20. yüzyılın başında dünyayı kasıp kavurmuş bir illüzyonist olan Houdini, seyircileri hayrete düşüren kaçış gösterileriyle elde ettiği ünü sinemada da sürdürmeyi düşünmüştü. Gösterilerinin filme alınmasından ibaret olan belge filmlerle başlayan bu süreç kurgu filmlerle devam etti. Houdini’nin yer aldığı yalnızca beş yapım vardır. Bu filmler ilk başta onun ününden yararlanmaya çalışan sıradan işler gibi gözükse de nerdeyse hepsi Houdini’nin sinema merakının eserleriydi. Sonradan bir yapım şirketi kurup filmin her sürecinde söz sahibi olmasına ve yapımcı, yazar, yönetmen olarak şaşırtıcı yetkinlikte bir eser vermesine varan bu çabası ne yazık ki çok uzun sürmedi.
Houdini henüz çok küçük yaşlarda başladığı illüzyonistliği yıllar içinde geliştirip kaçış gösterileriyle ünlenerek bir anda dünyanın en bilinir kişisi haline gelmişti. Kelepçelerden, hücrelerden, deli gömleklerinden, kilitli sandıklardan, para kasalarından, zincirlerle bağlanmış halde sarkıtıldığı su tanklarından, canlı gömüldüğü mezarlardan kurtulduğu gösterileri hayatının sonuna kadar ilgi çekmeyi sürdürmüştü. O olanaksızı başaran, kilit altında tutulamayan, her türlü zor durumdan kurtulmayı başaran kişiydi. Gazeteleri kendisi hakkında haber yapmaları için sık sık tahrik eden medyatik bir isim olmayı başarmıştı. Sansasyonel gösterilerini, çok sayıda katılımın olduğu halka açık yerlerde gerçekleştiriyor ve mutlaka manşetlerde yer almayı biliyordu. Houdini dünyaca bilinir olmanın bir başka yöntemi sinemayı da kullanmayı uzun süredir düşünmekteydi ve bu amacına ancak 44 yaşındayken ulaşabildi.
Sihirbazlıkla sinema arasında sık sık benzerlik kurulur. Ama bu benzerlik ikisinin de göz yanılsamasına bağlı oluşu, sahneleme, seyirci ve göstericinin konumu ve birbirlerini algılayış biçiminden ibarettir. Sinema sihirbazlığın yalnızca sürprizler, göz aldanmaları, olanaksız olanı gerçekleştirme illüzyonlarından çok öte bir sanattır. Houdini hayranı olduğu illüzyonistlerden George Melies gibi sinemanın bu gücünü çoktan anlamış ve getirdiği kazançla ilgili duydukları da onu heveslendirmişti. Ününün doruğuna tırmandığı 1910’lu yıllarda bir filmde oynama hatta kendi yazdığı öyküleri gerçekleştirmek düşüncesi oluşmaya başlamıştı. Sonunda 1917’de bir seriyal filmde oynamak üzere antlaşmaya vardı. Houdini kendi yazdığı öykünün çekilmesini istiyordu ama yapımcılar buna izin vermediler. Houdini yine de yazarların aklını çelmeyi başarıp öyküye küçük de olsa kendi senaryosundan bölümler eklenmesini sağladı.
Yarım saatlik 15 bölümden oluşan “The Master Mystery” (1918) zamanın diğer seriyalleri gibi kahramanın bölüm sonunda kurtulması olanaksız gözüken bir tuzağın içine düştüğü veya bir şekilde ölmek üzere olduğu, sonraki bölümün başında da bu durumdan kurtulmayı başardığı yapımlardan biriydi. Quentin Locke adlı bir özel ajanı canlandıran Houdini, teneke adam kostümü giymiş ve herkesi akıllı bir otomaton olduğuna inandırmış olan bir çete lideri ve adamlarıyla mücadele eder. Houdini filmde nerdeyse gösterilerinde yaptığı tüm numaraları kullanıyordu. Her bölüm bir yerlere bağlanıp ölüme terk ediliyor, deli gömleği giydirilip, dikenli teller, balıkçı ağları ve türlü çeşit iplerle sarmalanıp hapsediliyor, elleri ayakları zincirlenip suya atılıyor, çarmıha gerilip bir yerlere asılıyor ama hepsinden de kurtulmayı başarıyordu.
