6674157099_6cb07e92eb_bAltın Portakal’da izleme fırsatı bulduğum Cennetten Kovulmak, Kusursuzlar ile En İyi Film ödülünü alarak yılın iddialı ve merak edilen filmleri arasına girdi. Ferit Karahan’ın ilk uzun metrajı olan film, İstanbul’da ve Muş’ta yaşayan iki ayrı ailenin ortak acılarını ve bu sayede kesişen hayatlarını anlatıyor.

Öteki Sinema için yazan: Başak Bıçak

Verdikleri röportajlarda, Türklere ve Kürtlere eşit mesafede durduklarını söyleyen Cennetten Kovulmak ekibi, tek taraflı bir bakış açısı sergilemeyerek, denge kurmaya çalıştıklarını iddia ediyorlar.

Peki, gerçekten öyle mi?

Baştan söylemeliyim; siyaseten bir Kürt karşıtlığı asla beslemedim. Kimi insanlar gibi yaratılanı, yaratandan ötürü severim deyip, yeri geldiğinde ayrımcılığın dik alasını yapan biri de hiç olmadım.

Aslında Cennetten Kovulmak üzerine bir şeyler yazmayı düşünmüyordum. Ta ki, Altın Portakal’da yönetmen Ferit Karahan, oyuncu Gülistan Acet, Aziz Çapkurt ve dünya tatlısı Rojin Tekin’le konuşana kadar… Orada anlatılanlar, film üzerine tekrar düşünmeme yol açtı ve işin mesaj kısmında ciddi bir sorun olduğunu fark ettim. Çünkü filmi izledikten sonraki görüşüm, özünde Kürt tarafının acılarını anlatan ama Türk tarafına da değiniyormuş gibi yapan bir filmdi. Bana göre tek taraflı bir bakış açısı sergileniyordu; konusunu, hikayesini ve kurgusunu sevmeme rağmen, bu yaklaşımı yüzünden eleştirdiğim bir film olmuştu.

9963230674_90ffd226a4_b

Filmin iki tarafa da dengeli yaklaştığı, slogan atmadığı, mesaj vermediği ve sırf bu sebeple karakterlerin özellikle mücadelenin içinden seçilmediği iddiası, bana göre çok fazla çelişki barındırıyor. Çünkü bir kere, karakterler iddia edildiği gibi mücadelenin dışından değiller. Filmin en başında, böyle bir duruş sergileniyor; Narin karakteri Kürt hareketine katılmayı istemiyor ama sonunda mücadeleye katılıyor. Buna karşılık söylenenler ise, ortada bir acının olduğu, ne olursa olsun buna kayıtsız kalınamayacağı ve istemeden de olsa mücadeleye dahil olunacağı üzerine… Bu noktada; eğer hareketin dışından, sıradan bir karakter yaratıp filmin sonunda ona mücadeleye katılmaktan başka bir şans bırakmazsanız, filmden mecburen elde edeceğimiz tek çıkarım “mücadele kaçınılmazdır” olacaktır. Ve bu çıkarımın kaçınılmaz olarak seyirciye dayatılması, söz konusu barışçıl ve tarafsız bir söylemin çok uzağına düşüyor maalesef.

