Çığlık At ve Öl! A Quiet Place: Day One (2024)

26 Haziran 2024
blankMerakla beklediğim A Quiet Place: Day One (2024) adlı filmi bu sabah izledim. Daha önce, taze sayılabilecek bu serinin iki filmini izledik ve itiraf etmeliyim ki, özellikle ilk film benim için ayrı bir yerde duruyor. Evet, bazı kusurları vardı ama yine de yaratıcı konsepti ve şok edici gerilim dolu sahneleriyle izleyiciyi içine çekmeyi başaran. İlk filmin en büyük eksikliği, yaratıkların nereden geldiklerinin ve motivasyonlarının muğlak olmasıydı. Ne hikmetse bu durum son on yılın moda akımlarından biri haline geldi: Ne oluyor, niye oluyor, bu kim/ne?  Hiçbiri açıklanmıyor, katiller, yaratıklar “yar ben belanın ta kendisiyim” deyip hikayeye dalıyorlar!
A Quiet Place: Day One, yaratıkların Dünya’ya ilk geliş anından itibaren yaşanan kaosu ve insanlığın sessizlik içinde hayatta kalma mücadelesini anlatıyor. Bu kez odağımızda, modern New York’un stresli ve yalnız hayatında kaybolmuş iki bekar var. Bu karakterler, bir yandan birbirleriyle ve kendi iç dünyalarıyla mücadele ederken, bir yandan da hayatta kalma mücadelesi veriyorlar. Yanlarına aldıkları kedi ile zoraki bir aileye dönüşen bu iki karakterlerimizin umuda yolculuğuna eşlik ediyoruz tabi fazla da umutlanmadan çünkü bu bir ön hikaye, biliyoruz ki insanlık daha yıllar boyu sessiz çığlıklar atacak!

Yaratıklar nereden geldi ve neden saldırıyorlar? Bu konu muğlak demiş ve umutlarımı bu filme saklamıştım ama yine yazımı kışa çevirdiler! Yaratıkların uzaydan geldiklerini gördük o kadar, başka bir şey yok. Geldikleri gibi de daldılar bizim hayattan fena halde sıkılmış New York bekarlarımıza!

Madem açıklamıyorlar, ben kendi tezimi ortaya atıyorum ki bunu daha ilk filmde sunmuştum zaten. Bu yaratıklar başka akıllı uzaylılar tarafından gönderilmiş bir istila taburu… Gönderildikleri gezegeni bir güzel çapalayıp asıl yaratıkların gelişine hazırlıyorlar. Biraz Alien filmlerindeki Xenomorph misali takılıyorlar. Zaten bana sorarsanız direkt oradan araklamışlar. Safkan katil hepsi kesiyor-biçiyor-öldürüyorlar, sese duyarlı ölüm makineleri. Xenomorphlar yüzüyor ama hele Alien 4’te balık gibiydiler, bunların zayıf tarafı o, aslında hepsi ciğerli hayvanlar, oradan oraya metrelerce zıplıyorlar ama su altında 5 saniye dayanamaz haldeler! Mantıklı mı şimdi bu?

blank

Filmin yönetmenliğini Michael Sarnoski üstleniyor. Sarnoski, daha önce Pig (2021) filmiyle adından söz ettirmişti. Önceki filmlerin yönetmeni olan The Office’in şapşal oğlanı John Krasinki bu kez senaryoyu yazmakla yetinmiş. Onun için bu seri altın yumurtlayan tavuğa dönüştü, rahatını bozmasa da olur.

Gelelim bizim Newyork bekarlarımıza! Filmin başrollerinde Lupita Nyong’o ve Joseph Quinn yer alıyor. Nyong’o, modern bir New York’ta hayatta kalmaya çalışan düşük bir ruh haline sahip, bedensel hasarları da olan yaşama sevinci düşük bir kadını canlandırırken, Quinn’in performansı ise biraz daha içsel ve derinlikli. İki karakterin bir araya gelmesi, filmin duygusal derinliğini artırıyor ve izleyiciye, bu zorlu dünyada bile insan ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Filmin başında, her iki karakter de kendi hayatlarında kaybolmuş ve yalnız hissediyorlar. Ancak yaratıkların gelişiyle birlikte, hayatta kalma mücadelesi onları bir araya getiriyor ve birlikte olmanın güçlü olmak olduğunu öğreniyorlar. Bu, filmin ana temasını oluşturuyor: Sessizlik içinde bile, insan ilişkileri ve birliktelik her şeyden daha güçlüdür.

Aslında Lupita Nyong’o’nun karakteri bizim nesle bir eleştiri. Savaş görmeden büyüyen bir nesiliz ve çok kırılganız, yaşamak için hiçbir sebebimiz yok hatta ölsek daha iyi diye düşünenlerimiz bile var ama senaryo “al sana sebep” diyor ve hep birlikte sessizce mırıldanıyoruz; yaşamak çok güzel ve çok iyi hissettiriyor. Filmin finaline gönderme yaptım!

blank

Genel olarak umduğumu bulamadığım filmde sevdiğim anlar da var. Sessizce yürüyen kalabalıktaki insanların genellikle 3. dünya göçmenleri olması mesela… Onlar zaten Amerikanın sessizleri demeye getirmiş yönetmen. Sessizliğin içinde kalabalıklardan biri olan bu insanlar, aslında Amerikan toplumunun görünmez kahramanları. Sarnoski (ve Krasinski), bu alt metinle hem günümüzün sosyal gerçekliğine hem de göçmenlerin sessiz ama güçlü varlıklarına dikkat çekiyor.

Filmin bir başka ilginç yanı da, sessizlik içinde yaşamak zorunda kalan insanların, aslında modern dünyanın gürültüsünden kaçan bireyleri temsil etmesi. New York gibi bir şehirde, sürekli bir ses bombardımanına maruz kalan insanlar için sessizlik bir nevi kurtuluş ama şehir ses çıkarmanız için kurulmuş tuzaklarla dolu. Öyle “kaparım çenemi gül gibi yaşarım” durumu yok yani. Yaratık istilası altında hayatta kalmaya çalışırken bu mayınlara da basmamaya gayret ediyorsunuz. Bu filmde bir önceki filmde izlediğimiz Djimon Hounsou’nun karakteri Henry’e de selam çakıyor, onun trajedisine ortak oluyoruz.

A Quiet Place: Day One, görsel efektler açısından yine başarılı. Gerçi alıştığımız şeyler artık bunlar ama yaratıkların tasarımı ve hareketleri gerilimi artıran unsurlardan biri ve tekrar yazıyorum; bu deliler alayının motivasyonu hala net değil. İlk filmde bu belirsizlik bir gizem unsuru olarak işlev görüyordu ancak üçüncü filmde hala aynı noktada olmak biraz hayal kırıklığı yaratıyor.

Uzun lafın kısası; epik bir bilim kurgu korkusu izleyeceğim derken bambaşka bir filmle karşılaştım. Sevdim mi, pek sevdim denemez. İlk filmin büyüsünden uzak ama yine de kendi içinde izlenebilir bir film. Sarnoski’nin yönetmenlik yeteneği ve oyuncuların performansı filmi bir nebze kurtarıyor ama bir şeyler eksik, çok eksik hem de!

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

The Divide / Mahşer Günü (2011)

The Divide, devamlı farklı gruplara bölünen, bölündükçe diğer grubu yok
blank

Koca Arayan Uzaylılar: Uçan Daireler İstanbul’da (1955)

Uçan Daireler İstanbul'da o zamanlar bıktırıcı düzeyde kullanılan şarkılara ve