Bu sahnelerin farklı bir özelliği vardı. Houdini’nin oynadığı karakterin kurtuluşu başka benzer yapımlardaki gibi çeşitli kesmelerle değil kesintisiz tek bir planda gerçekleşiyordu. Yani Houdini, sahne gösterilerinde nasıl gerçek zamanlı olarak bulunduğu durumdan kurtulup çıkıyorsa filmde de bu kurtuluşunu gerçek zamanlı yapıyordu. Houdini’nin bu hızlı ve takdire şayan kurtuluşları böylece hemen her bölüm tekrarlanıyordu.
The Master Mystery ilk haftasında salonları doldurdu, pek çok kişi sinema kapılarından geri dönmek zorunda kaldı. Houdini’nin başka filmlerde yer alabilmesi için yeterli bir başarıydı bu. Fakat filmin ilerleyen bölümleri bir yerden sonra insanı iyice sıkmaya başlar. Öykü fazlaca uzatılmış ve çekiştirilip durduğunu belli eden bir yapıdadır. 15 bölüm boyunca her şey kendini tekrar eder durur. Houdini’nin her seferinde yakalanıp aynı şekilde tehlikelere sokulup her seferinde kurtulması ama çetenin bir türlü akıllanmayıp yine benzer durumlarda tutsak edince ondan kurtulduklarını düşünmesi oldukça can sıkıcıdır. Dendiğine göre seyirciler Houdini’nin kurtuluşlarının çok çabuk gerçekleşmesinden ve heyecan unsurunun ortadan kalkmasından da şikayet etmişlerdi.
Sinemada bazı anlar gerçek zamanından daha uzun veya çok daha kısa sürelerde gösterilebilir. Örneğin yüksek bir yerden atlayan birinin yere düşüşü gerçekte birkaç saniye sürecekken; yavaş çekim, karakterin ölmeden önce hatırladıklarının geri dönüşlerle verilmesi, yüzündeki ifadelerin farklı açılardan çeşitli kereler gösterilmesi, başka karakterlerin gözünden olayın tekrarlanması vs. yöntemlerle çok daha uzun bir süreye yayılabilir. Ya da tam tersi; atlayan kişi daha bir saniye bile geçmeden anında yere çakılmış gibi gösterilerek olay hızlandırılabilir. Houdini’nin kurtulma sahnelerinde bu yöntemlere başvurulmayıp her şey tek çekimde gerçek zamanlı olarak gösterilmiştir. O sahnelerde gerçekten de gösterilerindeki gibi performanslar sergilemiş oluyordu. Ama sinema dili başkaydı, Houdini’nin bu gösterilerini bir filmde, sihirbazlık veya kurtulma performanslarından hiç haberi olmayan biri de çeşitli film hilelerinin yardımıyla aynı şekilde gerçekleştirebilirdi. Yani Houdini’nin becerileri bir filmde yer aldığında sahnedeki gibi etkili olmuyordu. Seyirciler sinemada gerçek kurtuluşları değil kandırıldıkları daha uzun ve zorlu şekilde başarılan sahte kurtuluşları seviyorlardı.
Houdini’nin oynadığı ikinci yapım “The Grim Game” (1919) idi. Üstüne bir cinayet suçu kalan ve hem kendini aklayıp hem de kaçırılan nişanlısını bulmak için, düştüğü tuzaklardan inanılmaz yetenekleriyle kurtulan birini canlandırıyordu. Anlaşılacağı üzere bu yapım da onun kaçış gösterilerini sergileyebileceği yapımlardan biriydi. Ünlü uçak çarpışması sahnesi ve bu sahnedeki dublör çalışmasıyla ünlü olan bu filmin bütünü uzun yıllar kayıp olarak kalmış, 2015 yılında tam bir kopyası bulunmuştur. Restore edilen film bir gösterim dışında hiçbir yerde yayınlanmamıştır.
