ABD, SOVYETLER BİRLİĞİ ve TARİHSEL PERSPEKTİF
Bugün geriye dönüp baktığımızda, Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi (HUAC) ile başlayan ve Hollywood’da “Kızıl Avı”, “Komünist Avı” ya da “Cadı Avı” olarak adlandırılan dönemi kavramak için olayı önce tarihsel bir perspektife oturtmak mecburiyetindeyiz. Maalesef, mevcut sinema kaynaklarında işin bu tarihsel yönü es geçilmişti, ilkin Modern Zamanlar Dergisi’nin 41. sayısında çıkan bu makaleyle az da olsa bu açığı kapatabilirsek ne mutlu bize. Yazı dizimizin bu kısmında olayların gelişimine odaklanıyor olacağız. Daha sonra filmler, belgeseller ve kara liste mağduru onlarca ismin kısa biyografileri gelecek. Hadi başlayalım.
1917 yılında yaşanan Ekim Devrimi (Gregoryen takvimde Kasım), Çarlık otokrasisini yıkıp yerine Sovyetler Birliği fikrini yerleştirdiği zaman bunun dünyanın neredeyse tamamında etkisini göstermesi sadece kısa bir zaman aldı. Rusya’da başta Bolşevikler olmak üzere her türlü radikal sosyalist oluşum Şubat Devrimi (Gregoryen takvimde Mart) ile başlayan süreci lehlerine çevirmeyi başarmış, Geçici Hükümet’in alaşağı edilmesiyle yönetimi ele geçirmişti. Kısa bir süre sonra, Bolşevik önderlik savaşı bitirmek üzere Almanya’yla Brest-Litovsk Antlaşması’nı imzalamış (Mart 1918), ancak “Kızıl” (Bolşevik) ve “Beyaz” (Bolşevik karşıtı) gruplar arasında patlak veren iç savaş ülkeyi yeniden karışıklığa sürüklemiştir.
1917’de geçici Hükümet’in başkanı Kerenski’nin yerine gelen Lenin 1924 yılında hayatını kaybetti. Sonra sırasıyla Rikov, Molotov, Şepilov görevi devraldılar ama Lenin’in gidişinden sonra ipler neredeyse tümüyle Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Josef Stalin’in eline geçmiş oldu. Rikov gibi rakiplerini ekarte eden Stalin zamanla katı hatta yayılmacı politikalar izleyeceğinin sinyallerini vermeye başlasa da, ilk başlarda tüm dünyanın gözü, Avrupa’da ortaya çıkan ve başta Avrupa olmak üzere tüm dünya için bir tehdit oluşturma emareleri gösteren başka büyük tehlikelere odaklanmış durumdaydı: Adolf Hitler ve Benito Mussolini.
Benito Mussolini agresif milliyetçilik anlayışıyla hareket ediyor ve aktif bir yayılmacılık izliyordu. Corfu bombalaması, Arnavutluk müdahalesi, Libya ile Habeşistan’nın (Etiyopya) resmen işgali gibi olaylar, takip eden herkeste derin bir kaygıya neden oluyordu. Bu olayların Hitler’e büyük bir ilham vermesi de gecikmedi. Muhalefeti susturan Adolf Hitler’in kavgacı, işgalci ve yayılmacı anlayışı kısa süre içinde hayata geçince (Avusturya’nın ilhakı vs.), başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, Avrupa ile organik bağları olan Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyet Birliği de günbegün yaklaşmakta olan tehlikeye karşı adı henüz adı konmamış bir mücadeleye girmişlerdi bile. Almanya’nın Japonya ile imzaladığı “Anti-Komintern Paktı” (25 Kasım 1936) nedeniyle Sovyetler Birliği ile arası zaten bozuktu. Hitler’in ayrıca Mussolini ile yakınlaşması da “Mihver Devletleri”nin fikri altyapısının oluşmasına ön ayak olmuştu. Dünya ikinci bir savaşa gidiyordu.
Hitler’in Çekoslavakya’yı işgal etmesi, Litvanya’dan Memel bölgesini alması fitili ateşlemişti. Ama bomba Polonya işgaliyle patladı. Burası çok bilinmez ama Polonya işgalinde Almanlar ve Sovyetler anlaşmıştı. Ülkenin doğusunu biri, batısını bir diğeri alacaktı. Ve öyle oldu. Almanlar Varşova’yı ve batıyı aldılar, Sovyetler doğuyu. Almanlar sanıldığından çok daha kısa sürede Fransa’yı ele geçirip Vichy Fransası’nı kurdurdukları zaman, Avrupa’da, Balkan’larda ve Slav topraklarına kartlar dağıtılmış ve taraflar az çok belli olmuştu bile. Pearl Harbor saldırısıyla beraber de, ilk başlarda savaşa aktif olarak katılmama ve tarafsız gözükme niyetinde olan ABD oyuna dahil edilmiş, takımlar şekillenmişti. Birbirine karşı büyük çekinceleri olan iki büyük güç aynı safta yer alacaktı: ABD ve Sovyetler Birliği.
