“Seksten daha ilginç bir şey bulmuş olan kişiye akademisyen denir. ”
Edgar Wallace

Avrupa cinayet sineması Wallace’a çok şey borçludur, bilhassa giallolar. Peki nedir giallo? “İtalyan usulü seri-cinayet sineması” diye niteleyebileceğimiz giallo, suç sinemasının özel bir alt-türüdür. Elliyi aşkın filmden oluşan bu alt-tür; dehşet (horror) sineması, esrarlı bir olay içeren gerilim (mystery-thriller) filmleri, dedektiflik filmleri ve psikolojik dramaların kesiştiği noktada hayat bulur. İtalyan sinemasının önde gelen düşük-bütçe yönetmenlerinin (Argento, Fulci, Martino, Dallamano, Lenzi, Soavi, baba-oğul Bava’lar, Tessari) seçkin örnekler verdikleri giallo türünde, akla hayale sığmayan hunharca cinayetler işleyen seri katilin kimliği ve cinayet(lerin) gerekçeleri filmin sonunda ortaya çıkar. Başlarda basit cinayet filmleri gibi algılanan giallolar, kendi-çapında yaratıcı-yönetmen (auter-director) sayılabilecek sol-tandanslı b-sineması yönetmenlerinin ülkeleri (ve toplumları) ile hesaplaşmalarına dönüşmekte gecikmez. Din (kilise), hukuk, ordu, medya, sanat dünyası, sosyete, emniyet güçleri, eğitim (akademi) gialloların içine ustaca gizlenmiş eleştiri oklarından nasibini alır. Kürtaj, ceza sistemi, cinsel özgürlükler, evlat edinme, aile içi ilişkiler Freudyen sendromların kökenleri olarak adeta mimlenir. İtalyan toplumunda sınıflararası ilişkilerin çarpıklığına dikkat çekilir, kapitalist ilişki ağı gözler önüne serilir. Tarikatlar masaya yatırılır. Fetişizm, seks, komünyon, ilk takdis, eşcinsellik, günah çıkartma, ensest, uyuşturucu gibi tartışmalı hususlar ele alınır. Bu hassas konular ele alınırken dehşet/korku (horror) sinemasının enstrümanlarından sıkça faydalanılır. Toplumsal çürüme, yozlaşma, sosyal ve cinsel travmalar ile çıkar ilişkileri incelenir. Giallolar işte bu özelliklerinden dolayı basit cinaî seriyaller olmaktan çıkıp giderek daha da merak uyandırıcı bir hâl alırlar. Birçok sinema yazarının küçümsediği İtalyan düşük-bütçe yönetmenleri; 1960’ların ikinci yarısından itibaren çektikleri spagetti westernler, giallolar, casusluk filmleri, korku filmleri ve polisiye filmlerle beraber ülkelerinin neredeyse bütün toplumsal sorunlarına ayrı ayrı değinen bir tespitler ağı yaratmayı başarmışlar, bu özellikleri nedeniyle de akademik çalışmalara konu olmuşlardır. İyi bir giallo ya da bir spagetti western belki provokatif bir Pasolini, çarpıcı bir Rosi demek değildir ama yine de dikkate alınmayı hak eden bir yapıttır. Tıpkı Wallace’ın akademik çevre ekseninde geçen bir cinayet romanından uyarlanan “What Have You Done to Solange?”ı gibi…

Cosa avete fatto a Solange posterİncelemeye geçmeden önce bu filmin gösterime girdiği ya/ya da dağıtıma sokulduğu isimlere ayrıca değinmek gerekir. Benim de başlıkta kullandığım orijinal isim “Cosa avete fatto a Solange?”; filmin ingilizcedeki en bilinen adı olan “What Have You Done to Solange?”a tekabül etmektedir ki bu da “Solange’a Ne Yaptınız?” manasına gelmektedir. İngiltere’deki isimleri; “Who’s Next?”(Sıradaki Kim?), “Solange” ve klasik ismi olan “What Have You Done to Solange?”dır. ABD’deki isimleri ise daha dikkate değerdir. En sıradışı olandan, en normaline doğru sıralıyorum; “Terror in the Woods” (Korulukta Dehşet), “The School That Couldn’t Scream”(Çığlık Atamayan Okul), “The Secret of the Green Pins”(Yeşil Topluiğnelerin Sırrı) ve “What Have They Done to Solange?”(Solange’a Ne Yaptılar?)…

