Sinema tarihinin en iyilerinden olan ve akabinde kocaman bir seriye evrilen Rocky için tarihin en iyi işlerinden demek pekâlâ mümkün. Nitekim kendinden sonra gelen birçok filme ilham kaynağı olmuş ve spor temasına özgün bakış getirmiş bir anlatıdan bahsediyoruz. İşte 2016’nın ilk günlerinde ülkemizde vizyona giren Creed de hem Rocky’den aldığı mirası yaşatma hem de kendine has hikâyesiyle yeni bir boksörü izleyicisine sunma ümidiyle ortaya çıkmıştı. Ryan Coogler’ın yönetmenliğinde ortaya çıkan bu ilk film gerek duygu yoğunluğu gerekse efsanevi seriden aldığı referansları günümüze doğru bir şekilde entegre etmesiyle büyük bir sürprize imza atmış ve senenin en iyilerinden olmayı başarmıştı.
Gelelim 2019’a… Rocky serisinin en önemli yapı taşlarının başında Apollo Creed’in geldiği aşikâr. İşte onun oğlu olarak arz-ı endam eden ve kendi efsanesini yaratma adına yola koyulan Adonis’in hikâyesinin ikinci bölümünü ele alan Creed II, bir kez daha Sylvester Stallone ile özdeşleşmiş Rocky’ye atıfta bulunan ve bu unutulmaz serinin dinamiklerinden fazlaca beslenen bir iş olarak karşımıza çıkıyor. Üstüne üstlük serinin en trajik olayını da merkezine taşıyor: Apollo’nun ringde vahşi bir şekilde katledilmesi!
İster ucuz propaganda deyin, ister asrın maçı. Ancak Rocky Balboa ile Ivan Drago arasında vuku bulan karşılaşmanın, beyazperdenin en iyi spor müsabakalarından biri olduğunu kabul etmek gerekir. İşte Creed II de bu benzersiz maça öykünen ve Rocky IV’teki intikam meselesini günümüze taşıyan ve bir kez daha Creed-Drago mücadelesine tanıklık etmemize fırsat tanıyan bir film. Adonis Creed’in babasını ringde öldüren Ivan Drago’nun oğlu Viktor ile yapacağı maçı merkezine alan ve bu trajik bağdan beslenen anlatı, sadece bununla da yetinmeyerek hem kendi özgün hikâyesini yaratıyor hem de Rocky serisine yaptığı ince göndermelerle seri hayranlarının gönlünü okşamayı es geçmiyor.
Öncelikle şunu belirtmek lazım; Creed II beklenenin aksine Rocky IV’ün birebir kopyası değil. Aksine illa bir Rocky filmine benzeteceksek, Creed II’nin benzeştiği film Rocky III. Hatırlayalım, Rocky serisinin üçüncü halkasında İtalyan Aygırı Balboa, Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu olduktan sonra havaya girmiş ve nefret söylemleriyle ortaya çıkan vahşi rakibi Clubber Lang’e yenilmişti. Akabinde ise Apollo Creed tarafından uzanan dost eli sayesinde ayağa kalkmış ve tekrardan zirveye adım adım yürümüştü.
Creed II’ye geldiğimizde ise filmin henüz başında Adonis’in zirveye çıktığını ve şampiyonluk kemerini kazandığını görüyoruz. Tabii bu noktada hikâyeyi kendi içinde bağımsızlaştıran ve senaryoyu daha nitelikli hale getiren yegâne husus, Adonis’in içinde bulunduğu varoluş sancısını olabildiğince göze batmadan resmedilmesi. Nitekim ne için dövüştüğünü, kim için ringe çıktığını anlamlandıramayan Adonis’in, dünya şampiyonu olduktan sonra etrafa boş boş bakması, tek derdinin ortaya koyduğu Mustang anahtarı olarak betimlenmesi, karakterin kendi içindeki kaybolmuşluğunu da çok güzel özetliyor.
