Yaratıklar nereden geldi ve neden saldırıyorlar? Bu konu muğlak demiş ve umutlarımı bu filme saklamıştım ama yine yazımı kışa çevirdiler! Yaratıkların uzaydan geldiklerini gördük o kadar, başka bir şey yok. Geldikleri gibi de daldılar bizim hayattan fena halde sıkılmış New York bekarlarımıza!
Madem açıklamıyorlar, ben kendi tezimi ortaya atıyorum ki bunu daha ilk filmde sunmuştum zaten. Bu yaratıklar başka akıllı uzaylılar tarafından gönderilmiş bir istila taburu… Gönderildikleri gezegeni bir güzel çapalayıp asıl yaratıkların gelişine hazırlıyorlar. Biraz Alien filmlerindeki Xenomorph misali takılıyorlar. Zaten bana sorarsanız direkt oradan araklamışlar. Safkan katil hepsi kesiyor-biçiyor-öldürüyorlar, sese duyarlı ölüm makineleri. Xenomorphlar yüzüyor ama hele Alien 4’te balık gibiydiler, bunların zayıf tarafı o, aslında hepsi ciğerli hayvanlar, oradan oraya metrelerce zıplıyorlar ama su altında 5 saniye dayanamaz haldeler! Mantıklı mı şimdi bu?
Filmin yönetmenliğini Michael Sarnoski üstleniyor. Sarnoski, daha önce Pig (2021) filmiyle adından söz ettirmişti. Önceki filmlerin yönetmeni olan The Office’in şapşal oğlanı John Krasinki bu kez senaryoyu yazmakla yetinmiş. Onun için bu seri altın yumurtlayan tavuğa dönüştü, rahatını bozmasa da olur.
Gelelim bizim Newyork bekarlarımıza! Filmin başrollerinde Lupita Nyong’o ve Joseph Quinn yer alıyor. Nyong’o, modern bir New York’ta hayatta kalmaya çalışan düşük bir ruh haline sahip, bedensel hasarları da olan yaşama sevinci düşük bir kadını canlandırırken, Quinn’in performansı ise biraz daha içsel ve derinlikli. İki karakterin bir araya gelmesi, filmin duygusal derinliğini artırıyor ve izleyiciye, bu zorlu dünyada bile insan ilişkilerinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Filmin başında, her iki karakter de kendi hayatlarında kaybolmuş ve yalnız hissediyorlar. Ancak yaratıkların gelişiyle birlikte, hayatta kalma mücadelesi onları bir araya getiriyor ve birlikte olmanın güçlü olmak olduğunu öğreniyorlar. Bu, filmin ana temasını oluşturuyor: Sessizlik içinde bile, insan ilişkileri ve birliktelik her şeyden daha güçlüdür.
Aslında Lupita Nyong’o’nun karakteri bizim nesle bir eleştiri. Savaş görmeden büyüyen bir nesiliz ve çok kırılganız, yaşamak için hiçbir sebebimiz yok hatta ölsek daha iyi diye düşünenlerimiz bile var ama senaryo “al sana sebep” diyor ve hep birlikte sessizce mırıldanıyoruz; yaşamak çok güzel ve çok iyi hissettiriyor. Filmin finaline gönderme yaptım!
Genel olarak umduğumu bulamadığım filmde sevdiğim anlar da var. Sessizce yürüyen kalabalıktaki insanların genellikle 3. dünya göçmenleri olması mesela… Onlar zaten Amerikanın sessizleri demeye getirmiş yönetmen. Sessizliğin içinde kalabalıklardan biri olan bu insanlar, aslında Amerikan toplumunun görünmez kahramanları. Sarnoski (ve Krasinski), bu alt metinle hem günümüzün sosyal gerçekliğine hem de göçmenlerin sessiz ama güçlü varlıklarına dikkat çekiyor.
Filmin bir başka ilginç yanı da, sessizlik içinde yaşamak zorunda kalan insanların, aslında modern dünyanın gürültüsünden kaçan bireyleri temsil etmesi. New York gibi bir şehirde, sürekli bir ses bombardımanına maruz kalan insanlar için sessizlik bir nevi kurtuluş ama şehir ses çıkarmanız için kurulmuş tuzaklarla dolu. Öyle “kaparım çenemi gül gibi yaşarım” durumu yok yani. Yaratık istilası altında hayatta kalmaya çalışırken bu mayınlara da basmamaya gayret ediyorsunuz. Bu filmde bir önceki filmde izlediğimiz Djimon Hounsou’nun karakteri Henry’e de selam çakıyor, onun trajedisine ortak oluyoruz.
A Quiet Place: Day One, görsel efektler açısından yine başarılı. Gerçi alıştığımız şeyler artık bunlar ama yaratıkların tasarımı ve hareketleri gerilimi artıran unsurlardan biri ve tekrar yazıyorum; bu deliler alayının motivasyonu hala net değil. İlk filmde bu belirsizlik bir gizem unsuru olarak işlev görüyordu ancak üçüncü filmde hala aynı noktada olmak biraz hayal kırıklığı yaratıyor.
Uzun lafın kısası; epik bir bilim kurgu korkusu izleyeceğim derken bambaşka bir filmle karşılaştım. Sevdim mi, pek sevdim denemez. İlk filmin büyüsünden uzak ama yine de kendi içinde izlenebilir bir film. Sarnoski’nin yönetmenlik yeteneği ve oyuncuların performansı filmi bir nebze kurtarıyor ama bir şeyler eksik, çok eksik hem de!