İkincisi, her iki tarafa da dengeli yaklaşım mevzusu… Tamam, çok doğru bir çıkış noktası, hatta takdire şayan. Filmde Kürtler, yaratılan Emine gibi karakterlerle eziliyor, hor görülüyor, Türk öğretmen gibi düşünenler yüzünden ana dilini dahi konuşamıyor, öldürülüyor, insan yerine konmuyor; Türkler ise “üst tabakayı” oluşturdukları için sadece çocukları ölüyor, başka da bir acı çekmiyorlar ve böylece denge kurulmuş oluyor. Denebilir ki bunlar zaten yok mu? Elbette var. Türk devletinin Kürtlere yaptıklarını, ölülerinin kemiklerini dahi bulamayan anneleri, beyaz Torosları kimse unutmadı bu ülkede. Ama filmin başında bir Türk ailenin acısına değinip, sonrasında filmin tamamı Kürt acılarına, ezilmişliğine ayrılırsa, o denge kurulmuş olmaz. Hele ki Türkler zengin, eğitimli; Kürtler fakir, eğitimsiz, inşaatlarda çalışan biçare insanlar diyerek… Emine karakteri haydi, inandırıcı olmasa da sonuna doğru hatasını anlıyor; peki o Türk öğretmen nedir? Üstüne üstlük, defalarca Kürtçe konuşturmuyorlar cümlesini işittik. Tekrar söylüyorum, anlatılanlar doğru olabilir ve tek taraflı bir bakış açısıyla da anlatılabilir; anlaşılabilir bir durumdur bu. Hatta bana kalırsa Cennetten Kovulmak, her iki tarafa yakın duruyoruz cümlesiyle yola çıkmak yerine, tek taşına Kürt acılarını anlatıyoruz söylemi ile yola çıksa daha samimi bir film olabilirdi. Ancak filmin, her iki tarafa eşit mesafelerde başlayıp ağırlık merkezini bir tarafın lehine kaydırması, ne yazık ki yönetmenin söylemleri ile çelişik bir durum ortaya çıkarıyor ve bizi bir kere daha mesaj konusunda düşünmeye sevk ediyor…

9963227934_f18b5387f0_c

Cennetten Kovulmak’ın, Altın Portakal’da Ramin Matin’in Kusursuzları ile birlikte aynı derecede kabul edilerek En İyi Film seçilmesini de, açıkçası bu söylemlerden başka bir şeye bağlayamıyorum. Şu da var ki; hikayesi, oyunculukları – Ezgi Asaroğlu hariç- ve kurgusu ile iyi bir ilk film Cennetten Kovulmak. Eğer o kadar ödüllendirilmek isteniyorsa, Mavi Dalga’ya verilen ilk film ödülü Cennetten Kovulmak’a verilebilirdi. Ama ne yazık ki, en iyi film için henüz yeterli değil. Bunun yanında, Rojin Tekin’in ve Gülistan Acet’in performanslarının muazzam olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Aldıkları ödülleri sonuna kadar hak ettiler.

9963246424_037c1334dc_c

Kısacası, Cennetten Kovulmak’ın, sinemasal açıdan kötü bir film olmadığını, hatta Kısa Film gibi yine Kürt sinemasından gelen örnekleri görünce iyi bir ilk film olduğunu düşünüyorum. Samimiyetsiz bulduğum nokta, mesaj kısmı. Çok açık bir şekilde verilen “silahlı” mücadelenin kaçınılmaz olduğu alt metniyle, dürüst bir tavır takınıldığını düşünmüyorum. Ama Ferit Karahan’ın filmi için söylediği “benim için çok önemli bir keşifti” söylemine inanıyor; sonraki filmlerinde daha farklı bir yaklaşım sergileyeceğini düşünüyorum.

blank

Başak Bıçak

1987 yılında İzmir'de doğdu. İzmir Özel Tevfik Fikret Lisesi ve Dokuz Eylül Üniversitesi Tarih bölümünden mezun olduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti Tarihi üzerine yüksek lisans yaptı. Bilhassa Fransız Devrimi olmak üzere Avrupa Tarihi üzerine uzmanlaştı.

Sinema özel tutkusu ve 2012 yılından bu yana filmler üzerine yazılar yazıyor. Akşam Gazetesi, Film Arası Dergisi ve Cinedergi yazarı... Dans, seyahat, fotoğraf ve şarap meraklısı...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Uyumsuzun Doğuşu: Ah Güzel İstanbul (1966)

Ah Güzel İstanbul, seyyar fotoğrafçı Haşmet ile Ayşe’nin hikayesidir ama
blank

Deliria / StageFright (1987)

Deliria 1987 yılı mahsulü Michele Soavi tarafından yönetilmiş olan İtalya