Uluslararası Eleştirmenler Birliği, bir filmin sadece İngilizce, Fransızca ve de orijinal dilindeki isimlerini kullanmayı teşvik etse de değinmeden geçemeyeceğim. Film, Batı Almanya’da “Das Geheimnis der Grünen Stecknadel” (Yeşil Topluiğnelerin Esrarı) adıyla gösterilmiştir. Burada hemen bir parantez açıp neden (Batı) Almanya’daki (ve ABD’deki) bu tuhaf ismin önemli olduğuna değinelim. Film, Peter M. Thouet, Massimo Dallamano ve Bruno Di Geronimo tarafından Edgar Wallace’ın “The Clue of the New Pin”(Yeni Topluiğnenin İpucu) adlı kısa romanından (novelette) uyarlanmıştır. Peki kimdir Edgar Wallace? Bu İngiliz yazar, 20. yüzyılda eserleri en çok filme uyarlanan yazarlardan biri, belki de birincisidir. Wallace’ın eserlerinin 130’u aşkın sinema (ve TV) uyarlaması bulunmaktadır. 1875’te doğan yazar; 1920’lerden itibaren ülkesinde Charles Dickens’tan sonraki en popüler yazar konumuna erişmiştir. The Menace (1932) ile ABD’de de popülerlik kazanan Wallace, Hollywood’ta yerini sağlamlaştırmış, başyapıtı King Kong’u sinemaya uyarlamış ama filmin çekimleri esnasında 1932’de hayata gözlerini yummuştur. Neden sonra, Wallace’ın onlarca suç kısa-romanı ve handiyse tüm bir külliyatı Almanca’ya çevrilmiş, II. Dünya Savaşı sonrası (Batı) Almanya’da büyük popülerlik kazanmış, neredeyse bütün eserleri büyük bir ölçüde aslına sadık kalınarak Almanya’da filme uyarlanmıştır. Edgar Wallace 60’lı yıllardan itibaren de İtalya’da popüler olmuş, kimi eserleri giallo türüne de adını veren (sarı kapaklı) suç kitapları arasında yerini almıştır. Yazarın yapıtlarından uyarlanan diğer önemli giallolara, “Una Farfalla con le ali insanguinate” (The Bloodstained Butterfly, Duccio Tessari, 1971) ve “Sette orchidee macchiate di rosso”(Seven Blood-Stained Orchids, Umberto Lenzi, 1972) örnek verilebilir. “A doppia faccia” (Double Face, 1969) hakkındaki tevatürleri “The Bloodstained Butterfly”  hakkındaki yazıma saklıyorum.

NOTLAR

St. Mary

“What Have You Done to Solange?”da olaylar, Londra Aziz Meryem Katolik Kız Okulu‘nda (Saint Mary’s College) geçmektedir. Lucio Fulci’nin Aenigma’sı (1987) da bu kolejin Boston şubesinde geçmektedir. Tabii bu bir tesadüf değil, tüm dünyaya bir ahtapotun kolları gibi yayılan bu kolejin dillere destan baskıcı eğitimi, son derece keskin kurallarıyla öğrencilerinin her türlü özgürlüğünü elinden alıp Katolik yaşamın katı kaideleri içinde yaşamaya mahkum eden eğitim anlayışı ve genellikle elit ailelerin çocuklarına okuma fırsatı tanıyor oluşu marksist İtalyan yönetmenler için muhteşem bir çarpışma alanı yaratmalarına fırsat vermiştir. Cinsel istismar, zina, sübyancılık, taciz ve cinayet dolu hikayelerinin merkezine bu okulu yerleştirmeleri raslantı değildir. St. Mary Koleji; marksist-ateist İtalyan yönetmenlere katolizmin ve kapitalizmin neden olduğu çarpıklıkları anlatmaları için başlı başına bir metafora dönüşmüştür bile.

