Yeni filmim olan “Cin Filmlerinden Gına Geldi”nin çekimlerine başladım. Filme ortası çift sessiz harf barındıran (Hüddam, Dabbe…vs) tek kelimelik bir ad bulamadığım için kusura bakmayın. Artık filme “El-İnsaf” diye bir alt başlık koyarak kendimi affettirmeye çalışacağım. Biz film ekibi olarak çok korktuk, çok lanetlendik, fena çarpıldık. Benim siyatiklerim azdı. Yardımcı yönetmen cırcır oldu. Işıkçı tabureden düşüp kulak memesini incitti, hatta inanmayacaksınız; cin görüntüleri filan da yakaladık! Hepsini boca ettik filme… Aman ne olur izleyin bu filmi!
Bu sitenin duayenleri defalarca yazdı bu “cin filmleri” konusunda. Her film eleştirisinde ama kıl fırçayla ama tel fırçayla basmakalıp cin filmleri eleştirildi ama ne şanslıyız ki(!) furya aynen devam ediyor! Cin konusuna eğilmeyi ilk akıl eden Büyü (2004) ve furya haline gelmesine sebep olan Dabbe’den (2006) bu yana hacim değişse de doğrultu aynı. Artık olay öyle bir hal aldı ki, konusu cin olmayan her film bizim gibi korku film meraklılarında ferahlama duygusu yaratır oldu.
Cin konusunun korku filmlerinde işlenmesine karşı değilim kesinlikle. Ama merak ettiğim şey şu: Millet olarak korktuğumuz başka hiçbir şey yok mu ki korku filmi yönetmenleri ve senaristler dönüp dolaşıp aynı filmleri yapıyor? Ortadoğu’nun, Asya’nın ve Avrupa’nın arasında bir geçiş noktası olan ülkemiz doğal olarak çevre ülkelerin mitolojileri konusunda da bir turnike görevi üstleniyor. Bir hafızanızı yoklayın bakalım neler bulacaksınız korkacak? Kara Kancoloslar, Germakoçiler, Gulyabaniler, Alkarıları, Albastılar, Kanlı Kavaklar, Cazular, Dedeler… Hangi köye gitseniz ürkünç bir hikaye dinleyeceğinize emin olabilirsiniz. Ama yok! Karagöz oyunlarına giren diğer yerli korku unsurları bizim filmlerimize giremiyor.
Sevgili Murat Tolga Şen bu konu ile ilgili olarak bir yönetmen arkadaşının tespitlerini aktarmıştı bana. Cin filmlerinin izleyici kitlesinin muhafazakar kesimin 15-25 yaş arası kadınları olduğundan bahsetmişti. Yerel/İslami motifli korku filmlerinin bu kesim tarafından sevilmesinde çok şaşırtıcı bir şey yok. Şaşırtıcı olan şey, bu eğilimi görmüş olan filmcilerin yerel/İslami figürlerin şahikası olarak cin konusunu sürekli olarak izleyicilere sunması. Dün tutulmuştur, bugün de tutulur ama yarın tutulacağının garantisi nedir? Furyadır geçer. Geçer ama o geçtikten sonra elde ne kalır? Yeşilçam’ın furya yönetmenlerine bakın tek tek. Bugün ellerinde ne kalmış? Sürekli musallat hikayeleri anlatarak sizin elinizde ne kalacak? Belki 40 yıl sonra bu furya da “kült” mertebesine erişip “niche” diyebileceğimiz kısıtlı bir izleyici kitlesi tarafından sevilecek!
Galiba asıl sorun insanlara musallat olan cinler değil, cinlere musallat olan yaratıcılıktan uzak yönetmenler ve senaristler. Önümüzdeki yıllarda taze konular ve taze hikayeler bulunamazsa korku filmi sektörünün çöküşü yakın gibi gözüküyor. Acı ama gerçek.
Peki bu filmlerle ilgili tek sorun birbirinden kopyalanan baştan savma senaryolar mı? Filmlerde işlenen örtülü kadın düşmanlığını ne yapacağız? Filmlerin ezici çoğunluğunda cinleri insanların başına musallat edenler kıskanç ve fesat kadınlar. Kadınların hacı-hoca-üfürükçüye gitme işleriyle uğraşması gayet doğal karşılandığı için hiç dikkat çekmeden bilincimize yerleşiyor bu solucan.
