Halloween gecesi. Seri cinayetler işleyen Devlon (José Gómez Parcero) polis tarafından öldürülür. Devlon hakkında bilgisi olan Dr. Cardan (Hugo Stiglitz) cesedin yakılması konusunda ısrar eder fakat polis tarafından reddedilir. Tıp öğrencileri Jorge (Servando Manzetti), Oscar (Rene Cardona III) ve Pedro Andrés García Jr.), kız arkadaşları Olivia (Edna Bolkan,), Marianna (Jacqueline Castro) ve Lena (Erika Buenfil) ile eğlenmek için mezarlığa giderler ve morgdan bir ceset çalmaya karar verirler. Yine çevreden bir grup çocuk da Halloween nedeniyle mezarlığa gitmek için gizlice evlerinden çıkarlar…
Meraklı ve muhabbeti seven seyirci bizler, ikibinli yıllarda sinema adına, haydi alanı biraz küçültelim, tür sineması adına kimi ülke yükselişleri tespit ettik. 50’li yıllardan beri folklorik hayalet öyküleri anlatan uzakdoğuyu Amerika sayesinde Ringu (1998) ile keşfettik. Ne var ki hep bir sonrasına gittiğimiz için ortalığı basan uzun siyah saçlı kızlar bizi baydı. Gerilim türüyle öteden beri içli dışlı olan Fransız sinemasını, entellektüel havalı diyalogları kısıp, konuları basitleştirilip kan oranını arttırdıklarında, Japonya ile beraber uç sinemanın iki cesur ülkesinden biri olarak belirledik. Meraklılarının yıllar önce keşfedebildiği kanlı-canlı-ve-de erotik filmlere sahip İspanya ise El Orfanato (2007) ve [Rec] (2007) ile bizden bir anda saygı görmeye başladı. Bir zamanların korku imparatorluğu Hammer’a sahip İngiltere ise, kendilerine yakışacak kadar eğlenceli ve de kırmızı renkli film çekmesine rağmen bizim için şimdilik Descent’den ibaret. İlk korku filmlerini 30’lu yıllarda veren Meksika sineması ise henüz bize sesini duyurup “yükselişe geçmiş” değil. Ama, diğer ülke sinemalarında olduğu gibi amansız kült-severler için lucha libre’lerin, Santo’nun, Blue Demon’un vampir, uzaylı, deli doktor ve mumya gibi türlü çeşitli öcülere karşı verdiği eğlenceli mücadeleleri zaten birer hazine. Bu görece popüler örneklerine göre daha bir korku filmi özelliği taşıyan El Vampiro (1957), Misterios De Ultratumba (1959) ve La Maldición De La Llorona (1963) gibi gotiği aksaksız yansıtan gayet iyi örnekler de var. (Özellikle Misterios De Ultratumba’yı sitenin takipçilerine ısrarla öneririm.) Cronos (1993) ile dünyaya açılacak kadar iyi bir çıkış yapan harika çocuk Guillermo Del Toro, her ne kadar Amerika’da çalışmaya devam etse de Meksika ile bağlarını henüz kesmiş değil.
