Hayao Miyazaki tuhaf düşler görüyor olmalı, hepimiz görürüz ancak bu usta sinemacının bizlerden farkı o düşleri bitmek bilmez bir inatla çizip filme dönüştürüyor olması. Çocuk ve Balıkçıl’da da ustanın gördüğü düşlere, o düşlerin beslendiği çocukluk anılarına şahitlik ediyoruz.
Dürüstçe itiraf edeyim, Hayao Miyazaki’nin filmlerine bayılırım ama en sevdiğim anime yaratıcısı o değil. Bu alandaki eserlerini en beğendiğim usta Satoshi Kon’dur ancak belki de bu filmi Satoshi Kon’un gerçeküstücülüğüne yakın bulduğum için çok sevdim.
Toronto Film Festivali’nin açılış filmi olarak gösterilen ve nihayet vizyon sırası gelen Çocuk ve Balıkçıl, Birçok iyi animenin fonu olan İkinci Dünya Savaşı’nda geçiyor. Kahramanımız yangın bombalarıyla yakılan, artık savaşın kaybedildiğini halkın bile anladığı Tokyo’da yaşayan ve Annesini kaybettikten sonra babasıyla birlikte taşradaki teyzesinin yanına taşınan Mahito…
Annesini kaybetmenin acısıyla boğuşan Mahito’nun babası, çocuğun teyzesiyle bir birliktelik başlatır; bu durum Mahito’nun kafa karışıklığının daha da artmasına neden olur. Mahito, yeni eviyle ve oradaki yeni insanlarla uyumlanmaya çalışsa da bunu başaramaz ve bu durum, etrafta dolaşan gizemli gri balıkçıl yüzünden daha da kötüleşir. Elbette bu bildiğimiz kuşlardan biri değil, acayip bir canlı ve Mahito’yu başka bir dünyaya götüren anahtar.
Bundan sonrası Miyazaki’nin Harikalar Diyarında gezinmek gibi. Miyazaki bu tuhaf dünyayı daha önce yaratılmış olanlardan çok da etkilenmeyerek kurmayı başarıyor. Yerelden aldığı unsurları fantastik bir çizgiye çekerek evrenselleştiriyor. Kayıp amca, İnsan yemeye pek hevesli devasa muhabbet kuşları, avlanamayan gölge insanlar, uçmak için balık yiyen ve fena halde Prenses Mononoke filmindeki orman ruhlarını andıran Warawara’lar, her şeyi yağmalayan pelikanlar…
Tüm bu tuhaf ve kimi de çok komik olabilen unsurlar bir sürü şeye referans veriyor. İnsanın açgözlülüğü, düzenin kolayca yıkılabilen tesadüfi varlığı, dostluğun ve inancın gerekliliği gibi…
Çocuk ve Balıkçıl, Hayao Miyazaki’nin sinemasındaki tüm motifleri bir araya getirerek, kendi yaşamındaki ayrıntılardan yaptığı tuğlalarla inşa ettiği bir başyapıt. Ustanın en duygusal eseri… Teknik açıdan da önceki işlerinden daha üstün bir yapımla karşı karşıyayız. Usta Miyazaki ilerleyen yaşına rağmen animasyon tekniğine yeni şeyler katmayı başarıyor.
Bu elle çizilmiş film CGI teknolojisinden de faydalanıyor ve bu tarif bana çok doğru geliyor. Artık bilgisayarda yaratılmayan hikâyenin izlenemediği batı animasyonundan daha sıcak, daha yakın. Belki de çocukluğumuzun TRT’si yüzünden böyle hissediyorum ancak bir Miyazaki filmi izlerken içime dolan huzur, onun böylesi bir emeğin sonucu olduğunu da bilmekten dolayı.
Bu Miyazaki filminin müzikleri de muhteşem! Tüm sekanslar hikayenin kozmik hissine katkıda bulunan dramatik piyano temalarıyla salonda yankılanıyor. Gözlerinizi kapasanız bile olur ama sakın kapamayın. Her anı çok zengin bir eser. Bir önceki filmi Rüzgar Yükseliyor’un duygusunu tekrar eden Çocuk ve Balıkçıl, eğer bundan sonra benzer bir eser gelebilirse üçlemenin ortancası olabilir.
Bu aynı zamanda bir veda… Onu bu kadar acıklı yapan da bu. Bir noktadan sonra, ustanın öldükten sonra gitmek istediği yeri çizdiğine ikna oldum. Miyazaki’nin tuhaf cennetini görmek için seyredin!
Murat Tolga Şen – murattolga@gmail.com