Aslında, her ne kadar ABD ve Sovyetler İkinci Dünya Savaşı’nda büyük ölçüde stratejik ortak olarak hareket etmiş olsalar da, bu iki Müttefik devletin her zaman birbirlerine karşı biraz mesafeli durduklarını söylemek lazım. Ama sonuçta düşman ortaktı ve Almanya, İtalya ve Japonya başta olmak üzere Mihver Devletleri yenilgiye uğratılana kadar bu iki büyük devlet sorun çıkarmamaya, bazı şeylere bir yere kadar tahammüllü davranmaya mecburdular. Bu süre zarfında karşılıklı anlaşmalar, jestler, ender görülen büyük bir hoşgörü eşliğinde sunuluyordu.
Başrolünü Robert Taylor’ın oynadığı, ünlü aktör Michael Chekkov’un da yer aldığı “Song of Russia” (Rusya Şarkısı, 1944) filmi bu kapsamda, Amerikan hükümetinin teşviki ve desteğiyle 1943 yılında çekilmişti. Yapımcı MGM’di. Federal Hükümet’in Savaş Bilgileri Bürosu’nda görevli sinema propaganda bölümü şefi, Robert Taylor’ın filmde oynamasını kendisinden bizzat rica etmişti. Film, ABD’nin birlikte savaşa atıldığı müttefiki Sovyetler Birliği’ne bir tür jest mahiyetindeydi. Kimse kısa bir süre sonra yaşanacak felaketi beklemiyordu.
AMERİKAN KARŞITI FAALİYETLERİ İZLEME KOMİTESİ
1932 yılında Cumhuriyetçi Herbert Hoover’ın yerine 32. Amerikan Başkanı olarak Demokrat Parti’den Franklin D. Roosevelt seçilmişti. Kendisini Büyük Buhran’ın olumsuz etkilerini gidermeye adayan Roosevelt çok sevilmiş ve dört dönem görev yapmıştı. Aslında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ilk soruşturmalar Roosevelt döneminde başlamıştı. İngilizce adı “House Un-American Activities Committe” (kısa adı, HUAC) olan Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi 1938 yılında kuruldu.
Garry Wills’in aktardığına göre, ilginç bir şekilde, “Amerikan Karşıtı Faaliyetler” deyimi ilk kez liberal bir Temsilci olan Samuel Dickstein tarafından ortaya atılmış. Dickstein 1934’te, Alman Amerikan Birliği’ndekilerin Almancı eğilimleri ile ilgilenecek bir sürekli komite kurulması fikrini ileri sürmüş. Sonunda bu Komite’nin 1938’de, radikallerle sosyalistleri olduğu kadar faşistleri de sorguya çekmek isteyenlerin uzlaşmaları sonucu kurulması da, bir o kadar ilginçtir. Komitenin 1938–1944 yılları arasında başkanlığını yapan Martin Dies Jr. zamanında sinema da dahil olmak üzere birçok sektörden önemli isim çağrılıp soruşturmaya tabii tutulmuştur. Bu resmi ifade alma uygulamasının yaygın adı “dinleme”dir (hearing).
Bilinenin aksine kara liste uygulamasının tarihi de 1938 yılına uzanır. Federal Tiyatro Projesi başkanı Hallie Flanagan sorgulanır ve komünist olmakla itham edilir. “Once Upon a Time in West (Batıda Kan Var), “Mr. Deeds Goes to Town”, “Cul-de-Sac” (Bozuk Düzen, 1966) gibi filmleriyle tanıdığımız aktör Lionel Stander daha o tarihte komünist olduğu gerekçesiyle -kendi deyimiyle- ilk gizli kara liste mağdurlarından biri olmuştur.
Columbia Pictures’ın başkanı Harry Cohn, Stander’ı sendikacılıktaki dik duruşu nedeniyle cezalandırır ve Film Yapımcıları Birliği’ne (Motion Picture Producers Association – MPPA) komünist olduğu gerekçesiyle onu şikayet edip, Stander’la sözleşme yenileyecek olan Birlik üyesinin 100.000 dolar ceza ödeyeceğini ilan eder. 1930’lu yıllarda adeta fırtına gibi esen bir aktörün önüne bir set çekilmiştir. Stander, alınan karara aldırmaz ve MPPA üyesi olmayan yapımcılarla çalışmaya devam eder. 1940 yılındaysa görevi Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi alır ve komünist olduğu gerekçesiyle Stander’ı kara listeye alır. Stander 1940-1943 yılları arasında hiçbir filmde oynayamaz.
1944 yılında Hollywood’da Amerikan Değerlerinin Korunması İçin Sinema Birliği (Motion Picture Alliance far The Preservation of American Values) adlı bir dernek kuruldu. Derneğin tanınmış üyeleri arasında; Walter Brennan, Gary Cooper, Cecil B. DeMille, Martin Berkeley, Ward Bond, Walt Disney, Irene Dunne, Victor Fleming, Clark Gable, Hedda Hopper, Leo McCarey, Adolphe Menjou, Robert Montgomery, Dick Powell, Ayn Rand, Ronald Reagan, Ginger Rogers, Barbara Stanwyck, Robert Taylor, King Vidor ve John Wayne gibi önemli isimler vardır. Yavaş yavaş sinema camiası da kamplaşmaya başlamıştır.
1945 yılının 12 Nisan’ında, 1932’de Cumhuriyetçilerin iktidarına son vererek Başkan olan Roosevelt, henüz savaş devam ederken hayatını kaybetmiş, yerine yardımcısı Harry S. Truman gelmişti. Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’nin yeni başkanı Edward J. Hart olmuş ve Komite sürekli hale gelmiştir. 1945–1946 yılları arasında görev yapan Hart da birçok sektörden insanı soruşturmuş ama dişe dokunur, ülke çapında ses getirecek bir şey çıkaramamıştır.
1947 yılı ise Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’nin tarihinde ilk büyük kırılma anı olur. Amerika’da 1940’lı yılların ikinci yarısından itibaren hızla yükselen komünizm karşıtlığını anlamak için olayı tarihsel perspektife yeniden oturtmak zorundayız. Garry Wills’den aktarıyorum.
1946 yılının Kongre seçimleri, 16 yıldan beri ilk kez, Cumhuriyetçi bir Kongreyi işbaşına getiriyordu, bu da mevcut seçim sistemi matematiğine göre Truman’ın 1948’de yenileceğinin göstergesiydi. Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’nin başına Cumhuriyetçi bir başkan (J. Parnell Thomas) ve Cumhuriyetçi bir başdanışman (Robert Stripling) geçmişti. Koltuğu kaybedeceğini anlayan Truman, 1947 baharında, çeşitli gerekçelerle (Türkiye ile Yunanistan’ı kurtarmak vb.) Soğuk Savaş’ı başlatıyordu.
Bu arada yeni bir “Bağlılık” programı uygulamaya başlamıştı; bu da federal devletin bütün memurlarının sorguya çekilmesi demekti ve savaş dönemlerinde bile böyle sert önlemlere başvurulmamıştı. Truman’ın Adalet Bakanlığı, Smith davalarını, yani yalnızca Komünist Parti’ye üye olmanın, sorguya çekilmek için yeterli sayıldığı davaları dinleyecek büyük New York jürisini toparlamaya çalışıyordu. Başsavcı, ancak savaş zamanlarında başvurulan ve Başkanın yazdığı bir tutuklama belgesiyle ülkeye ziyaret amaçlı gelen Alman komünist Gerhart Eisler’i tutukluyor, Ellis Adası’na sürüyordu. Bir başka Komite (Ödemeler Dairesi), on tane kadar Dışişleri görevlisini “şaibeli” ilân ederek saldırıya girişmişti ama Dışişleri Bakanı George Marshall, Komite önüne çıkarılmadan suçlananları salıvermişti.
1947 baharındaki en çarpıcı olayı, Başsavcı Tom Clark’ın çeşitli kaynaklardan yararlanarak düzenlediği “Liste” idi. Önceleri, bu liste içişlerini ilgilendiren bir belge diye düşünülmüştü, Truman’ın bağlılık sınavlarını tamamlayıcı nitelikteydi. Federal memurların eğilimlerini sınamada dört çeşit ilişkiyi temsil eden kuruluşların, örgütlerin listesi sunuluyordu: Komünistlerle, faşistlerle, totaliter dünya görüşüyle ya da başka “çarpık” ideolojilerle ilgili bağlantılar. Bu kuruluşlardan birine ya da birkaçına üyeyseniz, işe alınmadan önce hakkınızda geniş bir soruşturma yapılıyordu. Aynı yıl, tam Truman, Başsavcı Clark aracılığıyla Marshall Planı’nın Komünizme karşı bir kalkan olarak kullanılmasını sağlamaya çalışırken, liste yayınlanıverdi. Hiçbir yasa dışı eylem, suç göstermeden, hatta bireysel yanıt mekanizmasının işlemesine bile olanak tanımadan, Hükümet, sürüyle örgütten herhangi birine katılmış herhangi bir yurttaşı, hain diye damgalamakta serbestti. Kamuoyu, durumu, bu tür örgütlere parasal anlamda katkıda bulunanların ya da onların toplantılarına katılanların da cezalandırılacağı biçimde yorumlamakta gecikmedi. Başlangıçta, federal memurların aksi kanıtlanıncaya kadar suçlu sayılmaları amacıyla düzenlenen liste, artık kişilere, ister özel işlerinde, ister kamu görevlerinde çalışıyor olsunlar, hiçbir yetkinin ve görevin verilmemesi için kullanılıyordu.
