“Adresim basit: Cingöz, Türkiye!”
Cingöz Recai, Peyami Safa’nın “Server Bedi” adını kullanarak yazdığı polisiye öykülerin baş kahramanıdır. Yalnızca “kötü” zenginleri soyan ve çaldıklarının bir kısmını yoksullara ve yardım kurumlarına dağıtan ve bu iyiliklerini sık sık ilan eden bir hırsızdır. Hırsızlıklarının yanında suçluların yakalanmasında polise yaptığı yardımlar ve çözdüğü suç dosyaları nedeniyle polis tarafından da gizliden bir saygınlık görür. Olaylara bakış açısı ve inanılmaz dikkatiyle Sherlock Holmes’u aratmaz.
Zeki, kibar, entelektüel, sanatsever, bilimsever ama tüm bunları hırsızlık eylemleri için kullanmaya odaklanmış bir karakter olan Cingöz Recai, aslının kopyasının kopyası bir karakterdir. Sherlock Holmes kitaplarının başarısı üzerine Fransız Maurice Leblanc’ın yarattığı Arsen Lupen adlı hırsız kahramanın benzeri olan Cingöz Recai’nin maceraları, ilk kez 1924’ten başlayarak 1960’a kadar yayımlanmaya devam etmiştir. Okuyucular, kopyası olduğu Sherlock Holmes’ü de Arsen Lupen’i de öykülerine dahil edip onları bile alt eden bu kahramanı çok sevmişlerdir. (Cingöz Recai ilk maceralarında Sherlock Holmes ile 15 öyküde karşı karşıya gelir ve ona hiç yakalanmamayı başarır. Sherlock Holmes kendisini böylesine uğraştıran Cingöz Recai’ye hayranlık duyar ve Recai her fırsatta onun ve Watson’un ağzından yüceltilir durur.) Peyami Safa yıllar içinde Cingöz Recai’nin popülerliğini değişen dönemlere ve koşullara göre kullanmıştır. 50’li yıllarda uzay yolculuklarının ve bu konudaki çalışmaların dikkat çekmesi üzerine, “Cingöz Merih’te” adlı fantastik bir macera bile yazmıştır. (Bu macera hiçbir zaman kitap olarak basılmadı ve gazete yayını olarak kaldı. Aynı şekilde kitaplaşmayan ve bugün kayıp olan pek çok Cingöz Recai macerası daha vardır.)
Türk Sineması Cingöz Recai’nin popülerliğini belki de çok geç bir şekilde 1954 yılına kadar kullanmadı. Onu ilk olarak sinemaya aktaran ise Metin Erksan oldu. O sırada son Cingöz macerası 1952 yılında Ulus gazetesinde yayımlanan Beyaz Cehennem’di. Beyaz Cehennem aslında Cingöz Recai’nin uzun bir aradan sonra geri dönüşüydü çünkü nerdeyse 10 yıldır hiçbir yeni macerası yayımlanmamıştı. Peyami Safa’nın 1924’ten hayatının sonuna kadar sürekli maceralarını yazdığı bu karakteri çok sevdiği bellidir. Para kazanma amaçlı olarak yazdığı -bu yüzden de Server Bedi adını kullandığı halde, onun maceralarını yazmaktan büyük zevk aldığını da söylemiştir. Hatta belki de ona kazandırdığı para ve ün sayesinde Cingöz’ü fazlaca önemsiyordu. Beyaz Cehennem kitabında kendisiyle Cingöz Recai’yi karşılaştırdığı ve birlikte sohbet ettikleri bölümde (Server Bedi aynı zamanda Cingöz maceralarında Cingöz’ün arkadaşı olan bir gazeteci karakterdir ve maceralarını ilk ağızdan dinleyerek yazar bize.) ona şöyle der: “Biz birbirimizi yaratmış insanlarız.”
Peyami Safa Cingöz karakterini yıllar içinde kendisiyle birlikte yaşlandırmıştır. Yazımındaki gelişmeler de eklenince ilk zamanki maceralarla sonrakiler arasında bazı farklar ortaya çıkmıştır. Metin Erksan’ın uyarladığı Cingöz macerası da son yayımlanan Beyaz Cehennem’den olduğu için bu farklar filme de yansımıştı. Kitapta Cingöz artık 50 yaşındadır. Eski uçarı halinden eser bulunmaz. Sanki yaşlandıkça durulmuş, bambaşka biri olmuştur. Fikir yürütmeleri yaptığı bölümlerde her zamanki gibi sakin ve soğukkanlıdır ama eski enerjisinden eser yoktur. Eskiden attığı şen kahkahaları, kendini beğenmişliğin verdiği üstten bakışı, adına yaraşır cinliği hiç görünür değildir. Eskiden tek başına hırsızlık etmeye asla katlanamayacağını, altında çalıştırdığı kalabalık bir ekibe önderlik etmeyi sevdiğini söylerken bu kitapta bir açıklama getirmeden, tek başına çalışmayı sevdiğini söyler. Cingöz Recai’deki bu değişim yazarının yaş almasından mı, 10 yıldır maceraları yayımlanmayan ve bu süre içinde Amerika’da olan Cingöz’ün yaş almasıyla yaşadığı bir değişim mi diye belirlemek okuyucuya kalır.
Metin Erksan kitaba oldukça bağlı kaldığı bir senaryo hazırlamış, bütçe ve olanaklar ölçüsünde romanın bütünlüğünden uzaklaşmadığı bir öykü kurmuştu. Cingöz Recai, uzun yıllar sonra ülkeye dönmüştür ve bir cinayeti araştırırken hem cinayetin çözülmesi hem de uluslararası bir uyuşturucu çetesinin yakalanması konusunda polise yardımcı olur. Asıl amacı ise çetenin kendi iç hesaplaşması sırasında öldürdüğü bir üyesinde bulunan 400 bin doları onlardan önce ele geçirmektir.
https://youtu.be/qHfuWNiSWO8
Cingöz rolü için belirlenen Turan Seyfioğlu çok iyi bir seçimdi. Hem fiziksel yapısı kitaptaki anlatımlara uyuyor hem de Turan Seyfioğlu’nun sporcu kişiliği karakterin ihtiyaç duyduğu esnekliği kolayca yansıtabilmesini sağlıyordu. Cingöz’ün azılı düşmanı ve ebedi dostu polis Mehmet Rıza, Beyaz Cehennem kitabında görülse de emekli olmuş bir polis olarak artık Cingöz’ün karşısında değildir. Onun yerine oğlu geçmiştir. Metin Erksan ise Mehmet Rıza’yı ana karakter olarak tutarak Cingöz’ün de yaşlanmadığı zamanlara bir geri dönüş yapmıştı. Böylece Peyami Safa’nın kurduğu zaman dizilimini bozup karakterin daha çok sevilmesini sağlayacak yaşlarda tutmayı düşünmüştü. Ama kitapta Cingöz’ün 50 yaşında olması ve eskisi gibi hareketli ve olaylar içinde koşturup duran halinden uzak durması, Turan Seyfioğlu’ndan gerektiği gibi faydalanılmasını engellemiş görünür. 30 yaşındaki Turan Seyfioğlu, 50 yaşındaki Cingöz’ü canlandırmış oluyordu. Metin Erksan’ın karakteri gençleştirmesi ama senaryoda buna uyan başka değişiklikler yapmaması kitaptaki karakterin olgunluğunun ve durağanlığının hapsinde kalmasına neden olmuş gibidir. Cingöz Recai oyunbaz kişiliğini pek yansıtmayan, nerdeyse bir hırsız olduğunu unutacağınız, Sherlock Holmes benzeri bir dedektife dönüşmüştür.
Belki filmin seyirciler tarafından çok talep görmemesinin önemli nedenlerinden biri buydu. Senaryoda bazı boşluklar, mantıksızlıklar, diyaloglarda anlamsız bazı kesintiler de göze batar. (Aslında filmin uyarlandığı kitap dahil Peyami Safa’nın yazdığı çoğu Cingöz Recai macerası da bu tip hatalar, oldubittiler, yetersiz açıklamalarla doludur.) Cingöz’ün sık sık kullandığı kılık değiştirme ise bu filmde yine çok az kullanılır. Normalde Cingöz nerdeyse kendi olarak dışarı çıkmayan bir karakterken bu durum da değişime uğramıştır.
