Basılmayan kitabın sansürlenmesi tartışmaları henüz dinmemişken gündemimize gelen Edward Dmytryk imzalı Crossfire (1947), Hollywood’un 2. Dünya Savaşı sonrası yönelimlerine işaret etmesi bakımından büyük önem taşıyor.

Öteki Sinema için yazan: Tuncer Çetinkaya

40’ların ikinci yarısında, geç başladığını vurgulamadan geçemeyeceğimiz propaganda filmlerini bir kenara bırakan sektör, bir yandan savaş gazilerinin topluma uyum sağlama süreçlerini perdeye taşırken (The Best Years of Our Lives, William Wyler – 1946), bir yandan da adalet dağıtan kişi ve kuruluşları; bir bütün olarak da devleti güçlendirmenin çarelerini arıyordu (My Darling Clementine, John Ford – 1946). Araya savaşın girmesiyle kesintiye uğrayan kadın merkezli filmlerin dönüş sinyalleri verdiği bu dönem (Mildred Pierce, Michael Curtiz – 1945), herşeye karşın en çok korku ve şüphenin kol kola gezdiği sokaklarıyla hatırlanan kara filmlerde kendisini gösteriyordu. Özellikle Edgar G. Ulmer’in 1945 yapımı Detour gibi düşük bütçeli filminin elde ettiği başarı, B sınıfı olarak nitelendirilen yapımlar adına büyük bir atılıma işaret ediyor; kara film, geleceklerinden ümitsiz olan yığınlar adına gerçek bir dışavurum merkezi haline dönüşüyordu.

Aynı dönem, Nazilerin yarattığı büyük felaketi algılama çabalarına da sahne olacak; polisiye yöntemlerle de olsa bu caniliğin Yeni Dünya’daki izdüşümleri üzerine kafa yorulmaya başlanacaktı. 1946 yılında gösterime giren iki film; Orson Welles’in Stranger’ı ve Hitchcock imzalı Notorius, bu yönelimin erken dönem adımlarını oluşturmaktaydı. Dmytryk’in Crossfire’ı ise öncüllerinden çok daha radikal bir adım atmaktaydı.

Filmde olaylar, Montgomery ve üç arkadaşının bir gece kulübünde Yahudi bir genç olan Samuel ve sevgilisiyle tanışmalarıyla başlıyordu. İlerleyen dostluklarını genç çiftin evinde sürdürmeye karar veren topluluk, alkolün de etkisiyle saldırganlaşacak ve gerçekte faşist bir psikopat olan Montgomery, evine konuk olduğu Samuel’i öldürecekti. Olayın ardından kaçan katil ve arkadaşlarını yakalama görevi Finlay ve Keeley adlarındaki iki dedektife verilecekti.

blank

Özellikle ilk bölümüyle kara filmlerin tipik anlatısından ayrılan ve akımın doğrudan göndermelerden kaçındığı güncel politik bir olgunun üzerine giden Crossfire, finale yaklaştıkça kaçınılmaz olarak polisiye sularında yüzmeye başlıyordu. Buna karşın ırkçılığı başka topraklarda değil, bizzat (ve sinema tarihinde bu yoğunlukla hemen hemen ilk olarak) ABD’de arama çabası övgüye değerdi.

Bu başarıda, kuşkusuz en büyük pay sahibi Dmytryk’ti. 1935’te başladığı yönetmenlik kariyerinde, Hitler’s Children ve Murder My Sweet bulunmakla birlikte, Crossfire, sanatının doruk noktasını oluşturuyordu; ancak film, bir başka büyük yönetmenin, Richard Brooks’un romanından uyarlanmıştı. The Killers ve Key Largo gibi janrın dönüm noktası filmlere yazar olarak katkı sağlayan Brooks’un yönetmenliğini üstlendiği yapımlar arasında Blackboard Jungle, Cat on a Hot Tin Roof ve In Cold Blood gibi çağdaş klasikler bulunmaktaydı.

Bütün bunların dışında, Crossfire’ı sinema tarihinde anlamlı bir noktada konumlandıran olguların başında sansür olgusu geliyordu. Yapım, hazırlanış sürecinde, senaryosuyla meşhur HAYS Yasası’na takılmış ve eserin özünde var olan eşcinselliğe karşı saldırgan tutumun teşhiri, Yahudilere uygulanan şiddetin resmedilmesi ile yumuşatılmıştı! Demokles’in Kılıcı’ndan keskin; ancak gözle görülmeyen yasakçı tutum bununla da hız kesmeyecek ve filmin başına gelen felaketler bununla da sınırlı kalmayacaktı. 1937 yılında kurulan “Amerika Karşıtı Etkinlikler Parlemento Komitesi” / HUAC (House Committee on Un-American Activities), büyük yurtsever McCarthy’nin çabalarıyla (!) aynı yıl Hollywood’u sorgulamaya başlamıştı. Filmlerde komünizm propogandası yapıldığını iddia eden komitenin suç unsuruna rastladığı filmlerin başında Crossfire geliyordu.

Bu sürecin ilk perdesi, komiteye ifade vermeyi reddeden Edward Dmytryk’in sakıncalı bulunan 10 sanatçı arasında yer alması ve İngiltere’ye yerleşmesiyle son bulacaktı. Crossfire, gösterimi yasaklanmış ve lanetli bir başyapıt olarak tarihteki yerini almıştı.

İkinci perde dört yıl sonra açıldı. Yönetmen, pasaportunu yeniletmek için ülkeye giriş yaptıktan kısa bir süre sonra tutuklanma korkusuyla komite karşısına çıkmayı kabul etti ve muhbirliğe soyundu. İlginçtir; Yahudi sorunu üzerine aynı dönemde bir başka ilerici filme, Gentleman’s Agreement’e imza atan Elia Kazan’ın durumu da Dmytryk’ten farklı olmayacaktı.

Kuşkusuz bütün bunlar, toz duman ortalıktan çekilince geriye bir sanat yapıtının, filmin bizzat kendisinin ayakta kalmasını engellemeyecekti. Üstelik buna ne HUAC, ne uyanık yapımcılar ne de yaratıcısı karar verebilirdi.

Künye

CROSSFIRE / İKİ ATEŞ ARASINDA

Yapım: ABD / 1947 – Yönetmen: Edward Dmytryk – Eser: Richard Brooks – Senaryo: John Paxton – Görüntü Yönetmeni: J. Roy Hunt – Müzik: Roy Webb – