Şahsen müzikal ve korku-gerilim kimyasının bileşenlerinin bir araya getirilmesinden büyük keyif alan biriyim… Bu sebepledir ki, en köşede kalmış müzikal korku-gerilim-komedi kırmalarını bile mümkün olduğu kadar seyir listemin tepelerine bir yerlere eklemeye gayret ederim. Cannibal: The Musical ise, talihsiz bir biçimde uzun ve sancılı bir “izleyememe” sürecinden sonra yine bir o kadar uzun “yazamama” sorunsalına maruz kalmış bir filmdir benim için! Kısmet bu güneymiş!
Cannibal: The Musical ya da bilinen diğer ismi ile, Alferd Packer: The Musical bizde daha çok “Southpark’ın yaratıcı ekibi” etiketi ile tanınan Trey Parker ve Matt Stone ikilisinin, ilk uzun metrajlı filmleri. Hali ile, yıllar sonra South Park’da çeşni dozajı artacak olan esprilerin, nasıl evrildiğini yakından gözlemleyebilmek için de bir kılavuz niteliği görüyor.
Hikayenin kemik yapısını oluşturan ana mineraller ise, malum bir grup gencin –asla dizginlenemeyen- kamp kurma isteği içerisine karışmaktadır. Gençler, ultra moron kahramanımız olan Alfred’in rehberliğine başvurarak da hayatlarında yapabilecekleri en büyük hatayı kapılarından içeri sokarlar. Nitekim Alfred’in son derece keskin(!) yön duygusu ve kusursuz(!) rehberliği sayesinde rotalarının oldukça uzağına düşerler.
Dağlarda, zor koşullarda mahsur kalan aklı evvel grup, sonunda birbirlerine her baktıklarında ağızlarından şapır şapır sular damlayan yamyam müsveddelerine dönüşürler. Tabi bu grubun içerisinden sağ çıkan şanslı(!) kişi de Alfred’in ta kendisidir! Hayatta kalma iç güdüsünün tiz çığlıklarına kulak vermek zorunda kalan Alfred, artık toplum tarafından bir canavar olarak görülecektir. Tabi bu cinayet mahkeme salonuna taşınacak ve bütün rahatsız edici ve ipe sapa gelmez detaylar da bir bir ifşa edilecektir.
Gerçek bir hikayeden yola çıkılarak, beyazperdeye uyarlanmış olan Cannibal: The Musical, özellikle Trey Parker’ın, ileride mizah konusunda başımıza ne gibi çoraplar öreceğinin müjdesini verir niteliktedir! İşin mizahi ve kızıla batırılıp çıkarılmış leziz görsel kıvamının yanında, en az onlar kadar önem teşkil eden müzikal kulvarının da başarısı, pek de tartışılabilir cinsten değildir! Mizahi ve müzikal tonlarını örneklendirebileceğimiz ilk yapım sanırım Monty Python serileri olacaktır. Absürt mizahı en az Chapman, Cleese, Gilliam ve Jones’un başı çektiği Python ekibinin rotasına uygun bir biçimde kullanan Parker ve ekibinin, bugün popüler Amerikan mizahına büyük oranda yön vermiş olmalarına pek de şaşırmamak gerekir! Nitekim karşımızdaki müzikal bir taraftan alabildiğine İngiliz mizahının absürt tarafını sömürse de, Troma etkilenimi ve damgası filmin karlı atmosferinin tam ortasına sertçe yapıştırılmıştır!
Bununla birlikte filmin, diyalog yazımı konusundaki başarısı da, bu taze ekibin potansiyelini gözler önüne serdikleri bir başka kulvardır. Parker, hem işin görsel tarafını makyajlamaktan çekinmemiş, hem filmine damga vuran keyifli şarkılara parmak basmış hem de dönemin genel beğenisinin dışına çıkabilme cüretini gösterebilmiştir.
Tabi en az ilgi çekici hikayesi ve pek yüzülmeyen suları kulaçlamış olması dışında Cannibal: The Musical’in mevcut şehir efsaneleri de fazlasıyla trajikomiktir! Bunların en bilineni ise malum Sundance Film Festivali vakasıdır. Trey ve Matt ikilisi filmlerini Sundance Film Festivali’nde gösterebilmek için başvurmuş, hatta katılım ücretlerini de ödemişlerdir. Buna rağmen festival ekibi, Cannibal: The Musical’i tamamen görmezden gelmekle birlikte yönetmenlere cevap verme gereği bile duymamışlardır!
Cannibal: the Musical’de pek çok kaderdaşı gibi piyasaya çıktığı dönem, dikkatli pek çok izleyicinin bile gözünden kaçabilmeyi neredeyse efsanevi bir biçimde başarmış, talihsiz bir kült gerilim müzikali örneğidir! Her ne kadar izlediği rota görsel ve işitsel işçilik açısından, Repo! The Genetic Opera, Demon Barber Of Fleet Street, Black Roses ya da Mel Brooks’un Young Frankenstein’ı gibi korku-gerilim müzikallerine ve onların mizahi duruşlarına uzak olsa da, pek çok açıdan Rob Reiner’ın uçuk bir heavy metal cozurtusu olan This is Spinal Tap’in soğuk esprilerinin derecesini yakalamayı başarmaktadır. Fakat yine de zoraki bir kıyaslama içerisine girecek olursak eğer Monty Python’un kimya bakımından Amerikanlaştırılmış(!!!) versiyonu diyebiliriz kabaca!
Son tahlilde, Southpark’ın bu gün hitap etmiş olduğu kitle düşünüldüğünde, Cannibal: The Musical, hali hazırda –gerçek anlamda kitlesini bulabilmiş bir film sayılmaz… Bakalım, zaman bu saklı hazinenin üzerindeki tozları toptan üfleyecek yeni sinemaseverler peydah edecek mi? Yoksa sandık üzerindeki tozlar bir iki parmak daha mı artacak?
Matt Stone ve asıl yaratıcı Trey Parker’ı Amerikalılar için fazla zeki buluyorum.Orgazmo,Team America gibi diğer filmleri ile ve tabii ki south park gibi bir efsane ile.Bir amerikalı arkadaşıma bu filmi sorduğumda haberi yoktu ve bilememişti.South park’cılar çektiği dediğimde de bizlerde o diziyi izleyenler azcık kafadan kontak insanlardır demişti.Bu filmi izleyipte gülmeyen hele de diyologları ve o müzikal sahnelerde eğlenmeyen adamdan şüphe duyarım vallaha:)…Güzel yazı,monty pythonun amerikanlaştırılmış versiyonu diye düşünen tek ben değilmişim anlaşılan.