Sinemada ve edebiyatta intikam konulu hikayeleri hep sevmişimdir. Kırılma noktasına kadar psikolojik ve fiziksel baskı altında kalan, ezilen karakterlerin “Monte Kristo Kontu”ndaki gibi ince ince işlenmiş intikam planlarıyla ya da sadece daha sert ve donanımlı bir insana dönüşerek adalet aramaları benim için her zaman heyecan verici olmuştur. Pek çok sinema izleyicisi için de öyle. Çünkü haksızlığa uğrayan iyi insanların intikamcı “vigilante” olarak verdikleri mücadele izleyicinin o karakterlerle empati kurmasını sağlar. Artık ayağa kalmasını ve hepimizin içine su serpmesini bekleriz. İçimizde yükselen bir ateş vardır çünkü. Ama intikam yüreği asla soğutmaz. Aksine göze göz dişe diş derken daha çok göz çıkar, daha çok diş dökülür. (Ben demiyorum, Gandhi diyor.) İntikam yorucudur. Dünyayı daha kaotik hale getirir.
Sinema şimdilerde “affetmek” diliyle karşımıza çıkarken, Eli Roth son filmi “Death Wish”te kanlı ve acılı bir intikam ruhunu devam ettiriyor. Hem de Stoneman Douglas High School saldırısının olduğu, Başkan Trump’ın şiddet içeren söylemlerinin tartışıldığı bir dönemde. Bu zamanda bu filme klasik bir intikam hikayesi demek fazla masum bir yorum olurdu. Paul Kersey karakterinin, M. Night Shyamalan filmi “Unbreakable”daki (2000) ölümsüz kahraman David Dunn’la olan benzerliğine rağmen…
Korku filmlerinin afacan yönetmeni Eli Roth bu yıl, 1974 yapımı “Death Wish” filminin remake’iyle karşımızda. (Film, Brian Garfield’ın 1972 basımı “Death Wish” romanının uyarlaması aslında.) Filmin bu 2018 yorumunda da hikaye, bir adamın adaleti kendi elleriyle sağlama çabası üzerine kurulu. Tabii durup dururken değil, damarına basıldığı için. Travma cerrahı Doktor Paul Kersey hastanede mesaide olduğu bir gece acı bir haber alır. Bir grup serseri evine zorla girmiş, karısını ve kızını esir almıştır. Soygun amacıyla gelmelerine rağmen karısını öldürür, kızını da ağır yaralarlar. Polisin soruşturmadaki yavaşlığı ve ülkenin içinde bulunduğu güvenlik açığı sebebiyle (Suç oranının artması, birçok vakanın çözülememesi gibi.) Kersey silahlanıp, Chicago sokaklarında suçluları arar. Bunu yaparken de başka suçluları haklar, insanları kurtarır ve kendi çapında kahramanlaşır. (Kahrolası klişeler.)
Orijinal filmden farklı olarak bu sefer yönetmen sadece beyaz insanların yanında değil. Ama yine de beyaz, saygın, kanunlara uyan bir aile babasını baş kahraman yapmış. (Kapüşonlu da giymese iyice elit olacak.) “Death Wish” bir yandan silah alımının bu kadar yaygın ve bakkaldan yoğurt almak kadar kolay olmasını eleştirirken (Ruhsatı iki dakikada çıkartırız diyaloğunu hatırlatırım.), artık evlerimize kadar giren şiddet olaylarına dikkat çekerken bir yandan da kahramanına silah verip, hadi al intikamını diyor. Üstelik bunu yaparken de onun için, iyileri kötülerden koruyan bir melek imajı çiziyor. (Medya ve halk ona “Grim Reaper” yani Azrail lakabını takıyor.) Öte yandan filmde polisin umursamazlığına bir eleştiri de var. Kersey vergisini ödeyen, iyi bir insandır ama dedektifler ondan çare olarak inançlı olmasını beklerler. (Panodaki çözülmemiş cinayetlere bakan Kersey de polislere, “İnanç bunlarda pek işe yaramamış gibi görünüyor” diyerek cevap verir.) Bir doktor olarak Kersey’nin suçlu olduğu kesin olan bir adamı iyileştirmesi ise filmin insani anlarından biri. Ama tüm bunlar öldürme arzusundaki arzunun şiddetini azaltmıyor.
Filme bir de daha rahat bir pozisyondan, Eli Roth ve Bruce Willis çerçevesinden bakalım. “Death Wish” neticede 1 saat 47 dakikalık bir aksiyon filmi. Bir adamın sevdiklerine zarar veren ve bu eylemleri yanlarına kar kalan gerçek suçlulardan intikam almasını anlatıyor. “Knock Knock”, “Hostel” filmlerinin yönetmeni Eli Roth’tan ağır bir toplumsal eleştiri, ideolojik bir yaklaşım beklemek çok da gerçekçi değil. (Ayrıca bu onun ilk aksiyon filmi denemesi.) Onun sinemasında iyi adam, kötü adamları haklasın; kan aksın ve hareket olsun yeter. İzleyicisi için de bu yeterli. Belli ki “Death Wish”in ilk versiyonu onu bir şekilde heyecanlandırmış ve günümüzde de suç anlamında işlerin pek değişmediğini gördüğü için filmi tekrar çekmek istemiş. Yani bundan keyif almış. Aksiyon filmlerine cacığa sarımsak gibi yakışan, silahını cep telefonu gibi taşıyan, kötü adamların korkulu rüyası, halkın sevgilisi Bruce Willis da bu film için biçilmiş kaftan. Onun kirli beyaz atletiyle ağzını büzerek, gözlerini kısarak kötüleri haklamasını seviyoruz. (19 Mart itibariyle 63 oldu ama hala aksiyon filmlerinde kötü kovalıyor. Saygı da duyuyoruz.)
İşte bu açıdan bakarsak belki izleyici olarak biz de her şeyi bir kenara bırakıp, içine çekildiğimiz aksiyonu hissetmeli ve keyifli zaman geçirmeye odaklanmalıyız. Kersey, Joe’yu arabanın altında parçalarken yumruğumuzu sıkıp “yürü be!” demeli, Knox’u kendi evinde haklarken “ama o bunu hak etmişti” diyerek doktorun tarafını tutmalıyız. Çünkü bu sadece bir aksiyon filmi, patlamış mısır ve kola tüketmek için var. Bir de filmden sonra vakur bir edayla yürüyüp, metrobüste yer kapmaya çalışanlara elini silah yapıp, doğrultmak için… İçinden tabii.
“Death Wish” ilk seferde heyecanla ve keyifle izlenen ama üstünde düşününce çok da doğru gelmeyen bir film. (Bir gün o parmak gerçek silaha dönüşürse?) Yine de intikam hikayelerini seviyorsanız her klişe bir keyif; her aksiyon bir hissediştir. Tüketin gitsin!