Ülkemizde İz Bırakmayan Silah ve Sessizlik Yemini adıyla oynamış olan Chuck Norris filmi Code Of Silence’ı (1985) çok seviyorum, bence Lone Wolf McQuade’le (Beyaz Kurt, 1983) birlikte Norris’in 80’lerde çektiği en iyi film. Evet, taktik destek robotunun finalde kullanılış şekli, polis teşkilatının Cusack’i (Chuck Norris) yalnız bırakması, dairesinin önünde evladı vurulan ailenin çocuğun başına hiç gitmemesi, Tony’yi ele geçirmek için kızını kaçıracak olanların karısını niye öldürdüğü gibi mantıksız sahneleri var, banal diyalogları çok (bilhassa Dorato’nun her gün bir yenisini bulduğu “parlak” iş fikirleri, mezarlıktaki diyalog), kurguda ve devamlılıkta hatalar gırla (çatışma mizansenleri, tüneldeki araba kovalamacasındaki hatalar, Cragie ve Kopalas olay mahalline intikal ederlerken duyulan tabanca sesi vs.) ve Chuck Norris, Molly Hagan gibi başroldeki kimi oyuncular inandırıcılıktan yoksun performanslar sergiliyorlar, ama tüm bu fahiş hatalara rağmen iyi bir film. Neden mi? Çünkü senaryosu çok iyi.
Michael Butler, Dennis Shryack, Mike Gray ve John Mason’dan oluşan senaristler 100 dakikalık Code of Silence’a eksantrik karakterlerle örülü, çok katmanlı ve zengin bir hikâye yerleştirmeyi başarmışlar. Öncelikle filmin 15 dakika süren, gerilimli ve bir hayli kanlı açılışıyla başlamak istiyorum, iyi çekilmemiş ama çok iyi yazılmış bir sahne bu. Sahnedeki diyaloglar çok matrak (özellikle Örümcek adlı muhbirinkiler), birazdan hayatını kaybedecek olan çocuğu da boyacılar geçerken görüyoruz.
Chicago emniyeti Kolombiya kökenli bir gruba uyuşturucu baskını yapacak, tuzak kurmuş. Uyuşturucu teslimatının öncesinde ve sırasında dört koldan yapılan hazırlıkları izliyoruz, derken hikâye ilk sürprizi yapıyor ve tamamen farklı bir grup teslimatın yapıldığı daireye kanlı bir baskın düzenleyip hem uyuşturucuyu hem parayı alıyor. Çok sayıda kişinin öldürüldüğünü görüyoruz. Aynı anda olaya müdahale etmek üzere olan iki kişilik polis ekibinden biri yanlışlıkla bir çocuğu vuruyor ve yedek silahını eline tutuşturup işlediği korkunç suçu örtbas etmeye çalışıyor. Ortağı bunu fark ediyor ama susmayı tercih ediyor.
Bu operasyonun hazırlıkları için teşkilattan kendisine 1 ay mühlet, 600 insan/saat verilen Çavuş Cusack’in sonunda eline ne geçiyor? Ne uyuşturucuyu ne de parayı kurtarabiliyor; biri polis muhbiri olan tam 8 ceset, bir kurum içi cinayet soruşturması ve yaralı bir polis.
Film açılış sahnesinden itibaren birbirine paralel iki ayrı hikâye aksında ilerliyor. Birincisi, saldırıyı düzenleyen İtalyan mafyasıyla baskına uğrayan Kolombiya mafyası arasındaki kanlı hesaplaşma (ve bu hesaplaşmanın Tony Luna’nın ailesine kadar sıçraması), diğeri de hakkında soruşturma açılan polis memurunun akıbeti. Ortağı yeminli ifadesinde çocuğu kazara vuran Cragie’yi satacak mı satmayacak mı, bunu öğreneceğiz, film bu aksı hiç ihmal etmiyor.
Açılıştan sonra filmdeki bir diğer sıkı aksiyon sahnesi, 47. dakikada başlayan (Tony Luna’nın kızı Diana’yı kaçırmaya çalıştıkları) bölüm. Vurulanlar, yaralananlar, ölenler… Bilhassa trenin üstündeki dövüş sahnesi nefes kesici. Bu bölümün başlangıcı da sonu da sürprizli. Araba kovalamacası olmadan filmin sona ereceğini sanıyorsanız, yanıldınız. 80’ler polisiye aksiyonlarının olmazsa olmazları, koşmalı ve araçlı takip sahneleridir. Burada da sıkı bir kovalamaca sahnesi var, bunun da sonu sürprizli, hatta Cusack’in ana planını bozacak kadar şaşırtıcı. Finalde Tek Kişilik Ordu Cusack, lakabının hakkını veriyor. Burada çatışma koreografileri biraz sorunlu ama olsun. Sizi oturduğunuz yere mıhlatacak heyecan verici ve tatmin edici bir final bu.
