Amerikan CSI dizilerinden pek çoğumuza gına geldiğine eminim. Son yıllarda kendi kendini tekrar etmeye başlayan bu polisiye dizilerinin arasından sıyrılan ve önemli bir seyirci kitlesine sahip olan AMC dizisi The Killing bu konuda yenilikçi adımların atıldığının bir göstergesiydi. Ancak o da orijinal bir iş değil, Danimarka yapımı televizyon dizisi “Forbrydelsen”in uyarlamasıydı. Ne mutlu bize ki güzel bir uyarlama oldu ve iki sezon boyunca bizi ince ince işlenmiş senaryosu, derin karakterleri ve son ana kadar eksik etmediği merak ve gerilimiyle kendine bağlamayı başardı. Bu başarılı uyarlama dışında, sizlere yine yakın zamanda hem Amerikan uyarlamasının hem de Fransız uyarlamasının yapılacağı 2011 İsveç-Danimarka yapımı, ilk sezonu 10 bölümden oluşan Bron/Broen yani The Bridge’den bahsetmek istiyorum.
The Killing ile benzer özellikler gösteren, kasvetli ve gerilim dolu atmosferi ile sizi hemen kendisine bağlayacak olan Bron/Broen, soğuk ve puslu Kuzey Avrupa dizilerinin belki de en dikkat çekicilerinden birisi. Hiç kuşkusuz bunun sebebi başarılı olay kurgusu ve işlenişi kadar ana karakterlere hayat veren oyunculara da dayanıyor. İşte bu oyunculardan en önemlileri, izledikten sonra bir daha unutamayacağınız ve “Efsane Dizi Karakterleri” arasında sağlam bir yer edineceğinden hiç şüphemin olmadığı Saga Norén karakterine hayat veren Sofia Helin ile, ona çözecekleri olayda yardım eden ve tamamen zıt bir karaktere sahip olan Martin Rohde’u canlandıran Kim Bodnia. Her bölümü yaklaşık 57 dakika olan Bron/Broen’in Danimarkalı grup Choir of Young Believers’a ait olan “Hollow Talk” isimli jenerik müziği bile sunacağı gizemli ve kasvetli atmosferin sinyallerini ziyadesiyle veriyor.
Dizinin biraz da konusundan bahsedelim: İsveç ve Danimarka’yı birbirine bağlayan Öresund Köprüsü’nde elektrikler 48 saniyeliğine kesilir. Elektrik yeniden geldiğinde ise köprünün tam orta yerinde yatan bir kadın cesedi ortaya çıkar. Bu ceset ortadan ikiye bölünmüş ve İsveçli bir politikacı olan Kerstin Ekwall’a aittir. İki ülke de olaya müdahale etmek ister ve olay yerine ekiplerini gönderir. Malmö Emniyetinden İsveçli dedektif Saga Norén ile Kopenhag Emniyetinden Martin Rohde işte tam bu sırada tanışır. Ölen kadın İsveçli olduğu için davayı İsveç üstlenir ancak çok geçmeden olayın bu kadar basit olmadığı anlaşılacaktır.
Adli tıptaki incelemeler sonucunda bel kısmından kesilmiş olan bu cesedin alt kısmının politikacı Kerstin Ekwall’a ait olmadığı anlaşılır. Cesedin diğer kısmı 13 aydır kayıp olan, uyuşturucu bağımlısı bir fahişeye aittir. Bu fahişe, yani Monique Brammer’in de Danimarkalı olduğu anlaşılınca, soruşturmanın iki ülke emniyeti tarafından ortak bir şekilde yürütülmesi kaçınılmaz olur. Zaman ilerledikçe polisler, karşılarındaki katilin sıradan seri katillerden olmadığını anlayacaktır. Olayların arkasındaki kişi bir gazeteciyle irtibata geçerek ülke içindeki beş halk sorununa işaret edeceğine dair bir mesaj yayınlar. Yaşanan ahlaki çöküşten ve sosyal sorumluluklardan bahseden notlar gönderen katil, iletmek istediği her şeyi gazeteci Daniel Ferbé ile halka ve medyaya duyurur. Bu noktadan sonra büyük bir mücadele başlar. Katil, bu sorunlara kendi yöntemleriyle dikkat çekmeye çalışırken Saga ve Martin de katilin atacağı adımları önceden kestirebilmek için kendi hayatlarından fedakarlıkta bulunacaklardır.
Temposu bir an bile düşmeyen Bron/Broen’in farklı bir polisiye dizisi olduğu daha ilk bölümden anlaşılıyor aslında. Birbirlerinden tamamen zıt karakterlere sahip olan Saga ve Martin, bu gizemli katili bulmaya çalışırken biz de bir yandan onların hayatlarına tanık oluruz. Martin’in aile ilişkileri, büyük oğlu August ile olan sorunları, her şeye rağmen Saga’ya tahammül edebilen sabırlı yapısı ve olayı çözmek için sınırları zorlaması onu daha da sevmemizi sağlıyor. Saga’ya gelecek olursak, o, arkadaşlarının da deyimiyle gerçekten de “özel” biri. Son derece zeki ve işkolik, bir o kadar da duygusuz ve insan ilişkileri konusunda başarısız. Yalan söylemeyi bile bilmeyen, daha doğrusu neden yalan söylenmesi gerektiğini anlayamayan, oldukça farklı bir karakter Saga. Olaylar çözülmeye başladıkça bir yandan da Saga’nın karakterindeki değişimlere de tanık olmamız diziyi daha da keyifli hale getiren unsurlardan biri bence. Başta da söylediğim gibi “Efsane Dizi Karakterleri” arasında yer alması gereken derinlikli bir karakter Saga.
Dizide sadece Saga ve Martin değil, diğer tüm karakterler de dikkate değer türden. Hepsinin de mükemmelikten uzak, hatta sıradan karakterler olması, yarattığı bu empati hissi ile gerçekçiliği üst seviyelere çıkarıyor. Başarılı ve iç içe geçmiş olay örgüsü, sürprizleri ve sağladığı gerilimi ile polisiye türünü bambaşka bir seviyeye taşımayı başarıyor.
2013 yılının sonbaharında ikinci sezonunun da başlaması planlanan Bron/Broen sadece ilk sezonuyla bile unutulmayacak diziler arasında yer almayı hak ediyor. Yine 2013 yılında izleyicisiyle buluşacak olan Amerikan uyarlaması da diziyi sevenlerin dikkatini çekeceğe benziyor. ABD-Meksika sınırında geçecek olan ve başrollerinde Diane Kruger ile Demián Bichir’in yer alacağı uyarlama FX kanalında yayınlanacak. Ne kadar orijinalini yansıtacak ya da başarılı olacak şimdiden kestirmesi zor ama ortada bir Bron/Broen gerçeği varken, taklitlerine ancak nal toplamak düşecek sanırım. Bekleyip göreceğiz.
Öteki Sinema için yazan: Begüm Özdemir
Herkesin favori bir cevirmeni varsa benimki de begum ozdemir!! Bu dizi hakkatt cok guzel. Kiyaslamak icin en sevdigim sahnelerin amerikan versiyonunu da izledim, hic begenmedim. Gercekten cok kotuydu. Saga karakterini oynayan kizin oyunculugunu begenmedim. Bir seyler genel olarak da eksikti yani. Genelde film konusunda uzak dogu yapimlarinin amerikalilar tarafindan yeniden duzenlenmesini daha cok begeniyorum ama dizi konusunda amerikan uyarlamalarini cok sevemiyorum. Her seyi biz biliriz havalari her daim hakim oldugundan sanirim.