Yani McCarthy dönemi, aslında Joseph McCarthy’nin ilk çıkışını yaptığı 1950 yılında başlamıyor; Truman’ın, Başsavcı Tom Clark’ın ve FBI Başkanı J. Edgar Hoover’ın bir güçbirliğine sıvandıkları ve insanları töhmet altında bıraktıkları 1947 yılına dayanmaktadır. Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’ne gerekli silahları onlar vermişlerdi, hem tanıklara karşı kullanılacak listeleri, hem de Komite’nin gittikçe ağırlaşacak bir baskıyla uygulayabileceği bağlılık programını, aksi kanıtlanana kadar her yurttaşın hainlikle suçlanabileceği ve böyle bir sınavdan geçmeyi reddeden erkek-kadın tüm yurttaşların çalışma ve iş bulma hakkından yoksun bırakılacağı ilkesini. Liste, kadın erkek herkesin, ilişkilerini kollamasını, gittiği yere, gördüğü kişiye dikkat etmesini buyuruyordu. Onaylanmayan bir toplantıya şöyle rasgele girmeniz, bir bağış kampanyasına çek imzalamanız, radikallerle uzaktan merhabalaşmanız bile Liste’ye girmenize ve işsiz kalmanıza yol açabilirdi. Başsavcı’nın özel listesi, bugün “McCarthy’cilik” diye tarif ettiğimiz dönemin işaret fişeği olmuştu. Wills’e göre; “ne yazık ki McCarthy’ciliğe, daha olgun dönemi hesaba katılarak teleolojik bir ad verildi, oysa genetik bir ad verilse, Trumanizm adı çıkacaktı ortaya” der. Bu benim de katıldığım çok önemli bir tespittir. Sonuçta “av”, çok daha önce başlamıştı.
McCarthy’ci düşünce; Birleşmiş Milletlerin kuruluşu, Truman Doktrini, Marshall Planı, Berlin hava köprüsü, NATO’ nun kuruluşu, Kore savunması gibi önemli olayların yaşandığı kısa bir zaman dilimi içinde kendine varolma zemini buldu. Tarihsel olayları bilmeden bu durumu kavramak bir hayli güçtür. Truman’ın (ve FBI Başkanı Edgar J. Hoover’ın), soğuk savaşın başladığı yıl olan 1947’de CIA’yi kurmasından sonra soruşturmaların hız kazanmış olması tesadüf değildir. ABD topyekun bir savaşa hazırlanıyordu. Ve işe kamu görevlilerinden ve uzunca bir süredir propaganda amacıyla kullandıkları sinema sektöründen başladılar.
Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi, 1947 yılında aktör Robert Taylor’ı ifade vermeye çağırdı. Ve bir dostluk nişanesi olarak hükümet desteği ve yönlendirmesiyle çekilen “Song of Russia” (Rusya Şarkısı, 1944) filmi üzerinden onu köşeye sıkıştırdılar. Evet, makalenin açılışında bahsettiğim film nedeniyle. Robert Taylor’ı sorgulayanlardan biri geleceğin başkanlarından Richard Nixon’dı. Bir ülke kurucu değerlerine ihanet edip kendi halkını satmaya başlamıştı. Komiteye bilirkişi olarak çağrılan romancı Ayn Rand bugün tarihe komik, utanç verici hatta skandal diye geçen ithamlarla filmi alaşağı etmeye çalışmıştı (bir Rus buğdayına nasıl “nefis” denebilirmiş vb.). Rand’ın konuşmasından iki gün sonra ifadeye çağrılan Taylor, korkusundan bir zavallı gibi ifade verdi, filmi kendinin de komünistçe bulduğunu, ülkesinin ve devletinin yanında olduğunu deklare etti. İsim vermeye zorlandı. Ve komünist olabileceklerini birilerinden duyduğu Howard DaSilva, Karen Morley ve Lester Cole’un ismini verdi. Bu ifadeyle beraber sinema camiasındaki av resmen başlamış oldu.
HOLLYWOOD ONLUSU
Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi, 1947 yılının Eylül ayında 79 kişiyi, filmlerine komünizm propagandası içeren katkılar sunduğu iddiasıyla ifadeye (güya “dinleme”ye) çağırdı. Senaristler Birliği (Screen Writers Guild) ve Komünist Parti üyelikleriyle ilgili sorulara cevap vermeyeceğini beyan eden 19 kişi, bu sefer yasama faaliyetini engelledikleri iddiasıyla dinlemeye çağrıldı. Çeşitli sebeplerle, bunlardan dokuzu ifadeye gelemedi, on tanesi geldi. Bu on kişi, bugün Hollywood Onlusu adıyla anılan gruptur: Yani, Alvah Bessie (senarist), Herbert Biberman (senarist ve yönetmen), Lester Cole (senarist), Edward Dmytryk (yönetmen), Ring Lardner Jr. (senarist), John Howard Lawson (senarist), Albert Maltz (senarist), Samuel Ornitz (senarist), Adrian Scott (yapımcı ve senarist) ve Dalton Trumbo (senarist).