https://youtu.be/hEQkAQVvSG0
Houdini 3. filmi “Terror Island”da (1920) bir mucidi canlandırır. Yaptığı denizaltıyı, babasının yerlilerce esir alınması üzerine onu kurtarmaya çalışan bir kızcağıza yardım için kullanan Harry Harper rolündedir. Önceki filmlerin aksine bu filmde Houdini’nin kaçış sahneleri çok azdır. (Ya da bu sahnelerden bazıları filmin kayıp bölümleri içinde yer alıyor da olabilir.) Houdini’nin denizaltıyla yerlilerin adasına gitmesi, burada yerlilerce tanrı zannedilmesi gibi sahneler içeren film bilinen haliyle Houdini’nin yer aldığı en sıradan yapımdır. Bunda kendini tekrar eden sahnelerin aynı The Master Mystery’de olduğu gibi neden olduğu bıkkınlığın payı büyüktür.
Houdini oynadığı bu filmlerin yaratım kısmında belli ölçüde etkide bulunabiliyordu. Sahnelerde bazı değişiklikler veya önerdiği türlü çekimlerin yapılmasında ısrarcı olabiliyordu ama ipler tam olarak onun elinde değildi. Bir seriyal film ve iki uzun filmden oluşan Hollywood macerasından sonra New York’a döndü ve sinema işini kendi kurallarıyla yapmaya karar verdi. Kendi yapım şirketini kurarak şirketin ilk filminin yazarlığını ve yönetmenliğini de üstlendi. (Filmin yönetmeni olarak Burton King adı geçse de Houdini yaratıcı kararları veren asıl belirleyiciydi. William Kalush ve Larry Sloman tarafından yazılan “The Secret Life of Houdini: The Making of America’s First Superhero” adlı kitapta bu durum ayrıntısıyla belirtilir.)
“Sinemada anlatılmış en garip ve sansasyonel aşk öyküsü” sözleriyle reklamı yapılan “The Man from Beyond” (1922), yüzyıl önce kuzey kutbunda donup kalmış Howard Hillary adlı bir adamın 1922 yılında hayata döndürülmesiyle yaşananları anlatır.
https://youtu.be/WYnbe_2IZ8Q
Houdini’nin o güne kadar oynadığı üç yapım sıradan macera filmleri olmuştu. Aksiyon kahramanı olduğu bu yapımlarda zor durumlardan kurtuluyor, olmayacak işleri başarıyor, üzerine çullanan 5-6 kötü adamı döverek onları alt ediyordu. Onu aksiyon içinde ve inanılmaz durumlardan kurtulduğu sahnelerde izlemek son derece zevkliyse de bunlar yüzeysel maceralar içinde yer alıyordu. The Man from Beyond ise hem ilginç bir konuya, hem de çok daha derinlikli bir anlatıma sahiptir. 1820’lerde kutuplarda donakalan adamın yüz yıl sonra canlandırılması onu bir zaman yolcusu haline getirir. Bu canlandırma işlemine bilimsel değil ruhani bir neden uydurularak fantastik anlatımlar yapılır. Yüz yıl önce amacına ulaşamayan bir adamın bunu bir asır sonra gerçekleştirmeyi başarması sinemanın ilk çeyreği için hayranlık uyandırıcı güzel anlatımlar barındırır. Houdini yalnızca oluşturduğu öyküde değil şaşırtıcı şekilde kamera kullanımı, oyuncu yönetimi, özellikle de kurgu konusunda da başarılı bir işe imza atmıştır.