Yaş
Tabii bu giallodaki yaş karmaşasına da bir son vermek gerekir. Filmde duyduğumuz yaşların çıplaklıktan ve cinsellikten kaynaklanabilecek bazı hukuksal sorunların ortaya çıkışını engellemek için kullanıldığı aşikar. “Aziz Meryem Okulu”nun film boyunca gerçek (şimdiki) zamanda gözüken öğrencilerinin 18 yaşında olduklarını duyuyoruz. [Örneğin, Lisa’nın 18 yaşında olduğunu öğreniriz.] Ama neden sonra Solange’ın 16 yaşında olduğunu öğreniyoruz, hatta bu kilit bir nokta teşkil ediyor, çünkü Henry’in katilin kimliği hakkındaki şüphelerini kuvvetlendiren (ikinci sınıflara ait) İtalyanca kitabını görünce şöyle düşünüyor. “Solange (malum olaydan dolayı) ikinci sınıfı okumamıştır. O sınıfın İtalyanca kitabı burada ne arıyor?”. O kitap Janet’ın olduğuna göre ve Helen’a yarınki sınavı için ödünç ver(ebil)diğine göre (yani Janet’ın sınavı olmadığına göre) ikisi aynı sınıfta değiller, en az bir tanesi de hala ikinci sınıfta olabilir. Brenda ile Helen aynı sınıfta, görünüşe göre Lisa da öyle.. Solange diğer kızlardan bir yaş küçük bile olsa (ki öyle), birinci sınıfta iken 15 yaşında olması gerekir. Demek ki, son sınıfta okumakta olan diğer kızların (ki hepsi son sınıfta değildir) 18 yaşını doldurmuş olmaları küçük bir ihtimal. Öyle olsa dahi, uyuşturucu ve seks partilerine katıldıkları dönemde 16-17 yaşında oldukları kesinleşiyor. Solange’ın zaten kesin de…

Karakterler
“What Have You Done to Solange?”, karakter derinliği ve zenginliği açısından değerlendirildiğinde, tüm bir giallo havuzu içinde çok çok özel bir yere oturmaktadır. Kabul etmek gerekir ki, gialloların birçoğu ham karakterler üzerine inşa edilmiş, sığ filmlerdir. Birçok gialloda yan karakterler tek boyutludur, hemen hemen tek bir işlevleri vardır, onu görür ve sahneden usulca çekilirler. Onları bir daha anımsamazsınız. Halbuki “What Have You Done to Solange?”da; Enrico Rosseni (Henry), Elizabeth Seccles, Herta Rosseni, Dedektif Barth, Profesör Bascombe, Solange Beauregard her biri birkaç kişisel özelliği ardı ardına sıralanabilecek, hafızlara kazınan ana karakterlerdir. İç dünyaları, zaafları, takıntıları, tepkileri ekrana yansıyan, kanlı canlı bireylerdir, neredeyse onlara dokunabilecekmişsiniz gibi gelir. Brenda Pilchard, Ruth Holden, Rahip Weber/Webber, Joseph Kane ve Bay Bryant, sıradan yan karakterler değillerdir. Filmi izlediğinizde; geometri ve tarih hocası, röntgenci, seksomanyak Bay Newton’ı, Elisabeth’in amcası kudretli Albay Douglas’ı merak edersiniz. Onlar hakkında daha fazla şey öğrenmek istersiniz. Tata sizde merak uyandırır, onun karanlık sırlarını öğrenmek istersiniz. Ben öteden beri bir film senaryosunun derinliğinin, içinden çıkarabilecek spin-off’larla doğru orantılı olduğunu düşünürüm. “Godfather”, “Scarface”, “Pulp Fiction”, “Leon”, “The Good, The Bad and the Ugly” gibi filmleri büyük bir film yapan birkaç özellikten biri olarak, istense içerisinden çıkarılabilecek (yarı)bağımsız hikayelerin çokluğunu sayarım. “What Have You Done to Solange?”da da durum farklı değil. Karşımızda kendi türünde başeser sayılabilecek, büyük bir film var.

