Yine Mark Hartley, Yine Bomba Bir Belgesel
Bir dönem ülkemizi de kasıp kavurmuş olan video kaset furyasına ucundan kıyısından yetişmiş herhangi birisine, o döneme damgasını vurmuş yapım şirketi hangisi diye sorsanız, eminim ki hemen herkes aynı cevabı verecektir: Cannon Films.
Avustralya / ABD / İsrail / İngiltere ortak yapımı belgeselin yönetmeni ise tanıdık bir isim: Mark Hartley. Uzunlu kısalı bir dolu belgeselden tanıdığımız Hartley’nin ‘ozploitation’ sevdasının yansıması olan Not Quite Hollywood: The Wild, Untold Story of Ozploitation! (2008) isimli belgeselde, dönemin sinemasal çılgınlıklarına karşı olan tutkusunun izlerini görmek fazlasıyla mümkün. Hatta hızını alamayan Hartley, 2013 yılında ‘ozploitation’ bombalarından Patrick’in (1978) ‘remake’ini de çekti. İlk 30-40 dakikasını çok beğendiğim yeniden çevrim, sonraki dakikalarda güç kaybetse de ilginç bir deneme olarak akıllarda yer etti. Ayrıca bugüne kadar izlediğim en eğlenceli belgesellerden biri olan Machete Maidens Unleashed! (2010) ile Filipinler’de çekilen ABD yapımı istismar filmlerinin Amerika’daki ‘drive-in’ sinemaları işgalinin nedenlerini, nasıllarını masaya yatıran Hartley, Öteki Sinema olarak bayıldığımız filmlerle ilgili belgeselleri çekmek için en doğru adreslerden biri olduğunu bir kez daha kanıtlamıştı.
Golan ve Globus Amerika’ya Geliyor!
Electric Boogaloo, belgesele dahil ettiği konukların anlatımıyla kronolojik olarak ilerleyen bir Cannon Films tarihi sunmaya çalışıyor. Ama asıl odak noktası Menahem Golan ve Yoram Globus’un yapım şirketini satın almasından sonraki dönem olduğu için işe, iki kuzenin İsrail’deyken yaptıklarıyla başlıyor. 1960’lı yıllarda sinema sektörüne giren kuzenler, İsrail’de birçok filmin yapımcılığını üstleniyor. Bu arada filmlerin bir kısmını ise Menahem Golan yönetiyor. 1978’de Boaz Davidson’ın yönettiği Lemon Popsicle, büyük bir gişe başarısı elde ediyor; belgeseldeki tabirle 3,5 milyonluk İsrail’in 1,3 milyonu filmi izlemek için sinemaya gidiyor ve bugüne kadar kırılamayan bir seyirci rekorunun*1 sahibi oluyor. 1950’li yıllarda Tel Aviv’de yaşayan üç gencin seksi keşfetmesini anlatan kaba bir erotik komedi diyebileceğimiz film, kuzenlere çok büyük paralar kazandırıyor ve asıl hayallerinin peşine düşmek için ilk adımı atmalarını sağlıyor. Tüm dünyada, özellikle Hollywood’da başarılı olmak isteyen Menahem Golan ve Yoram Globus, 1979 yılında Cannon Films yapım şirketini 500 bin dolar karşılığında satın alıyor ve çılgın macera başlıyor.
İlk başlarda Schizoid ve Hospital Massacre (X-Ray) gibi cinselliğe biraz fazlaca göz kırpan korku filmlerini finanse ediyorlar. “Seks satar” mottosuna yürekten inanan Golan ve Globus, The Happy Hooker Goes Hollywood gibi erotik komedi filmlerini de şirketlerinin listesine ekliyorlar. Menahem Golan, hayallerinin peşinde koşan, heyecanlı ama dağınık bir çocuk gibi aklına esen filmi üzerinde fazla düşünmeden finanse ediyor ve kimi zaman da kendi yönetiyor iken Yoram Globus gölgede kalmayı tercih ediyor ve Golan’ın arkasını toplamaya gayret ederek onun kırdıklarını tamir etmeye çalışıyor. Birbirinin tam zıttı kişiliklere sahip iki kuzen, bir nevi mükemmel ikiliyi oluşturmuşlar gibi görünüyor.