İlk oynadığı yapımlarda tuzaklardan gerçek zamanlı olarak hemen kurtulduğu için eleştirilen Houdini bu filmde ilginç bir şey yapar. Buzullarda bulunup uyandırılan Howard (canlanması ruhunun bedenine yeniden girmesiyle gerçekleşir) henüz 1820 yılında olduğunu sandığı için, sevgilisine benzer bir kadın görünce o zannederek kendini hatırlatmaya çalışır durur. Bir şeyden haberi olmayan kadın ve çevresindekiler bu çılgın adamın neyden bahsettiğini anlayamazlar ve polis çağrılır. Howard’ın delirmiş biri olduğu kanaatine varılır. Onu beyaz çarşaflara sıkıca dolayıp bir hücreye kapatırlar. Yalnızca çarşafla kundaklamak yetmez bir de yatağa kemerlerle bağlanır ve hiçbir şekilde hareket edemez hale getirilir. Görevliler odadan çıkınca sevgilisi sandığı kız polis merkezine gelip onu görmek istediğini söyler. Bir şekilde Howard’dan etkilenmiş ve onu merak etmiştir. Hücreden henüz çıkmış olan görevliler daha 10 saniye geçmeden kapıyı yeniden açarlar ve şok içinde kalırlar: Hücre boştur, Howard kaçmıştır.
Bu sahne, daha önceden kaçışları birebir gösterilen Houdini’nin kurguyu ve sinemasal zamanı nasıl da seyircinin ilgisini çekecek şekilde kullanabildiğini gösterir. Houdini filmlerde bugün halen kullanılan bu yöntemi, sinemasal zamanla oynayarak, kahramanın inanılmaz kısa bir sürede tutsak olduğu durumdan kurtulabilecek yetenekte olduğunu göstermek için kullanmıştır. Bu şekilde kahramanın seyirci gözünde bir anda yüceltilmesi sağlanır. Houdini sahnede insanların gözü önünde kurtulma numaralarını yaparken onları coşturmayı başarıyordu ama sinemada bunun birkaç seferden fazla işe yaramadığını görmüştü. Bu kez kaçışı hiç göstermeyerek şaşırtıcı bir etki vermeyi başarmıştı. Howard tabii ki 10 saniye içinde kaçmamıştır. Sonradan yeni sevgilisine nasıl kaçtığını anlatırken bu kaçışın gerçekleşme aşaması bir geri dönüş sahnesiyle verilir. Howard, “Houdini tarzı” yöntemleriyle sıkışıp kaldığı yerde kıvrana kıvrana kemerlerin dışına çıkmayı başarmış aynı şekilde gevşeyen çarşaftan da kurtulmuştur. Odanın küçük penceresinden çarşaftan yaptığı ipi sarkıtarak yüksek binadan aşağıya inmiş, çarşafın artık yetmediği noktada duvara tutuna tununa aşağıya inmeyi başarmıştır. Houdini bu geri dönüş sahnesinde kaçışı açıklarken tüm olanları birkaç dakikalık sürede verir. Böylece onun nasıl kaçtığıyla ilgili merak bir heyecan anına sıkıştırılmadan doyurucu şekilde giderilir.
Houdini, sinemanın siyah beyaz ve sessizliğe mahkum olduğu dönemde ilk filmini çeken birine göre son derece başarılıdır ama film beklediği kadar beğeni toplamaz. Bazı eksikler ve yetersiz bölümlere rağmen yaratıcı olan senaryosu, konuşma kartlarında aşırıya kaçmayıp çekimleriyle öyküsünü sorunsuzca anlatabilmesi, geri dönüş sahnelerinin kafa karıştırmayacak şekilde etkili şekilde kullanılması, Niagara şelalelerinde çekilmiş Houdini’nin çılgınca akan nehir içinde dublörsüz oynadığı muhteşem sahneler bugün bile yeterli övgüyü almış değildir.
Houdini’nin sonraki filmi ise onun son filmi oldu. Değerlendirdiği üç senaryo vardı: Biri “The Mystery of the Jewel” adlı bu kez Mısır’da geçen bir başka reenkarnasyon öyküsü, diğeri “Yar, The Primeval Man” adlı bir mağara adamının maceralarıyla ilgili olandı. Ama Houdini büyük bir hata yaptığını öngöremeden üçüncü seçenek olan “Haldane of the Secret Service”i seçti.