Soluksuz izlenen tüm o aksiyon sahneleri devam ederken yönetmen Andrew Davis, bir yandan Cragie’nin hikâyesini olgunlaştırmaya devam ediyor. Filmin olayları aceleye getirmeyen bir senaryosu var. Kates’in soruşturma kararını bildirdiği sahne, başta Brennan olmak üzere meslektaşlarının Cragie için düzenlediği imza kampanyası, bar sahnesinde Nick Kopalas’ın tedirginliği ve kararsızlığı, son bölümdeki dinleme (hearing), hepsi iyi bir filmde olması gerektiği gibi yavaş yavaş ısıtılıp sunuluyor. Koşut ilerleyen iki hikâyenin de iyi işlendiğini söylemeliyim.
Luis Camacho’nun Chicago’ya gelmesiyle mafya savaşı bambaşka bir seviyeye çıkıyor. Henry Silva inanılmaz karizmatik bir portre çiziyor, ilk kez konuştuğu morg sahnesinden itibaren gözlerinizi ondan alamıyorsunuz. Luis infaz emrini verdiği insanların ölümünü uzaktan izlemeye gidecek kadar psikopat bir mafya lideri, o nedenle Cusack’i herkesin önünde ölümle tehdit etmesine şaşırmıyorsunuz.
Filmin başarılı olduğu bir diğer nokta, polis soruşturması derinleşirken detayları atlamaması. Cusack’in kime kim üzerinden ulaştığına dair silsile (Eenie, Lou, Diana, Tony, Scalese) çok net belli oluyor, “Nereden çıktı şimdi bu?” dediğiniz bir ipucu görmüyorsunuz. Dediğim gibi, iyi yazılmış bir senaryo bu.
Filmin en matrak yerini anmamak olmaz, bence sinema tarihine geçecek kadar yaratıcı bir sahne. Filmin 55. dakikasında iki soyguncu bir barı soymaya karar veriyorlar, bilmedikleri şey şu ki bu bar bir polis barı. Yani, müşterilerinin tamamına yakını hâlihazırda Chicago Emniyeti’nde çalışan polisler ya da emekli polisler. İki salak tıka basa polisle dolu bara girip soymaya yeltendiğinde unutulmaz bir kare yakalıyor yönetmen. Sonra bunları tutuklayıp duvarın dibine oturtuyorlar, ortaklardan biri bu barı seçtiği için diğerini suçluyor. Bu arada acayip komik bir şey oluyor. Soyguncuları kodese tıkacak bir ekip göndermeleri için merkeze telefon açmışlar, 45 dakikadır gelen giden yokmuş. Bizi işletiyorlardır diye inanmamışlar. Harika bir sahne, çok komik.
Zekice göndermelerle dolu (“paran varsa portakala yatırım yap”, “catch you later”, “Kolombiya kravatı/Colombian necktie”) olan senaryo, filme adını veren “sessizlik yemini” (Omerta) repliğiyle birlikte sıkı bir eleştiriye dönüşüyor. Aslında ne İtalyan mafyası ne Kolombiya mafyası ne de polis teşkilatı sessizlik yeminini bozmaz diyor Scalese. Bir noktaya kadar haklı da çıkıyor.
Andrew Davis’in yönettiği Code Of Silence (Sessizlik Yemini, 1985), pek açık vermeyen detaylı senaryosu, usta aktörler tarafından canlandırılan birbirinden ilginç yan karakterleri (Comacho, Victor, Scalese, Tony Luna, Cragie, Dorato, Lou, Nick Kopalas), unutulmaz sahne ve replikleriyle Chuck Norris’in seksenlerde çektiği en iyi aksiyonlardan biri. Norris hiçbir zaman iyi bir aktör olmadı ama bu filmde olduğu gibi cuk oturan bir rolde onu görmenin keyfi paha biçilemez. Benim gibi ekranda Cannon Film ya da Orion Pictures yazısını görünce 30-40 yıl önceye ışınlananlar Code Of Silence’ı sakın kaçırmasın. İyi seyirler…