Seksenli Yılların Kralı: Cannon Films
Şirketin finansman bulma yöntemi de bir harika. Önce çekmeyi düşündükleri filmlere ait posterleri bastırıyorlar ve bunları göstererek yurtdışındaki dağıtım firmalarına henüz çekilmemiş filmleri satıyorlar. Gelen para ile satılan filmleri çekip sattıkları yerlere gönderiyorlar. (Biraz sinemamızın Yeşilçam dönemini anımsatıyor, değil mi?)
Filmi çekmeden önce satabilmek için yıldız isimlerle anlaşma yoluna giden Cannon Films, Sylvia Kristel, Charles Bronson ve Chuck Norris gibi isimlerle çalışmaya başlıyor. Özellikle saçmalıkta sınır tanımayan, uçuk kaçık aksiyon filmleriyle adını iyice duyuran şirket, iyi para kazanmaya da başlıyor. O dönemde majör yapım şirketleri senede en fazla 6-7 film çekerken, Cannon Films için senede 20-30 film çekmek gayet sıradan bir durum haline geliyor.
Önce şirketi daha büyük bir binaya taşıyan Cannon, sadece ABD’de değil, yurtdışında da yatırımlar yapmaya başlıyor ve İngiltere, İtalya, Fransa ve Hollanda’da sinema zincirleri satın almaya başlıyor. Bir anda majör yapım şirketlerinin seviyesine gelmeye heveslenen Cannon, çok büyük bir hata yaparak yüksek bütçeli filmler çekmeye soyunuyor. Hâlbuki daha düne kadar ucuz maliyetli filmler çekip içlerinden bir ya da birkaçının patlamasıyla çok para kazanan şirket, bu tercihiyle kendi formülüne sırtını dönmüş oluyor. Bakın Menahem Golan birkaç sene önce verdiği röportajda neler demiş: “Bir filme 20-30 milyon dolar harcamak mı, asla, ben o kadar parayla ne yapacağımı bilemem ki. O parayla 30 tane film çekerim. Bir filme o kadar para harcasam kendimi suçlu gibi hissederim.” Bu süreçte çekilen filmlerin bütçelerine bakalım: Over The Top– 25 milyon dolar, Superman IV: The Quest for Peace– 17 milyon dolar, Masters of the Universe– 22 milyon dolar. Bu masraflı filmlerin hiçbiri iş yapmayınca Cannon Films, iyice borç batağına saplanıyor ve kaçınılmaz olan çöküş dönemi başlıyor.
Tadından Yenmeyen Anekdotlar
Belgesel boyunca birbirinden ilginç birçok anekdot anlatılıyor. En sevdiğim iki tanesini buraya da almak istiyorum:
Anekdot 1: Tutacağından emin oldukları Chuck Norris’li Missing in Action için art arda iki film çekilir. Biten işleri seyrederken ikinci filmin daha iyi olduğunu fark ederler. Bunun üzerine daha baştan batmamak için filmlerin sırası değişir ve ilk önce devam filmi olarak düşünülen film gösterime girer. İlk film ise bir sene sonra piyasaya çıkar ve Missing in Action 2: The Beginning ismini alır.
Anekdot 2: Art arda çekilen King Solomon’s Mines ve devam filmi Allan Quatermain and the Lost City of Gold için o dönem bir hayli popüler olan Richard Chamberlain ile anlaşan Cannon, başroldeki kadın oyuncuyu seçecektir. Golan, ikinci filmin yönetmeni Gary Nelson’ı yanına çağırır ve “şu Stone kadını var ya, onu istiyorum” der. Bunun üzerine o sıralarda fazla tanınmayan Sharon Stone ile anlaşırlar. Sharon Stone’u sette gören Golan bir anda “bu orospu da kim” diye bağırıp çağırmaya başlar. Aslında ‘şu Stone kadını’ derken Romancing the Stone’da oynayan Kathleen Turner’ı kastetmiştir.