Burada şunu özellikle belirtmeye ihtiyaç vardır. O tarihte Komünist Parti’ye üye olmak tek başına bir suç teşkil etmiyordu. Yani, (ana)yasal bir haktı. 1944 yılında partinin üye sayısı 80 binin üzerindeydi. 1954 yılına kadar Komünist Parti yasaklı değildi. Hollywood Onlusu, sorulara cevap vermeyi reddedince, yasama faaliyetine engel olmaktan bugünün parasıyla yaklaşık onar bin dolar para cezasına ve altı aydan bir yıla kadar değişen sürelerde hapis cezasına çarptırıldı. Kararın, Anayasa Mahkemesi’nden döneceğine emindiler. Ama olmadı. Mahkeme, somut bir delil olmamasına rağmen, politik nitelikli korkunç bir karara imza attı ve cezaları ona(yla)dı. Bu 10 kişi Connecticut’tan Teksas’a beş ayrı cezaevine gönderildiler. Karar, ülke çapında infiale yol açtı. Yürüyüşler, mitingler ve protesto gösterileri düzenlendi.
[box type=”shadow” align=”” class=”” width=””]
Hollywood Onlusu’nda her ne kadar tarihsel süreç içinde Dalton Trumbo bir adım öne çıkmış gibi gözükse de o dönem bu işin, gerek duruşu gerekse açıklama, konuşma ve beyanlarıyla küçük çaplı yer sarsıntıları yaşatan tek bir lideri vardı, o da çok net bir şekilde senarist John Howard Lawson’dır. Lawson’ın HUAC başkanı J. Parnell Thomas’a verdiği cevap bugün bile ders niteliğindedir. Thomas, Lawson’a o klasik soruyu sorar, cevabını da alır.
Thomas: Komünist Parti’ye üye misiniz ya da hiç Komünist Parti’ye üye oldunuz mu?
Lawson: Bu komiteye Amerikanizmin temel prensiplerini öğretmek zorunda kalmış olmam ne büyük talihsizlik ve trajedidir.[/box]
1948 yılında o meşhur “Hiss Davası” başladı ve ardından 1949’da “Foley Meydanı Davası” geldi. Artık tüm ülke komünistlerin her yere sızdığına, sürekli vatan hainliği yaptıklarına inanılan bir paranoya ortamına sürüklendi. Başta kamu görevlileri olmak üzere, büyük bir soruşturma dalgası başladı.
SENATÖR JOSEPH McCARTHY
Aslında, genel kanının aksine, 1947 yılında seçilen Wisconsin Senatörü Joseph McCarthy’nin Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’yle doğrudan bir bağlantısı bulunmamaktaydı. Hiç kuşkusuz, Komite üzerinde büyük bir etkisi vardı ama kendisi üye değildi (nedense, bu mühim bilgiyi de yerli sinema kaynaklarımızda bulamıyoruz). Hırslı bir politikacı olarak tanınan McCarthy, “Hükümet Operasyonları Komitesi”nin ve onun geçici alt komitesi olan “Amerikan Senatosu Soruşturmaları Komitesi”nin başkanlığını yapmaktaydı. Bugün geriye dönüp bakıldığında, olayların içinde bilinçli bir şekilde sivrilmiş ve agresif, yıkıcı bir tavır takınmış olmasının en önemli nedeninin Amerikan Başkanı olma hayalinin ortaya çıkardığı büyük hırs olduğu kanısı yaygındır.
1950 yılının Şubat ayında Senatör McCarthy, elinde Dışişleri Bakanlığı bünyesinde çalışan Komünist Parti üyelerinin ve bir casus şebekesi üyelerinin isimlerinin yer aldığı 205 kişilik (Truman’a çektiği telgrafta rakamı 57 olarak veriyor) bir liste olduğu bilgisini kamuoyuyla paylaştı. Ülke çapında büyük bir infiale yol açan açıklamadan sonra yıldızı parlayan ve sonra işi Başkan Eisenhower ile General Marshall’ı bile komünistleri desteklemekle suçlamaya kadar vardıran McCarthy, bir yerlerden eline geçen listelerle başta komünistler, Yahudiler ve eşcinseller olmak üzere birkaç koldan “devlet düşmanı” olarak gördüğü gruplara karşı kamuoyu önünde adeta savaş açtı. 1954 yılında Ordu-McCarthy soruşturmalarında (ve Lester C. Hunt’ın intihar etmesi olayında) duvara toslaya dek de süperstarlık yıllarının keyfini sürdü ve binlerce insanın hayatını kaydıran büyük ve acımasız bir insan avı başlattı. ABD’de özellikle komünist avını merkeze alan bu 1950-1954 dönemine, literatürde McCarthy Dönemi (McCarthy Era) adı verilmektedir.
