KISACA KIYAMET SONRASI…
Son yıllarda özellikle Avrupa sinemasında dolgun bütçeli kısa filmler konuşulur olmaya başlandılar. Yine de bu yapımların pek çoğu hak ettikleri ilginin yarısına bile nail olamıyorlar. Cloud Catcher da onlardan biri.
Avrupa ülkelerinden çıkan pek çok kısa film aslında göründüğünden daha ucuza mal olabiliyor. Tabi teknik anlamda donanımlı genç yönetmenler ile yakın tarihte bunun da bir fenomene dönüşeceğini ön görmek zor değil. Üstelik halihazırda yaratıcılık kulvarında kısa filmlerin söyleyeceği çok söz olduğuna da inanıyorum. Zira kısa filmlerin anlatı konusunda kısıtlı sürede harikalar yarattığını da biliyoruz. District 9 ile adından söz ettiren Neil Blompkamp’ın bu yolun öncülerinden biri olduğunu söylemek yerinde olur bence. Zira Blomkamp, bir rota çizmekle kalmadı, o rotayı izleyecek pek çok takipçi ve üretici için de ilham kaynağı oldu. Kaldı ki After Effects ve Premiere gibi programların pratikliği sayesinde, yönetmenler işin teknik kısmına eğilmeye de üşenmemeye başladılar.
Altın Koza’ya dair anlatabileceğim en güzel şeylerden biri de aslında böyle ortaya çıktı diyebilirim. Genç Slovenyalı yönetmen Miha Knivic‘in kılı kırk yararak hayata geçirdiği projesi Cloud Catcher / Bulut Avcısı; ilk çentiğine göz attığımızda bize farklı gelmeyen bir post apokaliptik hikayenin etrafında dans ediyormuş izlenimi doğurabilir. Onu görsel ya da kurgusal anlamda Book Of Eli / Tanrı’nın Kitabı’na benzetme sebebim de burada yatıyor hiç kuşkusuz. Tabi Knivic’in, bilindik kıyamet sonrası senaryolarından sıyrılan önemli bir tarafı var…İnsanlığın “o noktaya” ulaşma süreci bir masal gibi anlatmayı seçerek ezber bozuyor adeta!
Bu zamana kadar dünyaya meteor çarpmış ya da küresel ısınma sebebiyle kavrulmuş olması; tamamen sular altında kalması ya da olduğu gibi doğanın gazabına uğraması hatta ve hatta zombilerin istilası gibi farklı varyasyonlarını gördük…Dolayısı ile bir post apokaliptik malzeme önümüze sunulduğu vakit bu rotalardan birini kullanacağını ön görebilmek için de kahin olmaya gerek yok! Bu durumda izleyicinin “bu daha farklı nasıl anlatılabilir ki?” sorusunu sorması da normal. Knivic ise, küresel ısınma rotasına giriş yapıp, umulmadık bir sıçrama ile amacına ulaşıyor.
Kavrulan dünyayı kurtarabilmek için “bulut yakalayıcı” timler devreye giriyor ve kurak kalan arazileri yeniden yeşillendirmek için kolları sıvıyorlar. Aslında “bulut yakalayıcılarını” Resident Evil’deki S.T.A.R.S. ekibi ile özdeşleştiriyorum ben. Zira buradaki tim de bir süre sonra yozlaşmaya başlıyor ve yaraları sarmaktan ziyade, yakaladıkları bulutlar ile güneş patlamalarının gezegenimizden daha da hissedilebilir tahribatlara yol açmasını sağlıyorlar. Üstelik pek çok bulut avcısı, hizmetlerinin amacının ve nasıl bir komploya alet olduğunun da farkında değil! Bir süre sonra ise hem insan hayatının hem de kuraklığın önemi kalmıyor. Zira insanlığın asıl derdinin odağına “son gün batımı” yerleşiyor. İnsanlık, uzun vadesini doldurduğunu ve günü kurtarmaya çalıştığının farkına varıyor bir anlamda!
Knivic’in bu son derece kasvetli hikayesi 2147 yılında geçiyor. Dolayısı ile dünyamızın başına türlü felaket gelmiş, insanlık bunların pek çoğundan sağ -ve ziyadesi ile yaralı kurtulabilmeyi başarabilmiştir. Fakat artık milad dolmaktadır ve güneş patlamaları her geçen gün daha fazla hissedilmekte ve gezegenimizde daha derin yaralar açmaktadır.
Genç yönetmen’in 70 bin Euroluk bu projesi mümkün olduğu kadar az görsel müdahale ile vücuda getirilmiş. Dolayısı ile devasa arka planlarda kullanmış olduğu yeşil perde dışında görsel müdahalelere rastlamıyoruz. Dahası, Knivic, önümüzdeki yıllarda bu kısa öyküsünün kalibresini tamamı ile dolduracak bir biçimde uzun metrajlı bir proje olarak hayata geçirmeyi düşünüyor. Bu sebeple kendisine yönelttiğim, Cloud Catcher içerisindeki öykünün bir yan hikaye mi yoksa olan bitenin “sonumu” olduğu sorusunu kibarca havada bırakarak merakımı kamçılasa da; mevcut hikayede “bulut avcılarına” dair daha derin analizlerde bulunacağının da yarım ağızla tüyosunu verdi.
Cloud Catcher’ın en büyük avantajı, her başarılı kıyamet sonrası öyküsünde olduğu gibi atmosfer yaratma konusundaki başarısı. Anlatılan hikayenin gerçekliğini ve kokusunu izleyicisine hissettirebilmek adına, ana hikayeye giriş yapmadan önce makul bir süre boyunca havayı solumamızı sağlıyor.
“Ortaya yeni bir Neil Blompkamp vakası çıkar mı?” sorusununu sormak için henüz erken olsa da Knivic’in yol haritasının nihayetine oralara yakın bir yerlerde varması pek de süpriz olmaz. Ne diyelim; İzleyin, izletin.