Creed II’yi ilgi çekici kılan etmen, hem kendi hikâyesine başarıyla eğilebilmesi, hem de Rocky’nin bir filminden değil, aksine tüm serisinden aldığı referanslar. Evet, film bir yandan Adonis’in kendi içindeki mücadelesine yoğunlaşırken öte yandan Rocky-Clubber mücadelesine benzer bir savaşı ortaya çıkarıyor. Nefret ile büyümüş, öfkeli ve kaybedecek hiçbir şeyi olmayan Viktor’un ortaya çıkışı ve Adonis’i alt edişine kadar her şey Rocky III’ün işleyişi ile birebir aynı. Ancak buradaki dönüm noktası, Adonis’in rakibine yenilmesi değil, Viktor’un dövüşü kazanmasına rağmen diskalifiye olması oluyor. İşte ne oluyorsa ondan sonra oluyor ve Creed II bir yandan kendi yükseliş hikâyesine daha geniş bir yer ayırırken, öte yandan Rocky IV’e göz kırparak gerçek bir intikam hikâyesini önümüze sunuyor. Creed ve Drago…
Eğri oturup doğru konuşalım. Ne zaman ki bir Creed filmi yapılacağı söylendi, işte o zaman akıllarda tek bir soru belirdi: Acaba Ivan Drago’yu bir kez daha görür müyüz? Nitekim o, savaş makinesi edasıyla arz-ı endam eden bir cani de olsa, gizlide gizliye sempati beslenen bir villain. E seri için teşkil ettiği önem de herkesin malumu. Hal böyle olunca Ivan Drago’nun içinde bulunduğu bir filmin, geçmiş ile bağı yadırganmayacak derecede büyük olmalı, keza öyle de. Bu nedenle Creed II’yi “geçmişin mirasını yiyor” diye eleştirmek, saçmalığın dik alası. İçinde Rocky, Drago olan üstüne üstlük soyadı Creed olan bir boksörün macerasını geçmişten bağımsız düşünmek mümkün mü? Burada asıl önemli olan ve filmi başarılı olarak addetmemize olanak tanıyan husus, Adonis ve Bianca’nın hikâyesinin geçmişin kapanmayan yarası ile desteklenmesi ve bunun geçmişe bağımlı kalınmadan yapılması.
Evet, filmin ikinci yarısı için Rocky IV’e biçim olarak fazlasıyla benzediği yorumunu yapabilmek mümkün. Ancak Creed II, intikam temasına tamamıyla bel bağlamıyor. Aksine Adonis’in yükselişine parantez açıyor ve karakterin “ne için ringe çıkıyorum” sorusuna “kendim ve sevdiklerim için” cevabını vererek arka planda gizlenen varoluş sancısını da ekarte etmeyi başarıyor. Bu da Creed II’yi hem serinin diğer halkalarında ayırıyor hem de henüz kariyerinin başındaki genç bir boksörün ayaklarının yere sağlam basmasına olanak tanıyor.
Filmin ikinci yarısı ile birlikte kabuk değiştirdiğini söylemek mümkün. Buradaki ana etmen ise Adonis’in içinde bulunduğu karakter değişimi; ilk filmde babasının soyadı ve Rocky’nin şöhreti altında nispeten ezilen, buna rağmen dik duruşundan vazgeçmeyen boksörün, ikinci yarıyla birlikte kendini tanıması ve ortaya bir karakter koyması. Bu hem onun yükselişini daha anlamlı kılıyor hem de hikâyenin gelecek halkaları için fazlasıyla umut vadediyor. Nitekim karşımızdaki film, aynı zamanda bir devir-teslim töreni. Creed II, yalnızca Drago soyadı ile hesaplaşmanın değil, aynı zamanda Apollo ve Rocky’nin mirasını da en şaşalı şekilde onurlandırmanın anlatısı. Keza Adonis’in Viktor ile yaptığı ikinci mücadeleye kendi siyah şortuyla çıkması serinin artık öznel hikâyesine sarılacağının en önemli göstergesi. Çünkü rafa kalkan yalnızca Apollo’nun şortu değil, aynı zamanda geçmişin de kapanmayan yarası. Evet, karşımızdaki genç boksör bir Creed; ancak daha fazla da Adonis. Bu nedenle filmin, karakterin kendi özgün hikâyesine adım adım ilerleyişini ve bunu geçmiş ile geleceği başarılı bir şekilde harmanlayarak aktarması, Creed II’yi kendi içinde doğru tasarlanmış bir film haline getiriyor.
