“Şiir sadece şiirsellikten ibaret değildir, o var olmuş en şiirsellik dışı şeydir.”
The Piano ile En İyi Özgün Senaryo Akademi Ödülü’nü alan, aynı zamanda Altın Palmiye sahibi tek kadın yönetmen olan, 1954 Wellington, Yeni Zelanda doğumlu yönetmen Jane Campion’un senaryosunu yazıp yönettiği Bright Star, 1821 yılında 25 yaşında Roma’da veremden hayatını kaybeden ve bu kısa hayatına 3 şiir kitabı sığdırmayı başarmış en önemli romantik İngiliz şairlerden biri olan John Keats’in Bright Star / Parlak Yıldız adlı şiirinin varoluş hikayesini, moda öğrencisi Fanny Brawne ile yaşadığı şiirsel aşkın paralelinde beyazperdeye taşıyor. Başrollerde Perfume: The Story of a Murderer’dan tanıdığımız İngiliz aktör Ben Whishaw ve Avustralya’lı aktris Abbie Cornish yer alıyor.
Film ilk başlarda İngiliz şair John Keats’in hayat hikayesine odaklanıyormuş gibi görünse de, aslında merkezine şiirlerine ilham kaynağı olan Fanny Brawne ile olan aşkını ve bu aşk sayesinde genç bir kızın duygusal değişimler yaşayarak nasıl da olgunlaştığını gözler önüne seriyor. Genç bir moda tasarımcısı olan Fanny, yaşadığı dönemin zorluklarının ve konumunun bilincinde olan ama her türlü zorluğa rağmen güçlü ve bağımsız olmaya çalışan bir kız. O kadar inatçı ki, çoğu zaman alay konusu olsa bile, hedeflerinden ve isteklerinden asla vazgeçmiyor. Aynı evin farklı yerlerinde yaşadıkları John Keats’in yazdığı şiirler ise, yaşadığı bu zorlu hayata göre oldukça farklı ve ilgi çekici geliyor. Sonra sonra Keats ile merak ettiği bu şiirler hakkındaki sohbetleri ve kendisini bu konuda geliştirmek istemesiyle aralarında oluşacak güçlü bağın ilk adımları atılmaya başlıyor. Sohbetleri sadece şiir ile kısıtlı kalmıyor elbette. Zamanla birbirlerinin düşüncelerini ve hayata bakışlarını da paylaşmaya başladıkça aralarındaki bağ bambaşka bir boyuta ulaşıyor.
Şiirsel bir ahenkle ilerleyen film, yönetmen Campion’un film boyunca hikayenin içine yerleştirdiği çeşitli sembollerle de daha da büyülü bir atmosfere kavuşuyor. Ancak bu büyülü atmosfer kesinlikle abartıya kaçmıyor ve Keats ile Fanny arasındaki aşkın sadeliğini ve masumiyetini gerek birbirlerine yazdıkları mektuplarla, gerek masum öpücüklerle gerek de müziklerle süsleyerek seyirciye oldukça orantılı ve başarılı bir biçimde aktarıyor. Tüm bunların yanında eşsiz doğa manzaralarını ve renklerin uyumunu da es geçmemek gerekiyor. Tüm bu görsellik ve şiirin birbiriyle buluşmasıyla, aşkın da ölüm kadar insan doğasının bir parçası olduğunu daha da iyi anlıyor ve hüzünle biten bu hikayenin samimiyetine ve doğanın kendi akışının bir parçası olduğuna o kadar derinden inanıyorsunuz.
There must be another life. We can’t be created for this kind of suffering.
Başka bir hayat daha olmalı. Böyle bir acı için yaratılmış olamayız.
Filmin böylesine masumane ve sade olmasının bir diğer önemli sebebi de hiç kuşkusuz Ben Whishaw ve Abbie Cornish’in abartısız, naif ve birbirleriyle uyum içerisindeki oyunculukları. Fanny’nin o kötü haberi aldığında gösterdiği o etkili ve gerçekçi performans, Keats’in Fanny’e olan aşkını ifade ediş biçimi adeta seyirciyi koltuğundan kaldırıyor ve 19. yüzyılın içine doğru çekiyor. John Keats’in bu kısacık, hüzünlü ve bir o kadar da ilham verici hayatını ve şiirden anlamayan bir kadının nasıl da şiire dönüşebildiğine tanık olmak istiyorsanız Bright Star’ı kaçırmayın.
Parlak yıldız,
Senin gibi sarsılmaz durabilir miyim?
Semada asılı Ione’un ihtişamı dururken olmaz.
Ve izliyorum, ebediyen kapanan iki göz kapağıyla
Doğanın dayanıklılığı gibi, uykusuz keşiş
Papazın görevi, hareket eden sular
Dünya’nın kıyılarına saf bir boy abdesti
Ya da günahkar bir maskeli baloya bakan gözler
Dağları ve kırları kaplayan karlar
Hayır, hâlâ sarsılmaz, hala değişilmez
Güzel aşkımın olgun göğsünü yatırdım yastığa
Yumuşak iniş ve çıkışlarını hissetmek için sonsuza kadar
Ebediyen tatlı bir huzursuzluktan uyanmak
Yine de, yine de aldığı o hassas nefesi duymak
Ve sonsuza kadar yaşamak, ya da bayılıp, ölmek
John Keats / Bright Star