Neil Marshall sevdiğimiz bir sinemacı. 2002’de çektiği Dog Soldiers ile büyük sükse yaptı ve bu onu sonraki filmleri umutla beklenen bir yönetmene çevirdi. Kimilerinin çok sevdiği The Descent’i saymazsak hala Dog Soldiers’i aşacağı bir işi yok ama en azından seyredilemeyecek kadar kötü filmler üretmiyor. Fakat o aslında bir “harika çocuk” değil….
Romalılar’ın İngiltere’yi işgali sırasında geçen film, Pict saldırısında geriye kalan son savaşçı Quintus Dias’ın öyküsünü anlatıyor. General Virilus’un efsanevi 9. lejyonuna katılan genç adam, Pict ırkını ve liderleri Gorlacon’ı yer yüzünden silmek için ordusuyla beraber kuzeye doğru gitmeye başlar ama evdeki hesap çarşıya uymaz, birliği pusuya düşürülür ve sağ kalan az sayıdaki lejyonerle canını kurtarma mücadelesi vermek zorunda kalır. Bundan sonrası tipik bir “tavşan kaç, tazı tut” hikayesi…
Neil Marshall daha önce tutmuş filmlerin, formüllerin üzerine gitmekte, bunları karıştırıp yeni tarifler üretmekte ısrarcı ama bu konuda çok da usta olduğu söylenemez. Bir önceki filmi olan Doomsday tam bir tür kırması idi. Mad Max, The Excalibur, 28 Gün Sonra, New York’dan Kaçış filmlerini aynı anda seyretmek gibi ağıza tuhaf bir tat bıraktı ve unutuldu. Yönetmenin kariyeri açısından bakıldığında ise, Doomsday insanın elindeki herşeyi kumarda nasıl kaybedebileceğinin güzel bir örneğiydi. Fakat kendisine duyulan güven tükenmemiş olduğundan, yine bir büyük bütçe yönetimiyle karşımızda ve seyreden herkesin farkedeceği üzere Son Savaşçı/ Centurion, Düşman Hattı/Behind Enemy Lines filminin Roma imparatorluğu zamanında geçen hali olmaktan ibaret bir seyirlik. Eser miktarda Terminator duygusu da barındırıyor. Fikrin uygulaması da güzel aslına bakarsanız ama tüm bu koşturmacanın içine gerçek bir duygusallık koymadığınızda filmde kimin başına ne geldiğinin çok da önemi olmuyor. Neil Marshall’ın sorunu da bu zaten; asla gerçek karakterler yaratıp, onlarla özdeşleşmemizi sağlayamıyor.
Filmin, Pict’lerin elinden kaçan kahraman Roma’lı lejyonerler öyküsünün altını biraz eşelediğinizde ise bariz bir Roma / ABD benzeşmesi yakalıyorsunuz. Hepsi farklı milliyetlerden oluşan lejyonerler günümüzde Irak, Afganistan gibi coğrafyalarda savaşan ABD askerleri aslında. Pict’leri de Taliban, El Kaide gibi unsurlarla bir düşünmek mümkün ki bu aşamada durum biraz sevimsizleşiyor. Hatta ABD askerlerine yardım eden yerli unsurları betimleyecek bir “Cadı” karakteri bile mevcut. Politik fikirlerin iyice basitleştirilip, bebek maması şeklinde seyirciye sunulduğu filmlerden çok hoşlanmıyorum ama tüm bu kodları elinizin tersiyle itip sadece aksiyona odaklanabilirseniz filmi sevebilirsiniz.
Filmde dikkati en çok çeken oyuncu ise, bitmez inadı, T800’ü bile aşan öldürme isteği ve “ne işin var senin lejyoner peşinde, otursan yanıma da saçlarını okşasam” dedirten güzelliğiyle Olga Kurylenko… Son Bond filmi Quantum of Solace’ın Camille Montes’i olarak ünlenen aktris biraz daha çabalarsa Angelina Jolie’nin elindeki aksiyon starlığını kapacak gibi görünüyor. Zor ama imkansız değil…
Centurion / Son Savaşçı, böyle bir film işte. Asla “bu ne kadar kötü bir filmmiş böyle…” demezsiniz ama alıp başınızın üzerine de koymazsınız. Sinemada, herşeyden uzaklaşıp, heyecanlı bir, 1.5 saat geçirmek ve sonrasında izlediğinizi salonda bırakmak ya da yağmurlu bir günde ev sinemasında tüketmek için ideal seçim…