“There is no more mercy in him than there is milk in a male tiger…”
Akla gelen ilk soru şu olabilir: “Ötekisinema bozdu mu? Shakespeare’in ötekilik ile işi ne?”. Kulağa görece makul gelen bir sorudur, itiraf edilmesi gerek. Ancak aslında ne kadar haksız olduğu biraz detaya inince ortaya çıkar. Tüm şöhretine rağmen aslında ötekilik yarışında bayrağı en önde taşıyan sanatçılardandır William Shakespeare. Eserlerine hayran olan dönemin entelijansiyası, kendileri gibi bir hayat sürmeyip kendilerinden çok daha yetenekli olan bu esnaf/çiftçi çocuğuna yıllar boyu diş bileyecek, hakkında hep yeni dedikodular çıkaracaktır. Dönemin tiyatro aristokrasisi onu çarklarına dahil etmeye, kendisine benzetmeye de çalışır, ancak büyük şairin kendi duruşundan ödün vermeyeceği aşikardır. Asimilasyonun işlemediği yerde tarihten silme, eserlerini sahiplenip kendisini hiç varolmamış gibi gösterme süreci başlar. “Yaşamadı, gerçek Shakespeare Kurtuluş Savaşı’nda öldü, bu eserleri yazan Yossi Kohen’di” tarzı muhabbetler kendini gösterir. İnsan zihni komplo teorisinin çekiciliği karşısında her daim kırılgan olduğundan bu konuda tartışmalar yüzyıllarca varlığını sürdürür, öyle ki kendisinden bol uzay savaşı ve felaket senaryolarından fazlası beklenmeyen Ronald Emmerich bile gidip konu hakkında 2011 yılında Anonymous’u çekmeye kalkar. İşin aslı iyi yazmıştır Shakespeare ama o şöhretin derdini tasasını da gene kendisi bilir.
Döneminde meslektaşlarının nefretini bolca toplamış William Shakespeare’a bugün tüm karalama kampanyalarına rağmen saygı büyük. Ancak günümüzün liste-sever yaklaşımıyla “en beğenilen 5 Shakespeare eseri” diye bir soru sorulsa kimsenin aklına şairin geç dönem eserlerinden Coriolanus gelmeyecektir. Biraz saklı kalmış, unutulmasa da diğer eserlere kıyasla daha nadir sahnelenmiş bir oyun Coriolanus Trajedisi. Roma dönemini konu alması ve son işlerindeki kasvetli yapının burda da bolca bulunması Coriolanus Trajedisi’ni belli ki biraz ilgi odaklığından uzak tutmuştur ancak yanlış anlaşılmasın, bu durum oyunun diğer Shakespeare eserlerinden “sönük” olduğu anlamına gelmemeli. Bilakis Coriolanus Trajedisi pek çok eleştirmen tarafından İngiliz şairin en büyük işleri arasında sayılmakta, hatta İngiliz yazar T.S. Elliot, Coriolanus karakterinin inşasındaki titizlik Hamlet’ten bile başarılı bulmaktadır.
İster meşhur ister saklı olsun, Her Shakespeare eserinin bir ara sinemaya uyarlanacağı kaçınılmazdır, objektif nereye gitse de o eseri gider bulur. Corionalus Trajedisi de kameralardan uzun süre kendini gizlemişti ama 2011 yılında İngiliz aktör Ralph Fiennes’in elinde ilk sinema uyarlamasına kavuştu. 61. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’ya aday gösterilen ve Rotten Tomatoes’da %93 gibi efsane bir puana sahip olan Fiennes’in Corionalus’u, trajediyi modern zamanlara taşımasıyla dikkat çeken bir film. Corionalus’ta Fiennes hem yönetmenliği hem de başrolü birlikte taşıyor.
Orijinal Coriolanus Trajedisi, İsa’dan önce 5 yüzyılda yaşayan General Gaius Martius’un dönemin rakip kabilelerinden Volsciler ile girdiği mücadele sonucu nasıl yükseldiğini ve sonra uğruna ömrünü verdiği Roma halkı tarafından nasıl sürgün edildiğini anlatır. Fiennes’in eseri de bu ilk çağ öyküsünün temel taşlarına ve metnine sadık kalarak olayları modern İtalya’ya (belki biraz da Doğu Avrupa’ya) taşıyor. Romalı general Gaius Martius gerektiğinde sıcak çatışmaya girmekten korkmayan bir operasyon uzmanı olarak resmediliyor. İlkçağda Roma Devleti’e kıyasla görece ilkel bir kabile hayatına sahip olan Volsciler ise bir gerilla ordusu olarak sunulmuş. Liderleri (ve Martius’un ezeli rakibi) Aufidius’u ise İskoç aktör Gerard Butler canlandırmakta.