I Love Cannon
Electric Boogaloo, bir yandan Cannon Films tarihini anlatırken, bir yandan da araya Golan ve Globus ile ilgili kişisel detaylar sıkıştırarak, hem ikiliyi hem de onların Cannon gibi ufak bir şirketi nasıl tüm dünyada bilinir bir markaya dönüştürdüklerini daha iyi anlamamızı sağlamaya çalışıyor.
Aslında belgeselin durağan bir yapısı var. Bir sandalyeye oturan konuklar art arda çıkıp konuşuyorlar ve birinci elden tanıklıklarını, fikirlerini ve Cannon ile ilgili anılarını anlatıyorlar. Hartley, bu durağanlığı sık kesme ile konuk değiştirerek çözmeye çalışmış. Her konuk sırası gelen film ya da olay ile ilgili anlatacaklarını bazen bir, bazen birkaç cümle ile anlatıp, yerini diğer konuğa bırakıyor. Tüm bu ‘konuşan kafalar’a tabii ki ilgili filmlerden görüntüler ile Golan ve Globus’un ilgili yıllardaki arşiv görüntüleri eşlik ediyor. Fakat yine de o durağanlığı yenmek pek mümkün olmuyor. Ama ne önemi var; Cannon Films ile ilgili her detay meraklısı için çok değerli.
Konuklar arasında David Paulsen, Luigi Cozzi, Boaz Davidson, Tobe Hooper, Franco Zeffirelli, Barbet Schroeder, Albert Pyun, Jerry Schatzberg gibi Cannon Films ile çalışmış yönetmenler ile Sybil Danning, Martine Beswick, Catherine Mary Stewart, Robert Forster, Franco Nero, Elliott Gould, Bo Derek, Michael Dudikoff, Molly Ringwald, Richard Chamberlain, Dolph Lundgren gibi oyuncular yer alıyor. Ayrıca Cannon Films’in çeşitli kademelerinde görev almış birçok isim de belgesele katkıda bulunuyor. İşin komiği Hartley, Yoram Globus ile belgesel çekilirken hayatta olan Menahem Golan’a (Ağustos 2014’te vefat etti) belgeselde yer almaları için teklifte bulunmuş fakat reddedilmiş. Çok geçmeden bir Cannon Films belgeseli olacak The Go-Go Boys’u duyuran ikili, kendi belgesellerini Hartley’ninkinden üç ay önce tamamlamayı başarmış.
Electric Boogaloo, birtakım eksiklerine rağmen zamanında Cannon Films’e gönlünü kaptırmış her izleyiciyi tavlayacak bir dolu detayla cazip hale gelen bir belgesel. Cannon’un altın yıllarına birinci elden tanıklık etmiş birçok sinemacının anlattığı anılar, anekdotlar ve kimi zaman dedikodular tadından yenmiyor. Aralarda bazı parçaları gösterilen her filmi yeniden izleme isteği uyandırması da cabası.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca
**_**
*1: İsrail gişe rakamları ile ilgili elimde bir veri bulunmadığı için bu seyirci rekoru bilgisini, filmin yönetmeni Boaz Davidson’ın belgeseldeki beyanatının (en azından belgeselin çekildiği 2014 yılında) doğru olduğunu kabul ederek veriyorum.
Güzel yazı :) Çalışma yöntemleri gerçekten Yeşilçam’ınkine benziyormuş :) Şöyle bir anekdot var: Çetin İnanç, bir sinema sahibine 4 filmin yanında ekstradan 1 film önererek pazarlığı bağlıyor. Ama ufak bir sorun var: Film henüz ortada yok :) Sonra İnanç, Hüseyin Zan’ı başrolde oynatarak, oradan buradan alıntı görüntüleri de ekleyerek söz verdiği filmi 1 günde çekiyor :)
Müthiş bir belgesel, 80’lerde video dükkanlarından çıkmayan biri olarak çok keyif aldım. Bu iki çılgın kuzen olmasa çok tatsız geçecekmiş ergenliğimiz :)
Yazı nefis, elinize sağlık; Not Quite Hollywood: The Wild, Untold Story of Ozploitation filminin ingilizce audio’sunu nereden bulurum fikri olan var mı? elime geçen kopya rusça seslendirmeli :(