Yönetmenler
Filmde üzerine düşeni fazlasıyla yapan Massimo Dallamano; Leone’nin başyapıtlarından “A Fistful of Dollars”  ve “For A Few Dollars More”un görüntü yönetmenidir. 1972’de “What Have You Done to Solange?” için Leone’nin fetiş müzisyeni Morricone’yi bir süreliğine ödünç almıştır. 1973 tarihli “Il Mio nome è Nessuno”’da (My Name is Nobody, 1973) Henry Fonda’nın canlandırdığı Jack Beauregard karakterinin soyadı belki de Leone’nin Dallamano’ya (ve filmine) bir selamından ibarettir. Kim bilir?

Aristide Massaccesi; gore sinemasının büyük üstadlarından Joe D’Amato’nun (“Beyond the Darkness”, “Antropophagous: The Beast”, “Absurd”) müstear isimlerinden yalnızca bir tanesidir. Sinema hayatının ileriki dönemlerinde yetişkin(adult) filmleri yöneten D’amato, “What Have You Done to Solange?”daki erotik sahnelere başarıyla imza atmıştır, ayrıca kendisi filmde Dedektif Barth’ın ekibinden (Barth parkın haritası üzerinde planı anlatırken, sırtı dönük olan sakallı) bir polis memuru olarak da küçük bir role sahiptir.

Tavsiye
Genç öğrencisiyle ilişki yaşayan evli bir öğretmen, öğrencileri duştayken dikizleyen başka bir öğretmen, kapıları dinleyen bir hademe, seks, uyuşturucu, alkol, yasadışı kürtaj, delil gizleme, zina, sübyancılık, yasadışı fotoğraflar, cinayet, gizem ve erotizm.. Kısaca, ne ararsanız var. Londra’da geçen İtalyan-Alman ortak yapımı “What Have You Done to Solange?”ı tüm gialloseverlere şiddetle öneririm. Ne de olsa Lucio Fulci’nin dediği gibi, “şiddet, bir İtalyan sanatıdır”…

102 dakikalık ingilizce versiyon esas alınarak hazırlanan bu inceleme, baştan sonra spoiler (mahveden) içermektedir.

AHLÂK ÜZERİNE BİR FİLM

7
Film, bisiklete binmiş 7 genç kızın, (Hilda, Janet, Elisabeth, Solange, Brenda, Helen ve Susan) mutluluk dolu görüntüleriyle başlar. (Kutsal kitapta yer alan büyük günahları çağrıştıran 7 rakamının giallolardaki yerine “Sette vahşet - Cosa avete fatto a Solange poster TRorchidee macchiate di rosso”(Lenzi, 1972) hakkındaki yazımda değineceğim.) Fonda, insanın içini ısıtan, şahane bir Morricone çalmaktadır, vokalde yine her zamanki gibi Edda Del’Orso… Giallolarda film müziğinin dinginliği [“The Girl Who Knew Too Much (1963)”tan beri] yaşanacak travmanın derinliğiyle ters orantılı olagelmiştir. Kızlar güle oynaya bisiklet sürmektedir. Ekran kan kırmızısıdır. Gialloları takip edenler iyi bilir, genelde yazıların üzerine bindiği açılış sahneleri filmin kilit noktasıdır. “What Have You Done to Solange?”da da değişen bir şey yok. Herşeyin netleştiği geriye-dönüşte(flashback) kızların giydiği kıyafetlerden anlaşılmaktadır ki, açılış sahnesi, cinayetlerin gerekçesini teşkil eden felaketin gerçekleştiği günkü görüntülerdir.

Hilda (‘First Born’ ve Ana Rahmine Dönüş)
Hikaye, Thames nehrinin kıyısında bir sandalda başlar. Görünüşte her şey masumanedir. Enrico ve Lisa adlı iki sevgili; mutlu, mesut zamanın tadını çıkarmaktadır. Derken Lisa, genç bir kızı kıyıda koşarken, adeta birinden kaçarken görür. Siyah cübbe (rahip/din), sakal (öğretmen/akademia), siyah eldivenler (polis/güvenlik) ve silah (cellat/hukuk) sahneye çıkar, Hilda (öğrenci/gençlik) ölür.