Peki, filmin hiç mi negatif yönü yok? Pekâlâ var. En başta Creed II, duygusal olarak ilk filmin gerisinde seyrediyor. Daha fazla aksiyonu ön plana çıkarmak adına, hikâyenin derinliğini göz ardı eden anlatının bu nedenle müthiş bir yönetmenlik içerdiğini söylemek ne yazık ki mümkün değil. Tabii bu noktada Adonis’i öne çıkarma gayesi ile Rocky’nin arka fonda bırakılmasının payı da fazlasıyla büyük. İlk filmde en az Adonis kadar için işinde yer alan Rocky, bu sefer hem dakika hem de rol olarak daha geride seyrediyor ve bu da onun duygu dolu bakışlarından filmin maruz kalmasına neden oluyor. Esasen bu da geçmişten gelen bir dosta eşlik etmek isteyenler için ziyadesiyle göze batan bir husus. Ancak Adonis’in hikâyesinin özgünleşmesi için de bir gereklilik. Ne var ki yönetmenin bu dengeyi doğru tasarlayamaması, duygu yoğunluğunun da baltalanmasına sebebiyet veriyor.
Filmin bir diğer yavan kalan noktası ise Viktor ve Ivan Drago arasındaki ilişki. Malum, evlatlar babalarının ikinci şansıdır diye çok meşhur bir söz var. İkili arasındaki ilişkide de bu söylem hep gündemde. Rocky yüzünden itibarını, şöhretini, parasını, eşini kaybetmiş bir adamın tek ama tek yatırımının oğlu olduğunu görüyoruz. Bu nedenle Ivan Drago, tüm film boyunca oğluna tek bir telkinde bulunuyor: O kemeri alacaksın! Ancak burada da bir başka problemle karşı karşıya kalıyoruz. Evet, Ivan Drago’yu geçmişten tanımak izleyici için büyük bir artı ama ya Viktor? İlk filmde ölüm makinesi olarak ortaya çıkan Ivan’ın nasıl korku saldığını düşündükçe Viktor’un havada kalan yapısının, filmin inandırıcılık dozajını zedelediğini de söylemek mümkün hale geliyor. Üstüne üstlük filmin duygu yoğunluğunu daha üstlere çekmesi mümkün bir Viktor-Ivan ilişkisi varken yönetmenin bunu yalnızca finalde kullanmayı akıl etmesi de elindeki malzemeyi hoyratça kullandığına işaret ediyor.
Bir spor filmi yapıyorsanız, şüphesiz ki en dikkat etmeniz gereken konu, müsabakanın gerçekleştiği sekanslar olmalı. Çünkü bu sahneleri gerçekçi çekebilmek, hele hele izleyiciyi olaya dahil edebilmek öyle her babayiğidin harcı değildir. Creed II’ye geldiğimizde ise stilize aksiyon sahneleri ve dinamik boks sekansları ile karşılaşmak mümkün. Ancak ilk filmdeki ve Rocky’nin geçmişindeki tek planları düşündükçe, buradaki dinamik kamera kullanımının yer yer akıcılığa gölge düşürdüğünü söyleyebiliriz.
Creed II, Rocky külliyatından aldığı referansları kendi özgün hikâyesi içine doğru monte eden, anbean adrenalin dozajını yukarıya taşıyan sıkı bir boks filmi. Sylvester Stallone’u son kez Rocky Balboa olarak karşımıza çıkaran, aynı zamanda Ivan Drago gibi sinema tarihine geçmiş bir caniyi tekrardan huzurlarımıza getiren film, Adonis’in yükselişine biçtiği paye ile de sürükleyiciliğini doruğa çıkarıyor. İçinde Rocky olan her film gibi geçmişten gelen bir dosta sıkı sıkıya sarılmamıza vesile olan Creed II, oldukça şık ve seyri yüksek bir devir-teslim töreni adeta. Ne diyelim, geçmişten aldığın güç ile yolun açık olsun Adonis. Bravo Creed!
Öteki Sinema için yazan: Polat Öziş