“Haldane of the Secret Service“ (1923) sondaki kötü adamla ilgili sürprizine rağmen hemen hiçbir sahnede ilgiyi üzerinde tutamaz. Tüm filmleri içinde en sıkıcı olandır. Houdini son derece güzel resimlerle önceki işini aşmıştır ama oyunculuğu fazlasıyla tutuk ve bıkkın görünür. Aksiyon adamı olan Houdini, ancak filmin tek tük aksiyon sahnelerinde kendine gelir. Denizde yüze yüze bir gemiye yetişip güverteye çıktığı ve de bir su değirmeninin tekerleğine bağlanıp tekerlekle birlikte sulara bata çıka dönüp durduğu sahneler çok güzeldir. Ama Houdini fazla fazla konuşma ve açıklama barındıran bir senaryoyu filme almaya karar vermişti. Sürekli araya giren yazı kartları ilgiyi dağıtıp sanki resimli kitap okuyormuşsunuz izlenimi verir. Houdini belki sesli sinemaya yetişse çok güzel olabilecek bir öyküyü sessiz sinema olanaklarıyla çekmeye çalışarak sinema kariyerini bitirmiş oldu. Bu filmden de aradığını bulamayıp sinemadan uzaklaştı.
Houdini çok yönlü ve fazlasıyla hırslı bir kişiliğe sahipti. Rakiplerini alt etmek için büyük çaba sarf ediyor, çoğu meslektaşını kendi numaralarını çalmakla suçlayarak mahkemeye veriyordu. Yaptığı işte en iyi olmak ve çok beğenilmek istiyordu. Yeterince kazanmadığını söyleyerek film işini terk etti ama aslında sinemaya büyük bir tutku beslemişti. Filmlerinin istediği gibi başarılı olmaması belki de ona asıl işine devam etmesini söyledi. İllüzyon alanında tartışmasız en iyiydi ve yeniden bu güvenli sulara döndü. Üç yıl sonraki ölümü halen tartışmalı olan bir şekilde gerçekleşmiştir. Houdini küçük ama güçlü bir vücuda sahipti ve gösterilerinde seyircilere meydan okuyarak karnına yumruk atmalarına izin veriyor ve bu güçlü yumruklara dayanabildiği için seyircilerin hayranlığını kazanıyordu. Benzer bir durum 1926 yılının Ekim ayında bir gösterisinden sonra gerçekleşti. Ama Houdini henüz yumruğa tam hazırlanmamışken yediği güçlü yumrukla yatağa düştü. Birkaç gün yüksek ateşli halde gösterilerine devam etti ama apandisiti onun daha fazla ayakta kalmasına engel oldu. Ne yazık ki birkaç gün sonra da öldü.
Apandisit sorununun bu yumruğa bağlı olup olmadığı tam belli değildir ama sonuçta Houdini mesleğinin kurbanı oldu. Houdini eğer insanları etkilemek ve onları eğlendirmek için sayısız kez hayatını tehlikeye attığı gösterilerden sonra sinemaya el attığında ona tutunabilseydi belki yaşamı erkenden son bulmayacaktı. Sinemada yer aldığı kısa dönemde bu sanatın dilini kavramayı başarmıştı. Çalışmasının ayrıntılarında onun gitgide daha önemli filmler yapabilecek bir potansiyele sahip olduğu görülebilir.
Filmlerinin tanıtımı için bile ilginç yöntemler düşünen (The Man from Beyond filmi için birine 1820’li yılların giysilerini giydirerek üzerinde “Geçmişten Gelen Adam” tabelası asılı halde sokaklarda dolaşmasını sağlamıştır), hayran olduğu ve ismini aldığı Jean-Eugene Robert-Houdin’e sonradan düşman kesilip onun şarlatanlığını pazara çıkarmak için kitap yazan, Scientific American üyesi olup bilime son derece bağlı biriyken ölü annesiyle konuşabilmek için ruh çağırma seanslarından medet uman, ABD’deki tüm illüzyonistleri ve gösteri yaptıkları kulüpleri tek çatı altında birleştirerek bu alanda çok önemli işler başarıp aynı zamanda akla Hababam Sınıfı’nın Badi Ekrem’ini getirecek şekilde gösterilerinde “Hadi vur karnıma, istediğin kadar güçlü vur” diye meydan okuyan ve belki ölümü bu yüzden olan bu renkli kişiliğin sinema dünyasına katacağı şeyler herhalde çok daha renkli olacaktı.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kirisci