Shakespeare eserlerinin modernize edilmesi şüphesiz yeni bir durum değil. Hatta sinemada Shakespeare’in modernize edilmediği örnekler azınlıkta bile diyebiliriz. Buna karşın Roma’nın Volsciler ile girdiği çatışmayı taşıyan en doğru dokuyu tutturmak da kolay iş değil. Filmin bu noktada mevzubahis savaşı günümüz Avrupa sokaklarına taşıması aslında oldukça manalı. Gaius Martius’un ilerde “Coriolanus” ismini almasını sağlayacak olan Coriole şehrinin fethi, Fiennes’in filminde insanın aklına 1996’daki Sarajevo şehrini getirecek bir kompozisyon ile vuku buluyor. Çatışma sekanslarının Sırbistan’da çekilmesi de filmin Doğu Avrupa’ya yaptığı referansı kuvvetlendirir cinsten. Belli ki Fiennes hikayeyi Avrupa’dan zaman ya da mekan olarak uzaklaştırmaktansa (pekala Ortadoğu’da geçen bir hikaye de yapılabilirdi) çoğunluğu Avrupalı olan seyircisinin kolektif geçmişine seslenmeyi ve bunun için yakın tarih görüntülerinden yararlanmayı tercih etmiş.
Coriolanus Trajedisi’nin en önemli sahnelerini şüphesiz savaşta kahramanlıklarından dolayı konsül olması düşünülen Gaius Martius’un siyaset arenasında yenilmesi ve sürgüne mahkum edilişi oluşturmakta. Fiennes’in Coriolanus’un bu bölümleri şehrin etkin siyasetçilerinin ve halkın katıldığı bir televizyon programı şeklinde lanse etmesi hem zeki, hem de manalı bir seçim olmuş. Modern siyaset arenalarının iş entrika ve onursuzlaştırma olduğunda şanlı Roma’nın kötü şöhretinden aşağı kalmadığının açık göstergesi olan filmin ortalarındaki bu kısım filmin en güçlü anlarını barındırıyor.
Filmin ortakarar afişinin ve tamamen yanıltıcı fragmanını bir yana bırakırsak (bunlara kapılan seyirciler Coriolanus’u Jet Li ile Jason Statham’ın birbiri ile kapıştığı War ayarında bir film sanabilirler) Ralph Fiennes ilk yönetmenlik deneyimini oldukça iyi tamamlamış diyebiliriz. Filmin (ve oyunun) prensiplerinden ödün vermeyen mağrur bir generali kahramanlaştıran dokusu kimi seyircinin damak tadına uymayabilir, zira oyunun kendisi de 1930’larda faşizm tarafından sömürülmeye yatkın doğasından ötürü Fransa’da yasaklanan ender Shakespeare eserlerinden (Bu durum Alman yazar Bertolt Brecht’in de gözünden kaçmamıştır. Brecht, 1950’lerin başında yazmaya başladığı eleştirel bir Coriolanus oyununu ne yazık ki bitiremedi. Ancak oyun gene de Almanya’da 1960’larda sahnelenme fırsatı buldu).
Özetle Corionalus bu tip uyarlamaları sevenlerin kaçırmaması gereken bir film. Teatral bir deneyimin ekrana yansıması şüphesiz belli kayıplara maruz kalacaktır. Fiennes’in bu muhteşem eserde vuku bulabilecek zararı en aza indirdiği rahatlıkla söylenebilir. Oyunun geçtiğimiz sene İngiltere’de sahneye koyulduğu ve başrolü Tom Hiddleston’ın canlandırdığını da ekleyelim. Hiddleston’u seyretme fırsatı bulamayan bizler için Fiennes’in beyazperde performansı olabilecek en iyi teselli.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz
Ben bu filmi nasıl oldu da seyretmemişim… En kısa zamanda izleyeceğim.