Birbirinden kopya hikayeleri olan bu filmler sayesinde de çoğala çoğala bir ön yargıya dönüşüyor! Öyle ya erkekler zinhar bu işlerle uğraşmazlar değil mi? Cinciye/üfürükçüye giden kadın ise cinciler/üfürükçüler erkek değil öyle değil mi? Define bulmak için veya malum bir takım sorunlarına çözüm aramak üfürükçülerin kapısını aşındıranlar erkek değil öyle değil mi? Efendiler, ağalar, beyler, senaristler, yönetmenler; yapmayın, etmeyin, yazıktır, günahtır! Bu üstü örtülü kadın düşmanlığı niye? Bu sizin gerçek zihniyetiniz mi yoksa birbirinden karbon kağıdı kopya ettiğiniz senaryolarınız yüzünden mi böyle oluyor? Eğer gerçek zihniyetiniz buysa size söyleyecek lafım yok. Ama karbon kağıdı kopyası senaryolarınız yüzündense şunu bilin ki sizin attığınız her 3 korner, bir penaltıya, yani ön yargıya dönüşüyor.
Lafın kısası sayın yönetmenlerim senaristlerim; ya hikayesi çok orijinal, kalitesi über bir cin filmi yapıp bu yazıyı bana yedirin ya da bir zahmet bu işkenceye son verin.
Yazıyı okudum, bazı eksikler tespit ettim: Mesela büyücülerin hep kadın olduğu söylenmiş, aklıma ilk gelen örnekler Siccin ve Dabbe 6’da büyücüler erkekti. Sonra büyüyle hazine arama olayı Ezan filminde işlenmişti.
Ufuk bey büyücülerin hep kadın olduğunu söylemedim. Cinleri musallat edenin kadın olduğunu söyledim. Siccin’deki kıskanç teyze kızı örneğin. “Filmlerdeki Üfürükçüler/cinciler hep kadın” diye bir ifadem yok. “Birbirinden kopya hikayeleri olan bu filmler sayesinde de çoğala çoğala bir ön yargıya dönüşüyor!” diye başlayan paragraf filmlerle uğraşmayı bırakıp gerçek hayatta ne oluyor, ona bakmaya çalışıyor.
Sonunda birileri düşüncemi dile getirmiş. Yine hafif kalmış yazdıklarınız, bu filmlerin kalitesizliği yanında.
Özgür Bey gerçekten yazınıza katılıyorum. Özellikle, filmlerde örtülü bayanları göstermeleri bayağı olumsuz oluyor. Mecburen makyaja başvuruluyor. Yazınızın özeti olan şu cümle ilgilimi çekti: “Galiba asıl sorun insanlara musallat olan cinler değil, cinlere musallat olan yaratıcılıktan uzak yönetmenler ve senaristler.” Şimdi bu tür cin vakalarında, hepsinden öte Azem serisinin sonuncu bölümünü ele aldığımızda, “azem cin tohumu” işleyiş o kadar harika ki. Ama ne yazık ki sonu berbat! İnsanların cinlere musallat olduğu bir gerçeklik yoktur. Ancak yanlışlıkla yaptığı bazı hatalar, o tür varlıklarla iletişime geçmesine ve ilerisinde de kötü olaylar yaşanmasına sebep olur. İster inanın ister inanmayın, bu tür davalara üfürükçüler değil, Havvas ilminin ustaları bakar. Dolandırıcı ise anlaşılır, değilse iyileştirir. Yani muhakkak ortada bir büyü materyalı olacak ki bu tür olaylar yaşansın. O yüzden yazınız eksik! Ama diğer vakaları konu aldılar da biz mi izlemedik! Elimde o kadar derin hikayeler var ki, bir yönetmene bunu anlatınca, tekstin dışına çıkılmasından, konu değişiminden korktuğum için anlatmıyorum. Çekemeyen, kıskanç, kibir ve fesat birinin yaptıklarını işleyen korku sinema sektöründen umarım daha güzel projeler görürüz.
Mustafa Bey, burada bir hususu netleştirmek istiyorum: “Filmlerde işlenen örtülü kadın düşmanlığını ne yapacağız?” cümlesindeki “örtülü” kelimesini “başörtülü” kadınları nitelemek için kullanmadım, sadece büyü/cin olaylarında bunları insanların başına musallat olmasına sebep olanların hep kadınmış gibi gösterilmesini gizli bir kadın düşmanlığı olarak nitelemek için “örtülü” sözcüğünü kullandım. Ayrıca önerileriniz için teşekkür ederim.