McCARTHY DÖNEMİ
McCarthy’nin 1950 yılındaki çıkışına gelmeden önce, zamanın ruhunu kavramak için 1948-1950 yılları arasında yaşanan ve o dönemki komünizm korkusunu (Red Scare) ayyuka çıkaran bazı gerçeklere değinmek yerinde olacaktır. ABD, İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya’ya karşı nükleer bomba kullandığı zaman, Sovyetler Birliği’nin henüz nükleer bomba teknolojisi yoktu. Ama 1949 yılına gelindiğinde nükleer bomba yapımını tamamlamış ve nükleer güç haline gelmişlerdi. Savaş sonrası Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa’daki etkinliğini arttırmış, bazı ülke yönetimlerinin kendine yakın ideolojilerden seçilmesini sağlamıştı. 1949 yılında Çin’deki İç Savaşı komünistler kazanmış ve Mao bir devrimle iktidara gelmişti. 1950 Haziran’ında ise bir süredir büyük bir iç karışıklık yaşanan Kore’de savaş başlamıştı. Tüm bu gelişmelerin ABD’yi kaygılandırmaması düşünülemezdi. Soğuk Savaşın dengesi komünistler lehine değişmişti. McCarthy işte tam da bu dönemde ortaya çıktı, hem siyasal erkte, hem bürokraside hem de halkta hatırı sayılır bir karşılık bulmasını bir ölçüde bu koşullara bağlayabiliriz.
McCarthy Dönemi’nde Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’nin başkanlığını John Stephens Wood (1949–1953) ve Harold H. Velde (1953–1955) yürütmüştür. Komitenin en bilinen üyeleri Richard Nixon, John E. Rankin, ve Donald L. Jackson’dır.
McCarthy, işe önce Richard Nixon marifetiyle Alger Hiss’i mahkum ettirmekle başladı (1950). Ama onun kitlelerce yakından tanınmasını ve bireysel histerisini kitlelere yaymasını sağlayan şey, 1951’de Hollywood’da başlattığı komünist avı oldu. O zamanlar, bu olayların biraz daha farklı yorumlandığını söyleyerek işe başlayalım. Yani 1950’lerde, 60’larda ve ‘70’lerde McCarthy Dönemi’ne bakış atan yazı ve yorumlar bugünkünden bir hayli farklıdır. Çünkü zaman içinde, birçok yeni bilgi, belge ve tanıklık ortaya çıktı. Bizzat olayı yaşayanlar o dönem yaşananlara ışık tutan açıklamalarda bulundular ya da yazılar kaleme aldılar.
Örneğin; 19 Haziran 1953’te Julius ve Ethel Rosenberg’in casusluk yaptıkları ve atom bombasının sırlarını Ruslarla paylaştıkları iddiasıyla idam edilmeleri o dönem büyük bir toplumsal kırılmaya yol açtığı gibi, ülke dışındaki tepkilerin de gözle görülür bir şekilde artmasına vesile oldu. Ama zaman içinde, Rosenberglerin Sovyet Hükümetine çalıştıkları, kritik öneme haiz bilgileri casusluk faaliyeti kapsamında paylaştıkları Kruşçev gibi en yetkili ağızlardan açıklanmış oldu. Açıkçası, zaman içinde McCarthy döneminde komünistlikle ve buna bağlı gizli faaliyetlerle suçlanan ve bunu o dönem reddeden birçok ismin gerçekten de komünist olduğu ve birtakım gizli faaliyetlerde bulundukları da ortaya çıktı. O nedenle, bugün o dönemi değerlendirirken, mesele, komünist olmayan birinin komünist olmakla itham edilmiş olmasından ziyade demokratik hakların (düşünce/ifade özgürlüğü vb.) ihlali bağlamında değerlendirilmektedir. Ayrıca bir kez daha belirtmekte fayda var, belirli bir tarihe kadar Amerikan Komünist Parti’sine üye olmak zaten suç değildi. Artık McCarthy dönemi, ortaya suç teşkil eden bir delil konmadan mahkumiyet verilmesi, masumiyet karinesinin ihlali, kişinin kendi aleyhine tanıklık edemeyeceği kıstasına dayanan Beşinci Madde (Fifth Amendment) hakkını kullandı diye “kara liste” gibi ve hatta “gri liste” gibi kişi temel hak ve hürriyetlerine saldırı mahiyeti taşıyan insanlık dışı uygulamalara başvurulması bağlamında ele alınmaktadır.
Hakkını teslim etmek lazım, olayı daha o zamanlar, bir demokratik hak ihlali ve anayasal saldırı olarak gören bazı büyük isimler de oldu. John Huston, Humphrey Bogart, Lauren Bacall, William Wyler gibi önemli isimler yürüyüşler düzenlediler. Charlie Chaplin, Orson Welles, aktör Paul Leroy Robeson ve “The Wizard of Oz” (Oz Büyücüsü) gibi önemli filmlerin müzikleri yapan müzisyen Yip Harburg gibi isimler ülkelerini, kendini var eden kurucu değerleri reddeden yaşanmaz bir yer olarak nitelendirdiler ve böyle giderse ülkeyi terk edeceklerini açıkladılar. Kara listeye alınan Robeson ve Harburg’un pasaportuna el konuldu. Olayların neticesinde, ülkenin iki büyük sinema dehası Chaplin ve Welles Amerika Birleşik Devletleri’ni terk etti. 1940’ların ikinci yarısından itibaren ivme kazanan bu süreçte başta Bertold Brecht, John Berry, Carl Foreman ve Joseph Losey gibi isimler olmak üzere birçok önemli sanatçı ülkesini terk etmek durumunda kalmıştır.