Janet (Karanlıkta Yapayalnız Kalan Beyaz Yavru Kedi)
Janet, kürtaj rezaletinde başroldedir. Bu onun yaptığı ilk hatadır. Janet’ın; Hilda’nın cenazesinde günah çıkartırken, rahibe “Ama (bundan) korkuyorum. Evet başkaları da vardı” dediğini duyarız. Bu onun yaptığı ikinci hatadır. Helen’in babası Barnaby Edmonds olduğunu söyleyen ses, Helen’in İtalyanca kitabını kaybettiğini, yarın sınavı olduğunu, bu konuda kendisine yardımcı olup olamayacağını sorar. Janet telefondaki sesten şüphelenmez ve kapının önüne kitabı ödünç vermeye gider. Bu onun yaptığı üçüncü hatadır. Ölmeden önce de bülbül gibi öter, herkesi ele verir. Bu da onun hayatı boyunca yaptığı son hatadır.

Elisabeth (Kırmızı Başlıklı Kız)
Albay Sickles’ın yeğeni Lisa (güya 18 yaşındadır), elit bir ailenin kızıdır. Enrico’yu seviyordur. “Yeşiltopluiğne Grubu”nun en masumudur. Enrico, Evelyn Gardens’taki apartmanda, 5. katta, asansörün karşısında bulunan daireyi kiraladığında mutluluktan uçar. Orada hunharca öldürülür. Ölümüne yol açan olaylar silsilesi ayrıntılı bir çözümlemeyi hak ediyor.

Tata’nın Gerasdorf’teki evinin önünde, Janet’ın cinayetini kastederek “Neden burada? Neden burada olmalıydı” dediği sahneden hemen sonra izleyici algısına oynayan bir dizi sahne ile karşılaşırız. Prof. Bascombe, arkasında kız öğrenciler, merdivenleri çıkmaktadır. Sonra onunla konuşmak isteyen Elisabeth ile aşağı kata (Yönetim Kurulu odasına) iner. Öğretmenler tam kadro aşağıdadır. Elisabeth Janet’ın öldürüldüğünü yeni öğrenmiş ve okuldaki hocalarına erkek arkadaşıyla beraber nehir kıyısında iken katili gördüğünü, bir papaz gibi giyindiğini anlatır ve bir soru üzerine katilin yüzünü anımsayabileceğini söyler. Bir sonraki sahnede Enrico, Lisa’ya kendisini ele vermediği için teşekkür eder. Bay Newton’un onları fark ettiğini gösteren bir kareye kesme atılır. Akabindeki sahnede Bascombe, Enrico’ya daha dikkatli olmasını salık verir, Lisa ile aralarındaki ilişkiyi biliyordur ve hoş sonuçlara yol açmayacağını düşünüyordur. Duş sahnesi ile beraber röntgenci birinin varlığı hissettirilir. Sonraki sahnede katili Lisa’nın kaldığı apartman dairesine girerken görürüz, (ayan beyan ortaya çıkmıştır ki, katil öğretmenlerden birisidir) katilde evin anahtarı vardır, Lisa’yı öldürdükten sonra evden çıkarken, asansörden inmekte olan bir komşuya rastlar, panikler ve evin anahtarını kapının üzerinde bırakıp, alelacele merdivenlerden iner. Buradaki 3 sahne birbiri ile kenetlenip kusursuz bir hal alır (hele katilin kimliği ortaya çıktığında…).
1)    Prof. Bascombe ile konuştuğu sahnede Enrico’yu eşofmanlarla görürüz ve dersi olduğunu anlarız. Zaten ders zili çalar ve aceleyle uzaklaşır.
2)    Duş sahnesinden anlarız ki, son sınıfların beden eğitimi dersi yeni bitmiştir. Enrico başka bir sınıfın dersine gitmiştir.
3)    Katil, Enrico’nun Lisa ile beraber olmak için kiraladığı Evelyn Gardens’taki daireye anahtarla girer. Bilin bakalım Lisa evin neresindedir? Tabii ki banyosunda.. Spordan sonraki duşunu almaktadır. Peki katil evin anahtarını nereden bulmuştur? Enrico’nun soyunma odasındaki dolabından.
İşte bu, sıkı bir sinemaseverin iliklerine kadar işleyen saf bir hikaye anlatısı örneğidir.

