Çernobil’in Sırları (Chernobyl Diaries) filmini izledikten sonra bilgisayarımın başına oturdum ve ne yazacağımı bilmeden uzun süre ekrana baktım. Genelde bir filmi izleyince kafam cümlelerle dolar taşar. Sahi, biz bu filmi niye izledik? Çocukluğumun video zamanlarındaki ağzına kadar klişeye batmış o ucuz filmlerden ne farkı var? Buluntu film / Found Footage olayının suyu çıkalı zaten çok olmadı mı?
Aslında projeden ilk haberim olduğunda epey umutlanmıştım. “Yabancı diyarlara gelen batılı gençler” hikayeleri hep ilgimi çekmiştir. Dünyayı Amerika’dan ibaret sanan bu fazla besili ve şımarık gençlerin başına gelenleri seyirci garip bir tatmin duygusuyla seyreder. Sanırım bu konuda şimdiye kadar gördüğüm en iyi örnek, Kurtadam Londra’da (An American Werewolf in London) filmidir. Yine video dönemlerinde bu malzemeden tonlarca film üretildi ve posası çıkmış bir Slasher bahanesi olarak unutuldu gitti.
Çernobil’in Sırları basit bir açılış yapıyor. Altı fazla neşeli Amerikalı genç tatillerini geçirmek için doğu Avrupa’yı gezerken nihayetinde eski SSCB toprağı Ukrayna’ya geliyor.
Grubun en delifişek elemanı olan Paul’un aklına kanıp, bir rehber tutarak reaktör kazasından sonra terkedilmiş olan Çernobil’i görmeye gidiyorlar. Yolculuk onlar için de, görsel açıdan seyirci için de ilginç geçiyor. Çernobil, Stalker filminden fırlamış bir mekan gibi davetsiz misafirlerini karşılıyor. O terkedilmiş bina senin, bu unutulmuş yerler benim diye gezerken bir ayının saldırısına uğruyorlar ve kısa süreli bir şokun ardından geldikleri köhne minibüse binip dönmeye çalışıyorlar. Burada da en temel ‘slasher’ klişesi olan “bir araba gerektiği zaman asla çalışmaz” devreye giriyor ve olaylar gelişiyor.
Sonrası için yazabilecek çok fazla cümlem yok. Fazlaca tahmin edilebilir ve en ucuz tür filmlerinde bile kullanılmaktan hırpalanmış bir olay gelişimi izletiyor film bizlere… Bu “aynısını daha önce de izlemiştim” duygusu filme o kadar hakim ki, karakterleri görür görmez sona kimin kalacağını dahi kolaylıkla tahmin edebileceksiniz. Sürekli kaçan, bağıran, çağıran genç oyuncuların performansı böyle bir film için fena sayılmaz ancak buradan yürüyüp gidecek bir isim yok bana göre…
Yani, hepsi bu işte… Fazla meraklı Amerikalılar ve ibret verici sonları! Açıkçası senaristlerinden biri Paranormal Activity ile bütçesiz korku sinemasında devrim yapmış Oren Peli olan bu filmden çok daha fazlasını bekliyor insan… Bu arada, Çernobil’in Sırları buluntu film kurallarını da işine geldiği gibi kullanıyor. Ekipten birinin kamerasından izlemiyoruz her zaman filmi… Ayrıca kamera izlemesinde bir süreklilik yok. El kamerasıyla çekilmiş görüntülerin kurgulanmış halini izletiyor ki bu haliyle bir buluntu film olmaktan çok ekipman olarak el kamerası kullanmış bir film olmaya sürükleniyor.
Stalker’ı yeniden izlemeyi akla getiren terkedilmiş, çürümüş, virane mekanları görmenin ilginçliği dışında Çernobil’in bizim merak edeceğimiz bir sırrı yok. Eskiden büyük filmmiş gibi yapan ve gişe çalan B filmleri vardı. Şimdi onların yerine bu buluntu film sömürülerini izliyoruz. Bir milyon dolar bütçeyle film çekip yirmi katını (şimdilik) kazanmak… Şahane ticaret ancak seyirci bu alışverişin kaybedeni…
ben de çok umutluydum bu filmden. üzerinde durduğu potansiyeli hiç kullanamamış. harika bir politik zombi filmi çıkabilirdi.. çok yazık olmuş, çook..
artik sanirim reklami yapilan her film, ne kadar kotu olursa olsun kar yapiyor. bu filmin distributoru de zaten warner bros.
en sevdiğim tarafı filmin atmosferi oldu.Zavallı rehberide aslında kötü adam sanmıştım ama kazın ayağı öyle değilmiş perdeliymiş.