Yaptığım bu “özeleştirili” girişin tahmin ettireceğinin aksine, Cementerio Del Terror, Meksika korku sinemasının iyi ünlü bir klasiği değil. Ama en eğlenceli örneklerinden biri. Tıpkı bir korku tüneli gibi. Şu ana kadar sadece üç kere korku tüneline girdim. Seksenlerin başında bindiğim ilk seferinde, yaşım gereği bilet gişesine girip tünelden çıkana kadar epey korkmuştum. Doksanlarda nostalji olsun diye yaptığım ikinci sefer ise iki kelimeyle “hayal kırıklığıydı”. Bayağı, ucuz, ve korku ile alakası olmayan bir kaç dakika. Bırakın verdiğim paraya, tünelde geçirdiğim iki dakikaya bile üzülmüştüm. Üç yıl önceki yolculuk ise eğlenceliydi. Niye mi? Çünkü bayağı, ucuz, korku ile alakasız, ve geçmişi hatırlatacak kadar eğlenceliydi. Soğuk ve yağmurlu bir gecede tek başıma izlerken hafiften ürkerek eğlendiren bu filmi çocukluğumda izleseydim ödüm patlardı. Sivri ve herşeyi bilen ilk gençlik yıllarımda ise nefret ederdim herhalde. Sevmek için de otuzlarımda olmam gerekiyormuş…
Cementerio Del Terror, dalga geçmek isteyen bir seyirci için yeterince malzemeye sahip. Kimi yerlerde en dikkatsiz izleyenin bile farkedebileceği mantık hataları mevcut. Oyunculuklar tahmin edebileceğiniz gibi kötü. Filmin konusu ise açıkça iki klasik filme dayanıyor: Halloween (1978) ve Children Shouldn’t Play With Dead Things (1973). Ayrıca Devlon’un o kadar beklemeye değecek kadar ürkütücü olduğunu söylemek zor. Bu gibi özelliklerinden dolayı film genelde berbat olarak nitelendirilse de, onca kötü filmin yanında filme haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Özgün bir öyküye her zaman kapımız açık. Yine de, kimi muhteşem istisnalar hariç bir korku filminde çok aranan bir özellik olduğu söylenemez. Mantık hatalarının herhangi bir Friday The 13th serisi ara filminden pek farkı yok. Kötü oyunculuk ise bazen aranan bir özellik olabiliyor. Mezardan çıkan ölüler, faaliyet gösterip kan ihtiyacımızı gidermeseler bile iyi hazırlanmışlar. Bunların yanında, örneğin, filmin büyük kısmını kaplayan mezarlık ve terkedilmiş ev bölümlerinde Rosalio Solano’nun sinematografisi gayet iyi bir atmosfer yaratmış. Hala ısrarla aradığım, ve de aynı ısrarla bulamadığım Carlos Savage’ın etkili müziğini de es geçmemek gerek.
Filmin karizmatik! yıldızı, son yirmi yılda oynadığı doğrudan video işleriyle filmografisi iyice kabaran, halen aktif kült oyuncu Hugo Stiglitz, daha çok canlandırdığı kötü karakterlerle ünlü. Bu film ise bu durumun tersi olan ender örneklerden. Stiglitz’in ilk dönem filmleri arasında Umberto Lenzi’nin Incubo Sulla Città Contaminata (1980), René Cardona Jr.’un yönettiği The Bermuda Triangle (1978), Jaws kırması ¡Tintorera! (1977) ve La Noche De Los Mil Gatos (1972) gibi ülkemizde de bilinenler mevcut. Quentin Tarantino, Inglourious Basterds’da Til Schweiger’ın oynadığı çavuş karakterine Hugo Stiglitz adını vererek kendisine saygılarını sunmuş. Oscar karakterini oynayan René Cardona III ise, tıpkı babası René Cardona Jr. ve dedesi René Cardona gibi yönetmen kimliğine sahip. Başta René Cardona olmak üzere bu ailenin Meksika sinemasının ticari anlamda pek çok ünlü filmlerine hem yönetmen hem de oyuncu olarak imza attığını belirtelim. Afacan çocukların başındaki bıyıkları yeni terleyen delikanlı Tonny ise Eduardo Capetillo. Yani doksanlarda bizde de popüler olan Alcanzar Una Estrella (1990) ve Marimar (1994) dizilerindeki temiz yüzlü haliyle pek çok genç kızı ve teyzeyi etkileyen oyuncu/şarkıcı. Yönetmen Rubén Galindo Jr.’un bizde de zamanında video piyasasına çıkmış Don’t Panic (1988), Mutantes Del Año 2000 (1992) gibi filmleri bulunuyor. Yönetmenin 1990 yılına ait filmi Ladrones De Tumbas’ın (1990), Cementerio Del Terror’ün hızı ve kan seviyesi arttırılmış bir versiyonu olarak tanımlayabiliriz.
Anıl “A:S:A” Seçkin (12 Eylül 2009)