Enrico /Henry  (Bu Kalem Melun, Bu Kalem Bukalemun)*
Filmin iyi adamı Enrico; St. Mary’nin evli, genç ve yakışıklı bir jimnastik hocasıdır. 5 yıllık karısını genç bir öğrencisi ile aldatmaktadır. Birçok şeyi gizlemek için sürekli ama sürekli yalan söyler. Bu yalanlar her zaman ayağına dolanır. Sırf merakından cinayet mahalline gider, orada çekilen fotoğrafları basına yansır. Öğretmenler Kuruluna ve dedektife ve karısına “arabam bozuldu” diye yalan söyler. Olay günü kıyıda kalemini unutur, Dedektif Barth durumu fark eder, onu köşeye sıkıştırır, konuşturur. Lisa’yı elde etmek için büyük çaba harcamaktadır. Onun düşüncelerine değer vermez ve sözlerine güvenmez. “Herşey için bir mazeretin vardır” diye Lisa’yı suçlar. Tek düşündüğü sevişmektir. Sevişmek için daire kiralar, Lisa kendini rahat hissetsin diye yani. Sevgilisi Lisa (onun için kiraladığı dairede) feci şekilde öldürülür. Saçları Lisa’nın üzerinde bulunan saçlarla uyuşmadığı için salıverilir, hiç bir şey olmamış gibi, Lisa’nın otopside bakire çıktığını öğrenen ve onu affeden karısı Herta’ya döner. Sanki hiçbir şey olmamış gibi karısıyla ilişkisine devam eder. Üstüne vazife imiş gibi cinayeti araştırmaya koyulur, onu bunu sorgular, fotoğrafçıyı darp eder. Aslında baştan aşağı kokuşmuş karaktersiz bir tiptir. Profesör olduğu rivayet olunur, herhalde yalan profesörüdür. (Halâ bu adamın bişeyler gizlediğini düşünüyorum. Tata’yı bu öldürdü gibi geliyor bana)

Herta (Gurur, Öfke ve Pişmanlık)
Şüphe dolu bakışlarını çoğu zaman keskin bir bıçak gibi kullanan Herta, nahoş ve patetik görünümünü muhteşem bir gülümsemeyle bir anda değiştirebiliyor. Kocasını sevdiğine şüphe yok, onu hiç satmıyor.
Enrico’ya araştırmaları sırasında yardım ediyor. Almanca ve müzik dersleri veriyor

Ruth Golden  (İğne, Kürek ve Bıçkı)
Nam-ı diğer Tata. Yasadışı kürtaj yapan bu kadının bebek bakıcısı olduğunu öğrenmemiz zaten yeterince ironik. Çok da birşey söylemeye gerek yok. Kendi infazını, kendi cümleleriyle özetlemişse benziyor. “Eğer (biraz) acı çekersen, hak etmişsindir.”

Brenda
Brenda; hiç kuşku yok ki, bütün kızlar içinde en sinsi ve tehlikeli olanı. Hem duş sahnesinde Helen’le yaptığı konuşmadan, hem Ruth Golden sorgusundan, hem park sahnesinden, hem sınıftaki yersiz çıkışından, hem mezarlık sahnesinden, hem telefon konuşması sahnesinden, hem kilise sahnesinden hem de kürtaj sahnesinden belli ki “Yeşil Topluiğne grubu”nun lideri. Kendisi Hilda’nın en iyi arkadaşı, Tata’yı (ve onun korkunç sırrını) en iyi bilen kişi. Solange’ın da iyi arkadaşı olduğu belli. Grup üzerinde bütünüyle hakimiyet kurduğu ve her haltı en iyi bilen kişi olduğu ortada. Henry’nin postakutusuna Ruth Golden ile ilgili mesajı koyan da o.  Kurtulmuş olmasını Solange’a yakınlığına borçlu gözüküyor.

