Çocukluk anılarım gözümde canlanıyor. Yeni bir giysi almak, marketten birkaç fazla ürün almak, hatta bir kitap sahibi olmak bile eskiden ne kadar zordu. Tatile gitmek ise bir lüks, her zaman mümkün olmayan bir hayaldi. Zorluklar arasında edindiğimiz bu küçük mutluluklar, şimdi tatlı bir nostaljiyle hatırladığım özel anılar olarak zihnimde yerini koruyor. Çünkü o zamanlar bir şeye ulaşmak hem zordu hem de o yüzden anlamlıydı. Şimdi? Her şey avucumuzun içinde, ama ne kadar değerli?

blank

Artık neredeyse her şeye kolayca ulaşabiliyoruz. Sinemaya gitmek mi? Gerek yok; Netflix, Amazon, Disney+ gibi platformlar üstümüze film ve dizi yağıyor. Yemek yapmak mı? Çoğu zaman yorulmaya bile gerek duymuyoruz; restoranlar, kafeler her yerde, dışarıda yeme alışkanlığı sıradan bir ritüele dönüştü. Kitap mı? Eskisinden çok daha fazla basılıyor ama kaçını gerçekten okuyoruz? Alışveriş merkezlerinde kıyafet kampanyaları, sürekli yenilenen sezonlar, her gün yeni bir şey alma dürtüsü… Daha çok izle, daha çok giy, daha çok al, daha çok ye. Bu döngü hiç bitmiyor. 8 milyar insanız, ama tükettiklerimizle kapitalizmin canavarı olan şirketlerin gözünü doyuramadık.Aklıma babam geliyor. Yıllar önce bir Seiko saat almıştı, onun için çok değerliydi. O saat bozulana kadar taktı, tamir ettirmek için her yolu denedi. Ancak çaresiz kalınca yeni bir saat almak zorunda kaldı. Şimdi kendime bakıyorum: bir sürü saatim var ama çoğunu kullanmıyorum bile. Bir arkadaşım var, onlarca parfüm biriktirmiş. Geçenlerde bazılarını çöpe attı çünkü bozulmuşlardı. Kokusu bile bitmeden çöpe giden o şişelerin hikayesi, aslında hepimizin hikayesi.

Her şey bu kadar çoğalınca, ulaşılabilir hale gelince değerini kaybediyor. Daha kötüsü, çoğunu tüketemeden çöpe atıyoruz. Çöp diyorum, çünkü bizden önce başkalarının ellerinden geçen emeği de, doğadan alınan kaynakları da çöpe atıyoruz.

blankBu tüketim çılgınlığını anlamaya çalışırken, Netflix’te karşıma çıkan Buy Now: Shopping Conspiracy belgeseli tam bir zihin açıcı oldu. Dünyanın en büyük markalarının arka planını sorgulayan bu yapım, bizi nasıl bir satın alma döngüsüne hapsettiklerini gözler önüne seriyor. Belgesel, firmaların geri dönüşüm etiketleriyle nasıl bir “yeşil yalan” kurduğunu çarpıcı örneklerle anlatıyor. O güzel görünümlü etiketlerin çoğu gerçek değilmiş; ambalajların büyük bir kısmı dönüşemiyor, ama gevşek yasalar sayesinde firmalar bu yalanlarla hava atmayı sürdürüyor. Daha kötüsü, artık ürünler bilinçli olarak tamir edilemez şekilde tasarlanıyor. Bozulan bir şeyi tamir etmek yerine yenisini almak zorunda kalıyoruz. Bu stratejinin öncülerinden biri, adını ormandan alan alışveriş sitesi; diğeri ise hepimizin elinden düşmeyen, elma logolu teknoloji firması.

Influencerlar: Tüketim Çılgınlığının Modern Rahipleri

Belgeselde dikkatimi çeken bir diğer nokta, sosyal medyanın ve influencerların bu çılgın tüketim düzenindeki rolleriydi. Bir düşünün, Instagram’da ya da TikTok’ta gezerken kaç kez “Bu ürünü mutlaka denemelisiniz!” ya da “Benim favorim bu oldu, siz de alın!” gibi cümlelere maruz kalıyorsunuz? Bu insanlar, devasa bir reklam ağının modern rahipleri gibi çalışıyor. Kutsadıkları her ürünle, bizi daha fazla tüketmeye itiyorlar. Ancak belgeselin de altını çizdiği gibi, bu “öneriler” genelde birer koca yalan.

blank

Çoğu influencer, övdükleri ürünleri sadece para karşılığında tanıtıyor. Deneyimledikleri bile şüpheli. Oysa ekranın diğer tarafında onları izleyen milyonlarca kişi, bu tanıtımları samimi ve gerçek zannediyor. Yalnızca bir reklam olduğunu fark etmeyen izleyici, kendini bir anda bir e-ticaret sitesinde sepete ürün eklerken buluyor. Bu düzen, influencerların aldığı astronomik ödemelerle dönüyor. Ama kimse, o ürünlerin gerçekten işlevsel ya da kaliteli olup olmadığını sorgulamıyor.