Tüm bunlara rağmen Metin Erksan yine de olayları sıkılmadan takip edebildiğimiz iyi yönetilmiş düzgün bir polisiye çekmeyi başarmıştır. Metin Erksan’ın bu filmde asıl olarak kaçakçı çetedeki sıradan biri olan, Fikret Hakan’ın canlandırdığı Tatar Şevki karakteriyle ilgilendiği de kolayca görülebilir. Senaryonun bütünü içinde aslında bu karakterin hemen hiç önemi yoktur. Eğer öyküden çıkarılsa pek bir şey kaybedilmiş olmaz. Ama Metin Erksan kitapta hiç işlenmeyen bu karakteri senaryoya eklemiş ve ona bir öykü vermiştir. Köyden İstanbul’a gelip uyuşturucu işlerine bulaşmış olan Tatar Şevki, bu son işten sonra işi bırakacak ve Kapalıçarşı’da gördüğü gelinliği de alarak köyündeki nişanlısına koşacaktır. Ama polis tarafından sıkıştırılınca kaçmak zorunda kalır. Kapalıçarşı’nın gece kepenk indirmiş olan dükkanlarının hiç de göz alıcı gözükmediği ıssız sokaklarında bir kaçma kovalamaca yaşanır. Şevki sonunda, almayı düşlediği gelinliğin olduğu dükkanın önünde vurularak ölür. Bu sahnenin uzunluğu hatta varlığı bile gereksizdir, Şevki’nin bir kovalama sonunda öldürülmesi öykü için hiçbir şeyi değiştirmez veya etkilemez. Burada yalnızca Şevki’nin dramına şahit oluruz. Metin Erksan’ın dükkan vitrinindeki gelinlikli manken çekimleri, ölmüş olan Şevki’den kameranın bu gelinliğe yükselmesi planlarıyla Şevki’nin dramı, bu sıradan polisiyenin hafifliği içinde en ağır bölüm olarak yer alır ve filmin genelinden apayrı durur. Metin Erksan’ın son filmine kadar onu terk etmeyen “manken”iyle de ilk tanıştığımız yapımdır Cingöz Recai.
Cingöz bir kez daha 1969 yılında sinemaya uyarlandı. Senaryo yazarı ve yönetmeni Safa Önal’dı, Cingöz Recai de Ayhan Işık tarafından canlandırıldı. İkinci Cingöz Recai, Ayhan Işık’ın enerjik oyunu sayesinde oldukça eğlenceli bir film haline gelmiştir. Senaryo ve yönetimdeki ilk filmle karşılaştırılamayacak kadar çok hatalar, kötü oyuncu yönetimi hatta bazı yerlerde absürtleşen sahnelere rağmen Ayhan Işık’ı bu rolde izlemek büyük bir zevktir. İlk filmin tam tersine Cingöz’ün 30 yaşlarındaki halini Ayhan Işık 40 yaşındayken canlandırmıştır. İkide bir attığı pervasız ve meydan okuyan kahkahaları, çevikliği, zekasını konuşturması, kendini beğenmişliğini çekinmeden belli etmesi karakteri daha da güzelleştirir ve aslına yaklaştırır. Sürekli kılık değiştirir, ona yardımcı olan adamları vardır, işin daha çok eğlencesinde olduğu belli olur. Düşünce biçimini zaman zaman açıkladığı sahnelerde onun neden iyi bir hırsız olduğu daha iyi anlaşılır.
https://youtu.be/Vrv5ZTV0T2Q
Bu kez Cingöz, büyükbabasından kalan mirası onun elinden alabilmek için uğraşıp duranların arasında sıkışıp kalmış bir kadına yardımcı olur. En başta, her türlü hınzırlığını konuşturarak kaçakçı bir adamın evini soyarken karşılaştığı Selma’ya aşık olur ve o andan sonra Selma’nın koruyucusu kesilir. Önce Selma’nın etrafındaki akbabalardan kurtulan Recai, ardından kızın büyükbabasından kalan definenin yerini bulabilmek için eldeki şifreli cümleyi çözmeye çalışır.