Kusura bakmayın Özgür Bey. Ben orada yanlış algılamışım. Tamam, tastamam dediğiniz doğru, katılıyorum. Aslında Anadolu köy korku hikayeleri o kadar çok ki. Lakin işleyen verimli bir toprak lazım. Yani yönetmen. Başka bir filmden örnek verirsem, 1984 Cüneyt Arkın’ın Deli Fişek filminde, rahmetle andığımız, Osman Betin Hocamız ile final kavga sahnesinde, İstanbul Levent’teki bir inşaat kullanılmıştı. Orada mümtazım karate komboları ile kırılan tuğlalar uzun yıllar başka filmlere konu oldu. Bir çığır açmıştı aksiyon dünyasında. Bu filmi izleyen, değişik bir senaryo ile final kavgasını böyle uygulamıştı. :) Buradan örnek verirsem, işleme çok önemli. 1970 yapımı yerli bir korku olan Ölüler Konuşmaz ki’nin konusunu yıllar sonra Dabbe 6’da görüyorum ama o eski filmin sonu daha iyi bitmişti. :) O zamanların çekim imkanlarıyla harikaydı. Rahmetle andığımız sevgili Saadettin Erbil’in seslendirdiği hortlak müthişti. :) Zaten bize bu lazım. Azazil Düğüm filmindeki gibi, mutlu bir son lazım. Yani dinsel bir tema işlenirken, sonu mutlu ve güçlü biten hikayeyi hayata geçirmek lazım. Felak ve Nas suresinin hikmetini tam manasıyla yaşatan bir film lazım. İlk Siccin harika bir çalışmaydı. Kötülük edenin yanına kalmadı ama sonunda herkese bulaştı. Gerçek bir hikayeden kurgu yapılan filmlerde, biraz text dışı kalmak iyi, lakin biraz! Tamamen değil…. Bakın mesela sie bir hikaye sunacağım: “Kerim isimli genç, uzun zamandır görüştüğü kızı terk eder. Çünkü hayatında başkası vardır. Kız da büyü yaptırır. Sonra olanlar olur.” Haydaaa! :) E hep aynı hikaye! :) Şimdi bunu değişik isimlerle film yapalım. Mesela İblis’e Çağrı, İfrit Davet vb. Yani yine hikaye aynı, isimler farklı ama işleyiş kötü. Ve dediğiniz olaylar var. Bize hikayeleri iyi değelendirecek verimli bir toprak “yönetmen” lazım. Sonu iyi biten, dinimizi daha güzel gösteren başyapıtlar lazım. Hasan Karacadağ’ın filmlerini gerçekten sevdim ama ne yazık ki o da son filmleriyle tepki aldı. Umarım Hasan Karacadağ, Magi ve Vampir’den sonra Yürüyen Ölüleri çekmez. Zaten birçok seyirci Dabbe’nin 3, 4 ve 5’inden sonra bayağı tepkili. İyi Günler.
filmin adı manidar
Kesinlikle katılıyorum. Ancak bu durum biraz da korku endüstrisinin içine düştüğü kısırlıktan kaynaklanıyor. Son zamanlarda üretilen filmlerde hep dini temalar, Hristiyanlığın iyi-kötü çatışmasına sıkışmış kurgular söz konusu. Trend olan bu olunca ister istemez üretkenlik bu yönde oluyor.
Türk sinemasında eskiden beri bir orijinallik sorunu var. Münferit olarak iyi işler çıkaran yönetmenler olsa da, furya olarak orjinal olamıyoruz. Korku endüstrisinde de aynı durum devam ediyor. Bana kalırsa 1955 yılında çekilen Drakula İstanbul’da filmi şimdiki korku filmlerine göre çok daha yaratıcı.
Cin temalı filmlerin çoğunda kalite kaygısı yok. İnsanları zaten inandıkları bir şeyle korkutup gişe elde etme çabası var. Bence bu kısırlık tek başına Türk korku sinemasından değil genel bir yozlaşmadan kaynaklanıyor.
Gına geldiyse izlemeyin, sevenlere saygısızlk etmeyin.