Twitter’daki dostlar, Dünya Sineması yıkılıcak yerine AVM yapılacakmış diye haber vermişti ya gerçekten öyle olmuş. Dış duvarları bırakıp tüm binayı yıkmışlar, güya modern ama soğuk, gri bir kaplamayla kaplamışlar… Saray Sineması ve ardından gelen Dünya da anılarda kalmış… Halbuki Gölcüklüler için ne acayip anılar vardır o mekanda… Saray’ın şerefine bir daha o zaman!
Saray Sineması en mahçup hatıralarımın mekanı olmuştur. Aslında o da her sinema salonu gibi nezih bir işletme olarak hayata gözlerini açmış ama 70’lerde TV mefhumunun salonun ve hayatımızın tam ortasına girmesiyle büyük değişime uğramıştır. Seks furyası yüzünden değişen seyirci profilini ıskalamamak, salonu doldurmak adına damardan bir “2 film birden” sinemasına evrilerek ite kaka 90’lara kadar gelmiş ama en sonunda pes ederek yarısı kömür deposuna kalan yarısı da pek iş yapmayan, yine de düzgün filmler göstermeye çalışan “Dünya” adında bir sinemaya dönüşmüştü.
Benim Saray ile tanışmam lise yıllarıma rastlar. O vakitlerde burası, şehirdeki genç oğlanların bir nevi erkekliğe geçiş törenlerinin yapıldığı yerdi. Başka sinemalardan farklı olarak, oraya toy bir delikanlı olarak girer ama seksle ve kadın vücudunun günaha davet eden tüm sırlarıyla tanışmış bir erkek olarak çıkardınız. İnternetin hiç olmadığı, babaların video kasetlerinin, abilerin dergilerinin itina ile saklandığı bir dönemde ilk seyir her zaman büyük bir şok yaşatırdı. Ben de, Milliyet Çocuk almayı yeni bırakmış, aile terbiyesinin hasını almış bir ergen olarak başlarda epey dirensem de en sonunda içimdeki çağrıya dayanamayıp, kesif kokulu o izbe salonun alacakaranlığında garip bir sinema ritüelini yaşamaya başlamıştım.
İstanbul’daki Güneş, Köşk gibi “devamlı matine” sinemalarının aksine Saray sinemasının ilk gösterdiği, her zaman düzgün bir film olurdu. Genellikle ucuz bir Hong Kong dövüş filmi ama bazen de eski bir vizyon avantürü, en çaresiz zamanlarda ise Arabesk furyasından sefil bir yapım… Arkasına mutlaka ya İtalyan ya Alman seks komedisi, eğer şanslıysak daha önce görmediğimiz bir Zerrin Egeliler erotiği…
Bu haliyle Saray, aslında bir seks sineması olmaktan çok “Grindhouse” bir mekandı. Öteki Sinema’da yazdığımız epey filmi o soluk perdede, çizikler içinde izlemiş, şimdiki standartlarla alakası olmamasına rağmen tarifsiz keyifler almıştım.
Kantininde köfte ekmek yapılıp satılan, film izlerken sigara içmenin serbest olduğu bir yerden bahsediyorum dersem ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Sinemaya gelen bilmem kaç sene öncesinin filmleri bazen o kadar hırpalanmış olurdu ki, filmde kurgusal bir bütünlük aramak haram olur, izlemek neredeyse tribal bir deneyim haline gelirdi.
Saray, liseli ergenler olarak çok ihtiyacımız olan kaçış duygusunu bize sağlar üzerimize siyah bir örtü çekerek bizi saklardı. Elbette “Batının en sert kulak çekeni” müdür yardımcısı Tekin Bey’in sinemayı basıp hepimizi önüne katıp okula kovaladığı zamanlar dışında…
Yüzlerce kez girdiğim bu acayip iklimde sadece bir kez kadın görmüştüm. İnsanın algısının mekana göre şekillenebileceğini de o gün anlamış oldum. 15-16 yaşlarında yolunu kaybetmiş gibi sinemaya girmiş bu kız, sanki günahkar erkeklerin yaşadığı bir gezegene düşmüş “Kaptan Venüs” gibiydi. Hemen o kalabalıktan farklı olduğumu ispat etmek istercesine, her santimini incelediğim Alman “seks eğitimi” filminin afişinin başından ayrılıp, türlü çeşitli pozlarla oradaki tek iyi insanın ben olduğunu anlatmaya gayret etmiştim. Ne gerek vardı oysa…
Bu kanunsuzlar mekanında yine de tek bir olumsuz hadise yaşamadım. Toplumsal kilitlerin henüz etkili olduğu ve bir seks sinemasında bile yürüyen bir ahlak anlayışından dolayı belki de, kimse kimseyi rahatsız etmez, herkes bir an önce salonun karanlığında ve kendi dünyasında kaybolmayı tercih ederdi.
Sinemaya girmek çıkmak zordu. Girerken daha cesur bir şekilde afişleri, lobileri inceler, eğer yalnızsanız fuayede kimseyle göz teması kurmadan filmin başlamasını bekler, çıkışta ise acayip bir telaş içinde sanki o kalabalıktan biri değilmişcesine ve 2 film boyunca üzerinize sinen bir lanetten kurtulmak istercesine aceleyle normal insanların arasına karışmaya çalışır, kötü bir şey yaptığınızı yüzünüze çarpar gibi gözünüze giren bir güneşten kaçarak evin yolunu tutardınız. Küçük şehirde yaşamanın zorluğu, karşınıza her an bir tanıdığın çıkması olasılığıdır. Gündüz vakti sinemadan çıkmış insanın kendine has eblekliğiyle komşunuz Hatice teyzeyle karşılaşıp, geçiştirircesine lafladıktan ve onun her iki cümlesinin arasına soktuğu “annene çok selam söyle evladım”ını dinledikten sonra hala kısık gözlerinizden, o günah mekanından çıktığınızı anlayıp annenize şikayet etmemesi için tövbeler ederek eve koşardınız.
Gölcük, Türk Donanmasının başkenti olduğu için Saray sineması, ailelere mahsus olmaktan çıkıp, istismar ve seks filmlerinden oluşan bir atmosfere sahip erkek gezegeni olduğunda, müşteri sıkıntısı çekmemiş, şehrin tek sineması olarak çarşı iznine çıkan askerlerin her daim ziyaret ettiği bir mabed haline gelmişti. Elbette bunlar sonsuza kadar sürecek şeyler değildi. Videonun, arkasından da özel TV’lerin gelişiyle Saray giderek unutulan bir yer oldu ve 15 yıl kadar önce kendi küllerinden doğmaya çalışırcasına yeniden bir aile sinemasına dönüştürüldü. Yeni salon aslında eski sinemanın balkon kısmı olup, asıl alan ise bir kömür deposu olarak vazifelendirilmekte ve yeni adıyla “Dünya” sineması gelen 3-5 seyircinin hatırına nefes almaya gayret etmekte idi.
Öteki Sinema’nın emeğinde bu sinemanın da hakkı vardır. Helallik istemek adına bu yazıyla anmış olalım.
Kaptan Venüs: Ali Recan ın Yüzbaşı Volkan‘dan sonra yarattığı seksi, bilimkurgu çizgiroman karakteri. 80li yıllarda “Alfa” çizgiroman yayınlari tarafından bir kaç ayrı seri olarak yayınlanmıştır. (ekşi sözlük)