Belgesel burada durumu daha da derinleştiriyor: sosyal medya, kapitalizmin belki de en tehlikeli silahlarından biri. Her gün hayatımızın ne kadar “eksik” olduğunu yüzümüze vuruyor. “Yeni bir şey almazsan mutlu olamazsın,” diyor. Kimi zaman “detoks çayıyla” daha sağlıklı olacağımızı, kimi zaman “ışıl ışıl bir cilt” için bir krem almamız gerektiğini, kimi zaman da “cool” görünmek için son çıkan telefonu satın almamızı emrediyor. Ve biz, bu yalancı cennetin kapısını aralayan bir kredi kartı ekstresiyle onların tuzağına düşüyoruz.

Belgeselin etkileyici bir kısmı, influencerların kullandığı dilin nasıl bizi manipüle ettiğini anlatıyor. Sürekli bir “şeffaflık” ve “samimiyet” iddiasıyla karşımıza çıkıyorlar, ancak bu iddialar kocaman bir yanılsamadan ibaret. Bir ürün hakkında söyledikleri övgü dolu sözlerin arkasında kaç sıfırlı bir ödeme yattığını biliyor muyuz? Çoğunlukla hayır. Hatta bazen, tanıttıkları ürünlerin işe yaramadığını ya da zararlı olduğunu bile bile bu döngüyü devam ettiriyorlar.

blank
Buy Now: The Shopping Conspiracy. Cr. Courtesy of Netflix © 2024

Bu manipülasyonların tek bir amacı var: bizi daha fazla tüketmeye, daha fazla harcamaya itmek. Zihnimizi ele geçiriyorlar, çünkü onların sunduğu hayatlar bizlere ulaşılmaz bir mükemmeliyet gibi görünüyor. Ama gerçek şu ki, o gösterişli hayatlar bile çoğu zaman koca bir yalandan ibaret. Çoğu influencerın tanıttığı ürünleri bile kullanmadığını, lüks mekanlarda çektikleri fotoğrafların sahte olduğunu görmek için biraz dikkat yeterli.

Sonuç? Kendimizi sürekli bir eksiklik içinde hissediyoruz. Daha iyi bir yaşam için daha çok harcamamız gerektiği fikriyle güdüleniyoruz. Bir influencerın paylaştığı o “görkemli” anlar, bizim sıradan hayatlarımızı küçümsetiyor. Ve biz, onlara yetişmek için çabalarken, aslında sadece büyük şirketlerin kasasını dolduruyoruz.

Bu yüzden, belgeseli izlerken kendime şu soruyu sordum: Gerçekten ihtiyacım var mı, yoksa birinin bana ihtiyacım olduğunu söylemesi mi beni etkiliyor? Bence bu soruyu hepimiz kendimize sormalıyız. Çünkü o sonsuz satın alma döngüsünün iplerini elinde tutanlar, artık sadece büyük markalar değil. Onların modern ajanları, influencerlar, her gün zihnimizi daha fazla işgal ediyor.

Tüketimin bu acımasız doğasını görünce bir kez daha uyanıyorum. Netflix’te uzun zamandır izlemeye değer bir şey bulamıyordum, ama bu belgesel farklıydı. Böyle yapımları seviyorum çünkü bana dünyanın neresinde durduğumu, birileri tarafından nasıl güdüldüğümü hatırlatıyor.

Babamın saatiyle olan bağı artık bana daha anlamlı geliyor. Çünkü o saat, tüketim çılgınlığından çok uzak, küçük bir direnişti. Şimdi saat koleksiyonumda aynı ruhu bulamıyorum. Ama belki bu farkındalık, bir şeyleri değiştirmeye başlamanın ilk adımıdır. Belki uyanık olmak, bazen sadece izlemekle değil, o izlediklerimizden ders çıkarıp hayatımızı gözden geçirmekle mümkün.

Daha bilinçli bir dünya için, her yeni alışverişte bir an durup düşünelim: Gerçekten ihtiyacımız var mı? Yoksa sadece “daha çok tüket” diyen bir sistemin kuklası mıyız?

İzlemek isteyenlere: Buy Now: Shopping Conspiracy sizin de zihninizi açabilir. Uyanık olun. Dünyanın sonu, çöp dağlarının zirvesinde yaşanacak gibi görünüyor. İyi seyirler.

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Tam Teşekküllü 13. Cuma Belgeseli: Crystal Lake Memories (2013)

Crystal Lake Memories, 13. Cuma efsanesini doğumundan günümüze kadar takip
blank

Horror Movie: A Low Budget Nightmare (2017)

Horror Movie: A Low Budget Nightmare, düşük bütçeli filmlerin son