Solange (Atlıkarınca’da bir Düş)
Enrico ve Herta, haftasonu büyük bir parkta piknik yapmaktadırlar. Enrico eşine bütün bağlantıların Ruth Holden’a çıktığını düşündüğünü söyler. Herta; Enrico’nun içini ferahlatmak amacıyla, pazartesi günü Solange’ı bulacaklarını (ve sonrasında işlerin çorap söküğü gibi geleceğini) söyler. Elele tutuşup uzanırlar, fonda, yaklaşan bir uçağın sesi duyulmaktadır. Enrico yanlarına yaklaşan bir kız fark eder, uçağın sesi had safhadadır. Kız, güneşin(gerçeklerin) önünü kapatmaktadır. Enrico doğrulur ve ruh gibi dikilmekte olan kıza öylece bakakalır. “Gel buraya” diye bir ses duyulur. Yaşlı bir (hasta)bakıcı genç kızı kovalayıp, bir yandan da söylenmektedir. Genç çiftten biraz uzaklaşırlar. Bakıcı: “Seni yaramaz kız! Kalp krizi mi geçirmemi istiyorsun?” diye sorar. Koşmaktan tıkanır ve ağzından şu sözcükler dökülür. “Ah, Solange!…” Genç kızı yakın plandan görme şerefine nail oluruz. Kendinde değil gibidir. Sürekli adını duyduğumuz Solange’ı ilk kez gördüğümüz bu sahne müthiş bir tedirginli hissi uyandırır. Bütünüyle üstgerçekçi(sürreal) bir sahnedir, izleyiciye gerçek dünyadan kopma hissi yaşatır.

James Sokağı’nda oturan Solange’ın yaşadığı travma nedeniyle ‘çocuksu ilkelleşme’ (infantile regression) adı verilen bir zeka geriliği olduğunu öğreniriz. Solange Beauregard; okulu birinci sınıfta bırakmak zorunda kalmıştır, anne babası ayrıdır.

Katil
Katili ilk kez gördüğümüzde, okulda Lisa’nın sınıfına derse gelmiştir, Enrico’ya sıcak bir selam verir. İlkin Hilda’yı gebertir. Hilda ölmeden önce hiçbirşey anlatmamış, kimseyi ele vermemiştir. Rahip kılığına girip günah çıkarma ayağına gerçekleri öğrenişi, Janet’ı evden çıkmaya ikna ediş biçimi, Enrico ile Lisa’nın kiraladıkları daireyi keşfedişi ispatlıyor ki çok zeki biridir. Sırasıyla Janet’ı, Elisabeth’i ve Tata’yı öldürür. Her zaman Enrico’ya yakın durur, açık vermez. Taa ki, kızının kayıp olduğunu Scotland Yard’ın cinayet masasından dedektif Bart’a bildirene kadar. Çember daralıyordur. Katil adım adım sona yaklaşmaktadır.

Filmin finalinde; Herta Solange’a “Baban nerede” diye sorar ve akabinde dehşet sineması tarihinde bir tepe noktasına şahit oluruz. Baba içeri girer. (Heyecandan) Elindeki elmaları düşürür. Ve kızı, polis tarafından bulunmuş da eve getirilmiş gibi davranmaya başlar. Babanın kızını kucakladığı sahnede saf, katışıksız bir huzursuzluk tüm ekranı adeta kaplar. İnsanın kanı donar. Sahne, tüm bir filmin özeti gibidir. Sahte bir görüntüden başka hiçbir şey. Evet filmin özeti budur. Filmdeki herkes ve her şey sahtedir artık. Bascombe sahtedir. Solange sahtedir. Enrico sahtedir. Herta sahtedir. Hilda, Janet, Elisabeth, Brenda ve Helen sahtedir. Newton, Tata, okul hademesi ve Philip.. Hepsi ama hepsi sahtedir. Albay sahtedir. Apartman görevlisi sahtedir. Polisler sahtedir. Sanki hangi bir karakteri kaldırsanız, altından, sağa sola çürümüşlüğü, iğrençliği, ahlâksızlığı simgeleyen böcekler, çıyanlar, haşaratlar fırlayacak gibidir. Koca bir yalan, koca bir yanılsamadır izlediklerimiz. İyi yoktur. Güzel yoktur artık. Sadece ve sadece acı vardır. Tükenen bir ahlâkın yarattığı o meşum acı…