Cingöz Recai’yi yani bir çete başı olan azılı bir hırsızı okura sevdirebilmek için Peyami Safa kitaplarında sık sık hatırlatmalarda bulunur; onun hırsızlığını, adam kaçırma, rüşvet, devlet içinde yapılanma gibi suçlarını hoş gösterebilmek için çırpınır durur. Cingöz sık sık yaptırdığı “okullardan”, her şehirde şubesi olan “yardım derneklerinden” bahseder. Böyle bakılınca ülkesi ve vatandaşları için “hizmet” eden en bir vatansever kişidir Cingöz Recai. Oysa Cingöz, ülke çapındaki 12 yasa dışı teşkilatın başıdır. Polis içinde müdür yardımcılığına kadar yükselmiş rütbelerde adamları vardır, devletin içine de sızmıştır. İşlerini, planlarını yerine getirmek için sürekli rüşvet dağıtır. Onu yakalamak için 40 yıl uğraşan Mehmet Rıza’yla hep dalga geçer, onu küçük düşürür. Kahramanımız o olduğuna göre bu durum okuyucuya zevk verir. Onun zekası ve iş bilirliği kutlanır. Peyami Safa bu takdiri Mehmet Rıza’ya da yaptırır. Cingöz Recai’yi de Mehmet Rıza’ya saygı duyan biri olarak gösterir ama bunlar hep sözdedir. Kazanan hep Cingöz, kaybeden Mehmet Rıza’dır. Onun güya çok iyi bir polis olması, sayısız olayı çözmesi, yüzlerce hırsızı yakalaması gibi detayların hiçbir önemi yoktur. Cingöz’ü bir değil iki değil defalarca kez yakalayamayan, bir iki macerada yakalayabildiğinde ise hemen elinden kaçıran birine artık ne kadar iyi denirse densin inandırıcı gelmez. Hatta Rıza’nın, okuyucunun çoktan çözdüğü durumları kavrayabilmek için sayfalarca akıl yürütmek zorunda kaldığı da olur. Cingöz ise sonsuz olanaklara sahiptir. Tüm bunlara bakınca Cingöz Recai’ye romantik bir hırsız demek çok zordur. O bir çete lideridir, yaptığı yardımlar da topluma (ve de okuyucuya) verdiği rüşvetler haline gelir.
Böyle bir öyküyü ve kahramanı sinemaya uyarlarken Cingöz’ün hırsızlığını seyirciye hoş göstermek çok daha büyük bir sorundu. Sinemanın ulaştığı insanların sayısı kitaplardan çok daha fazla olduğundan, onun üzerindeki denetim de daha sıkı olagelmiştir. Kötü kahramanları iyi göstermek, hem toplum vicdanında hem de o yıllardaki Sansür’ün gözünde onların aslında iyi olduklarını anlatmayı başarmakla mümkündü. Hırsız ama kötülerden çalıyor, katil ama polise yardım ediyor gibi… İlk Cingöz filminde de Metin Erksan bu durumu yansıtacak bir senaryo oluşturmuştu. Cingöz’ün fenalıkları doğrudan gösterilmez. İlk başta kötüler bize tanıtılır ve Cingöz Recai olayı araştıran bir gazeteci kılığında görülür. Polisten ayrı çalışmaktadır ama sonuçta hedefi onlarla aynıdır. Cingöz hem olayın çözülmesine ve suçluların yakalanmasına hizmet eder hem de yalnızca onların paralarını çalar. Paranın bir kısmını yardım kuruluşlarına bağışladığını söyler, kalanı cebe indirip ortadan kaybolur. Konuşmalarda ve olayların gelişiminde Cingöz Recai başarılı bir polisten, bir dedektiften farksızdır.