McCarthy döneminde, Amerikan toplumsal kodlarındaki ırkçılığın, yabancı ve azınlık düşmanlığının yirminci yüzyılda hiç olmadığı kadar zirve yaptığı görülmektedir. Zaman içinde, kara listeye alınan bazı isimlerin sırf Yahudi olduğu ya da sırf eşcinsel veya siyah olduğu için torbaya atıldığı ortaya çıkmıştır. Düşünce özgürlüğü bağlamında yurttaşlık haklarını kullanan birçok isim iktidarın sopasından nasibini almıştır.
Dönemin en korkunç uygulamalarından biri de, insanları muhbirliğe itip, hâlâ kapanmayan bir tür toplumsal yara açmış olmasıdır. Soruşturma için dinlemeye çağrılan birçok tanık, yaşadığı dehşet verici korku nedeniyle isimlerini vererek kendi arkadaşlarını gammazlamak, onların hayatını karartmak zorunda kalmıştır. Ki, bunların içinde, Elia Kazan, Edward Dmytryk, Jose Ferrer gibi sinema ve tiyatro tarihinin en büyük bazı isimlerini görmemiz hakikaten çok üzücüdür. McCarthy döneminin etkileri silinip gidince, arkadaşlarının isimlerini veren herkes ömrü boyunca bu utançla yaşamak zorunda kalmış, çoğu zaman kendini savunan açıklamalar ve yazılar yazmış olsalar da “hain” damgası yemekten kurtulamamışlardır.
HOLLYWOOD KARA LİSTE MAĞDURLARI
McCarthy döneminde, başta kamu çalışanları, fikir adamları ve sanatçılar olmak üzere binlerce insan kara listeye alınmıştır. En büyük darbeyi alan sektörlerden biri de sinema camiası olmuştu. Paul Robeson (aktör ve şarkıcı), Canada Lee (aktör) ve Lionel Stander (aktör) gibi isimler 1940’larda kara listeye alınan ilk gruptandı. Ama sonrasında durum üç yüzü aşkın isimle akıl almaz bir boyut kazandı. Canada Lee ve John Garfield gibi bazı isimler Komite süreçleri sırasında erken yaşta hayata veda ettiler. Hapsi boylayanlar, gönüllü sürgünü seçip ülkesini terk etmek durumunda kalanlar oldu. Kalanları ise açlık, yokluk ve sefaletle dolu bir dönem bekliyordu.
Kimler yoktu ki kara listeye alınanlar arasında? Marlon Brando ve Robert De Niro’yu yetiştiren, hocaların hocası Stella Adler, Stella’nın kardeşi, kara filmlerin bir başka büyük oyuncusu Luther Adler (“D.O.A.”, “Kiss Tomorrow Goodbye”). Howard Da Silva (“Yaratılan Adam”, “Sergeant York”), Clifford Odets, Elia Kazan ve John Garfield’ın “Group Theater”dan arkadaşları Lee J. Cobb (“12 Kızgın Adam”, “Satıcının Ölümü”), gelmiş geçmiş en büyük komedyenlerden Zero Mostel (“Yapımcılar”, “Aptallar Şehri”), kara filmlerin unutulmaz ismi John Garfield (“Postacı Kapıyı İki Kere Çalar”, “Body and Soul”), Yahudi tiyatrosunun dev ismi Sam Jaffe (“Elmas Kaçakçıları”, “Ben Hur”). Ossie Davis (aktör), Ruby Dee (aktris), Lee Grant (aktris), Harry Belafonte (aktör ve şarkıcı), Barbara Bel Geddes (aktris), Burgess Meredith (aktör) ve daha nice aktör ve aktris.
Ünlü oyun yazarları Lillian Hellman (“The Children’s Hour”, “The Little Foxes”) ve koskoca Arthur Miller (“Satıcının Ölümü”, “Uygunsuzlar”). Gelmiş geçmiş en iyi bestekârlar arasında gösterilen Leonard Bernstein (“Rıhtımlar Üzerinde”), Peckinpah’ın ve Eastwood’un bestecisi Jerry Fielding (“Vahşi Belde”, “Alkatraz’dan Kaçış”), hatta Hellman’ın oyunlarını müzikale çeviren Marc Blitzstein.
Senaristler Walter Bernstein (“Mutlak Savaş”, “Paravan”), Howard Koch (“Casablanca”, “Ölüm Mektubu”), Ben Maddow (“Elmas Kaçakçıları”, “Johnny Guitar”), Waldo Salt (“Geceyarısı Kovboyu”, “Serpico”) ve daha niceleri. Hard-boiled geleneğinin en büyük temsilcisi yazar Dashiell Hammett. TV Yönetmenleri Sendikası eski başkanı Robert Lewis Shayon. O kadar çok insanı mağdur etti ki, kara listeler.