Ertan Tunç – Şubat, 2009

Kaynaklar

http://efilmcritic.com/review.php?movie=16224
http://monsterhunter.coldfusionvideo.com/Solange.html
http://www.bloodtypeonline.com/w1.htm
http://www.eccentric-cinema.com/cult_movies/solange.htm
http://www.horrorview.com/What%20have%20you%20done%20to.htm
www.imdb.com
http://www.kinocite.co.uk/0/46.php
http://www.monstersatplay.com/review/dvd/w/solange.php
http://www.pulsingcinema.com/reviews/solange.html
http://www.terrortrap.com/solange/

*Enis Batur, “Bu Kalem Melun, Bu Kalem Bukalemun”
01014209 – DYW152J – 7:30 – 20 – 012303 – OHG821J

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

6 Comments Leave a Reply

  1. Aramıza yeni katılan ama uzun yıllardır sinema makaleleri yazan değerli kalem Ertan Tunç’u, bu ilk yazısı için tebrik ediyor ve Öteki Sinema adına teşekkür ediyorum.

    Yerli içeriğe bu müthiş katkının devamının gelmesi dileğiyle…

  2. “Giallo” kategorimize müthiş bir ek. Ben de bu aralar kafayı izlemediğim giallolara takmış durumdayım. Yazıda bahsi geçen diğer filmlerin inceleme yazılarını merakla bekliyorum.

  3. Şu ana kadar izlediğim giallolar arasında, ya da bırakın gialloyu, gerilim filmleri arasında en beğenerek ve en severek izlediğim filmlerden biridir. Hala da arada bir dönüm tekrar izliyorum. Yetmiyor müziğini de dinliyorum.
    Ayrıca, sayın Ertan Tunç, tebrik ediyorum sizi. Hakikaten kıskanarak ama zevkle okuduğum bir yazı yazmışsınız. Elinize sağlık.

  4. Edebi ya da değil açık ara okuduğum en doyurucu yazıydı, ellere sağlık.

  5. Dr Phibes,
    Sevgili Ertan Tunç dip analizler konusunda gerçekten usta bir yazarımız… Pek sık yazmıyor ama yazdığı vakit o film hakkında yönetmeninin bildiğinden daha çok şeyi bizlere geçiriyor.

    Öteki’de yazdığı için biz de mutluyuz, gururluyuz.

  6. filmin adında da geçen başkarakterin ismi Solange almancada “bütün bu süre boyunca” “şimdiye kadar” “bu süre zarfında” gibi anlamlara geliyor. vizyon aşamasında almanya’da filmin adının değiştirilmesinde bir rol oynamış olabilir; kafa karıştırmak istenmemiş olabilir. bunun da ötesinde başkaraktere ve filme isim seçilirken böyle bir gönderme yapılmış olabilir. “hayır bu isim çeşitli ülkelerde solanj şeklinde telafuz edilen yaygın bir isimdir” denecek olursa semantikten girip sentaksa meyledip fonetikten çıkmak gerekir ki orada susarım uzatmam.

    çok güzel ve dataylı bir yazı olmuş filmi tekrar izledikten sonra buraya uğrayıp yazıyı yeniden okumam gerekecek sanırım. teşekkürler.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The 36th Chamber of Shaolin (1978)

Gelmiş geçmiş en ünlü kung-fu filmi olarak kabul edilen The
blank

Zibahkhana / Hell’s Ground (2007)

Pakistan yapımı Zibahkhana ülkesinde sinema eleştirmenliği yapan Omar Ali Khan’ın