlüğünün de bir çok filmin havasını bozduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Tamam yeni bir James Bond filmi bu şekilde daha etkileyici olacaktır. Ama bakın mesela en son geçen hafta Blu-Ray‘de piyasaya çıkan Children of The Corn‘un (1984) sonunda beliren varlık, Blu-Ray çözünürlüğünde süper ucuz gözüküyor. Bu örnek bir istisna değil. Benzerleri pek çok. Blu-Ray’in süper yüksek çözünürlüğü bir çok eski filmin doğasına (görüntüdeki parçacıklı/grenli lezzete) aykırı.
Umarım Blu-Ray en kısa zamanda tarihin sayfalarına karışır, yok olur.
Zaten, internetteki söylentilere bakılırsa disk başına 1TB hafızaya sahip ”Holographic Storage”lar tahmin ettiğimizden daha da yakın bir zamanda hayatımıza girecekler…
Not: Blu-Ray ismi nereden geliyor?: Blu-Ray disklerini okuyan lazer ışını kırmızı değil mavi. DVD’lerdeki ve infrared’lerdeki kırmızı ışına göre, bu mavi ışının dalga boyu daha kısa. Dalga boyunun daha kısa olması demek, mavi lazerin daha isabetli bir şekilde odaklanması ve bu şekilde daha fazla bilginin daha hızlı aktarılması demek. Ancak Amerika’daki telif hakları yasasına göre günlük kullanımda olan bir kelimenin telif hakkı alınamadığından, Sony, ”blue” yerine ”blu” kelimesini kullanmak zorunda kalmış.
Oy bluray bluray güzelliğin on cent etmez şu riplerin olmasa….
Can’ın söylediklerine katılıyorum. Güzel bir bakış açısı yakalamış… Bende epey sağlam bir blu-ray oynatıcı var (Panasonic BD 10-A) ama hiç blu-ray filmim yok! :) Fakat bu oynatıcının panel TV’ye HDMI aracılığıyla bağlanması ve DVD’lerime yaptığı upscale kıyağı benim için çok önemli :)
Blu-ray almıyorum ve arşivini yapmayı falan asla düşünmüyorum. VHS’den beri arşiv yapardım ama bu işin bir sonu yok… Seyredip, seyretmeyen birine vermek en güzeli :)
Zaten digital distribution (illegali zaten var da legal olarak) format olayını bitirecek sıkıntı olmaz.. Bir de bu konulara takıksan Adorno’nun Culture Industry (http://books.google.com.tr/books?id=P9G4dn1oSWsC&dq=culture+industry&printsec=frontcover&source=bn&hl=tr&ei=EsPiSrDzMc-04Qbwksz5AQ&sa=X&oi=book_result&ct=result&resnum=4&ved=0CCEQ6AEwAw#v=onepage&q=&f=false) tavisye ediyorum…
Can yine dokturmus ama bu sefer ne yazikki yazdiklarina katilamiyacagim. Ben Blu-Ray’e gecis yapmis bir insan degilim. Hala evde kutu kutu vhs’lerim ve dvd’lerim arasinda oturmayi seciyorum. Cunku Blu Ray daha format olarak tamami ile hazir bir format degil – her film Blu-Ray’de cikmadi cunku her film DVD’de cikmayi basaramadi. Gerekli olan filmerin (ozellikle daha kucuk klasikler (mesela 1940-50 arasi B noir’lari) ya da B korku filmleri hala tozlu VHS’lerden bir adim gidemedi.
Ama teknik olarak Blu-Ray goz ardi etmek inadina lades gibi bir sey oluyor bence. Tamam stil olarak belki Can Blu-Ray’i begenmiyor olabilir ama bunlar degisebilecek elestiriler cunku size hatirlatirim DVD’ler ilk geldiginde de o korkunc ince ve yandan kapakli DVD furyasi bir sure butun marketi sarmisti. Ben israr ettim o DVD’lerin hic birini almadim. Simdi de daha ucuz DVD’lerde incecik bir DVD modasi var – onlari da almiyorum.
Eger bazi filmlerin Blu-RAy transferlerindeki ozene, sevgiye ve ortaya cikan kaliteye bakarsaniz bu elestirilerin bir yere kadar hakli oldugunu sonrasinda ise gereksiz bir sekilde ruzgara karsi isemek mantigina donustugune eminim ki size katilacaksiniz.
‘Casablanca’ yi tekrar, yeniden izler gibi gorebilmek, ‘Red cliff’ te John Woo’nun gercekten hangi renkleri nasil kullandigini mizansen icin de hissedebilmek, Johnny To’nun ‘Mad Detetective’ deki gri ve yesil oyunlari – gerekirse daha bir suru ornek var.
Ve bunlarin bu kalitede evlerimize girebilmesine tek olagan var – Blu Ray’in teknik kalitesi. O Can’in begenmedigi disklerdeki extra space, o kadar cok fazla sey’e olanak sagliyor ki.
Yakinda Chan wook Park’in ‘Vengeance Trilogy’ de Blu Ray;de cikacak ve su anda bunun uzerine yapilan calismalar o kadar detayli ve o kadar titiz ki , benim gorduklerim yuzunden nefesim kesildi heyecandan. Ve Chan Wook Park bunlarin hepsini supervize ediyor.
Bence acil cocukca olan sey bir formata karsi alinan gereksizce tavir. Can’in bu laflarini sinemaya ilk defa ses icat edilginde bunu kucumseyen buyuk studyolarin tavirlari ya da televizyon’un hayatinin baslarinda asagilanmasina benzetiyorum. Evet yenilik her zaman ille de daha iyidir diye bir kaide yoktur ama gercekten kaliteden odun vermeden daha iyiyi yaratan bir nesneye’de bu kadar camur atmak sadece kisisel bir sorunun gostergesidir diyorum.
Ayrica Suspiria’nin Blu Ray’nin simdiye kadar elimize gecen en guzel nesnelerden biridir – Argento’nun renkleri hic bu kadar hayata gecmemisti.
Ben diyorum anya, sen diyosun Konan
divx. en güzeli bu. arşivci değilseniz tabii.
Kesinlikle katılmıyorum. Üstelik günümüzde HD görüntü aşırı yüksek bir çözünürlük değil üstelik düşük bile kaldı. Adamlar 8K broadcast yapmaya başladılar hala dvd mi almamız gerekiyor yani?
Plak fetişistlerinin dijital olarak hazırlanan bir müziği ille de plaktan dinleyeceğim arkadaş demesi gibi bir durum. Eskiden DVD’lere de kızardı sinemacı dostlarımız 35mm varken ondan önce de 8mm ciler vardı.
Bu tutuculuğun bence hiç bir anlamı yok.