Ya yönetmenler? Charles Chaplin (“Asri Zamanlar”, “Şehir Işıkları”, “Diktatör”) , Joseph Losey (“Genç Hizmetçiler”, “Kaza Gecesi”), Jules Dassin (“Rififi”, “Night and the City”) ve Orson Welles (“Yurttaş Kane”, “Bitmeyen Balayı”) ve daha niceleri. Irving Pichel (yönetmen), Michael Gordon (yönetmen), Irving Lerner (yönetmen), John Cromwell (yönetmen), Abraham Polonsky (senarist ve yönetmen), Cy Endfield (senarist ve yönetmen), Martin Ritt (aktör ve yönetmen). Hatta Richard Attenborough (aktör ve yönetmen) ve evet, Luis Buñuel (yönetmen).
Devam eden yazılarda başta Hollywood 19’lusu olmak üzere kırka yakın kara liste mağduru ismin ilgi çekici detaylarla örülü mini biyografilerini yayınlıyor olacağız. Sağlıcakla kalın.
[box type=”info” align=”” class=”” width=””]
KAYNAKLAR
- Baranger, Milly S. “UNFRIENDLY WITNESSES: Gender, Theater, and Film in the McCarthy Era”, 2008. Southern Illinois University Press, ABD.
- Byars, Jackie. “ALL THAT HOLLYWOOD ALLOWS: Rereading Gender in 1950s Melodrama”, 1991. The University of North Carolina Press, ABD.
- Bessie, Alvah ve Albert Prago, “OUR FIGHT: Writings by Veterans of the Abraham Lincoln Brigade: Spain 19361939”, 1987. Monthly Review Press, ABD.
- Biberman, Herbert, “SALT OF THE EARTH: The Story of a Film”, 2003. (ilk basım 1965). Harbor Electronic Publishing, ABD.
- Buckley Jr., Wm. F. ve L . Brent Bozell. McCARTHY AND HIS ENEMIES: The Record and its Meaning”, 1954. Henry Reegnery Company, ABD.
- Buhle, Paul ve Dave Wagner. “HIDE IN PLAIN SIGHT: The Hollywood Blacklistees in Film and Television, 1950–2002”, 2003. Palgrave McMillan, ABD.
- Clark, Danae. “NEGOTIATING HOLLYWOOD: The Cultural Politics of Actors’ Labor”, 1995. University of Minnesota Press, ABD.
- Coyne, Michael. “HOLLYWOOD GOES TO WASHINGTON: American Politics on Screen”, 2008. Reaktion Books, İNGİLTERE.
- Dmytryk, Edward. “ODD MAN OUT: A MEMOIR O F THE HOLLYWOOD TEN”, 1996. Southern Illinois University Press, ABD.
- Hellman, Lillian, “ŞARLATANLAR DÖNEMİ”, 1977. (Türkçesi: Tomris Uyar), Milliyet Yay. TÜRKİYE
- Herzberg, Bob. “THE LEFT SIDE OF THE SCREEN: Communist and LeftWing Ideology in Hollywood, 1929–2009”, 2011. McFarland & Company, Inc., ABD.
- Horne, Gerald. “CLASS STRUGGLE IN HOLLYWOOD 1930-1950: Moguls, Mobsters, Stars, Reds & Trade Unionists”, 2001. University of Texas Press, ABD.
- Horne, Gerald. “THE FINAL VICTIM OF THE BLACKLIST: John Howard Lawson, Dean of the Hollywood Ten”, 2006. University of California Press, ABD.
- Humphries, Reynold. “HOLLYWOOD’S BLACKLISTS: A Political and Cultural History”, 2008. Edinburgh University Press, İNGİLTERE.
- Krutnik, Frank, Steve Neale, Brian Neve ve Peter Stanfield, “UNAMERICAN HOLLYWOOD: Politics and Film in the Blacklist Era”, 2007. Rutgers University Press, ABD.
- Langdon, Jennifer E. “CAUGHT IN THE CROSSFIRE: Adrian Scott and the Politics of Americanism in 1940’s Hollywood”
- Prime, Rebecca. “HOLLYWOOD EXILES IN EUROPE: The Blacklist and Cold War Film Culture”, 2014. Rutgers University Press, ABD.
- Radosh, Ronald ve Allis Radosh. “RED STAR OVER HOLLYWOOD: The Film Colony’s Long Romance with the Left”, 2005. Encounter Books, ABD.
- Robé, Chris. “LEFT OF HOLLYWOOD: Cinema, Modernism, and the Emergence of U.S. Radical Film Culture”, 2010. University of Texas Press, ABD.
- Ross, Steven J. “HOLLYWOOD LEFT AND RIGHT: How Movie Stars Shaped American Politics”, 2011. Oxford University Press, İNGİLTERE.
- Sutherland, John. “STEPHEN SPENDER: A Literary Life”, 2005. Oxford University Press, İNGİLTERE.
- Teksoy, Rekin. “REKİN TEKSOY’UN SİNEMA TARİHİ – CİLT 1”, 2005. Oğlak Yayınları, TÜRKİYE.
- Teksoy, Rekin. “REKİN TEKSOY’UN SİNEMA TARİHİ – CİLT 2”, 2005. Oğlak Yayınları, TÜRKİYE.[/box]
[box type=”note” align=”” class=”” width=””]