Kitapta da bol bol polis ve gümrük teşkilatı övülür. Ama buna rağmen uyuşturucu trafiğinin almış yürümüş olduğu, İstanbul’un imalathanelerle dolup taştığı da belirtilir. Polis bunu engelleyememektedir çünkü “mafia” çok güçlü ve zengindir, polisin bütçesi ve olanakları ise çok kısıtlıdır. Bir yerde ikinci şube müdür yardımcısı, Tahtakale’deki izbe mekanlarda yaşayan uyuşturucu müptelalarıyla karşılaşınca dehşete düşer: “Yirminci asır. Medeniyet. İstanbul. Devlet. Vilayet. Polis. Hepsi burada yalandı, yalan, yalan!” Bunlar filmde üstün körü geçilmiştir, zaten bazı sahneleri Sansür tarafından kesilen, Beyaz Cehennem adı değiştirilen filmde polisin mafya karşısında olanaklarının yetersiz kaldığını söylemek imkansızdı. Film boyunca Sansür için yazıldığı çok belli olan bazı diyaloglar da duyulur. “Polis nasılsa yakalar”, “Polis mutlaka ele geçirir” gibi sözlerle hiçbir suçlunun Türk polis teşkilatının elinden kurtulamayacağı iyice belirtilir ki yanlış anlama olmasın, izleyici şüpheye düşmesin. Ama Cingöz kaçmayı başarır. Ama zaten polise yaptığı yardımlarla büyük bir hizmet görmüş, kötü adamlardan çaldığı paranın yarısına yakınını da hayır kurumlarına bağışlamıştır. Sansür artık o kadarını maruz görmüş ama en sonda yıllardır Cingöz’ün peşinde olan Mehmet Rıza’ya, “Polisin elinden kurtulacağını sanıyorsan aldanıyorsun, kanun er geç yakana yapışacaktır.” dedirtmeyi ihmal etmemiştir.
İkinci film ise doğrudan Cingöz’ün hırsızlığıyla başlar. Henüz kötü olup olmadığını bilmediğimiz bir zenginin evindeki değerli tabloları çalar. Ama artık Türk Sinemasının çoğu örneğinde zenginler zaten topyekün kötü sayıldıklarından, onun iyi veya kötü olduğunu bilmemize gerek bile yoktur. Zaten hemen sonradan onun da bir kaçakçı olduğunu öğreniriz ve üvey kızının mirasına konmak için dümenler çevirdiği görülür. Cingöz bu kaçakçıya ve mirasın peşindeki diğerlerine dersini verir, yine Mehmet Rıza’yla aynı amaç için çalışır. Onu doğrudan düzenli yardımda bulunduğu ilkokulda da görürüz böylece iyi hırsızın kabullenilmesi aşaması tamamlanır.
Filmin sonunda Cingöz yakalanır. Polis tarafından götürülürken aşık olduğu Selma’ya sanki az sonra kaçıp kurtulacağını biliyormuş gibi neşe içinde “İstersen bana mektup yaz Selma. Adresim basit: Cingöz, Türkiye!” der. Burada “Adresim: Cingöz Türkiye!” sözü, onun her yerde olduğunu yani aslında tüm Türkiye’nin Cingöz olduğunu belirtmiş olur. Filmde bu söylemi destekleyen pek bir anlatım olmamasına rağmen bugün bakıldığında Cingöz Türkiye sözü ne yazık ki hiç de yadırgatıcı gelmiyor. Hinlikle, laf ebelikleriyle, çarpıtmalarla, ağız değiştirmelerle, rüşvetlerle, takılan “maskelerle”, kılıktan kılığa girerek insanları kandıran, elde edilecek değerler için şeytanın aklına gelmeyecek entrikalar kuran, kendi görüşünden değil diye yoksul halkı bile “kötü zenginler” diye yaftalamaktan çekinmeyen ve soyup soğana çevirmekten zevk alan bir Türkiye var bugün. Cingöz Recai eğer günümüze bir zaman yolculuğu yapsa, kendini çok zeki ve usta bir hırsız sanırken onun aklının hayalinin almayacağı büyüklükteki soygunları görünce herhalde makyaj çantasını önüne koyup kara kara düşünür, kendini beğenmiş neşeli halinden eser kalmazdı.
Bu yazı harika olmuş. Elinize sağlık. 1969 yılında çekilen film serinin hangi kitabını temel almış? Cingöz’ün 2017 filmi de çıktı. Yazıyı revize etmeniz gerekebilir. Yorumlarınızı merak ediyorum. Sağlıcakla kalın.
Yorumunuza teşekkür ederim.
1969 yılında çekilen filmin senaryosu özgün olabilir. Benim okuduğum Cingöz kitaplarının hiçbirine ait değil, çoğunu okusam da henüz ulaşamadığım maceralar var, belki onlardan biri de olabilir. Ama çeşitli maceralardan parçalar toplanmış ve özgün sahneler eklenmiş gibi duruyor.
Son filmi henüz görmedim. Önerinize uygun olarak yeni bilgiler edinince yazıyı güncelleyeceğim :)
Vakit ayırıp cevap yazmışsınız. Teşekkürler. Sağlıcakla kalın.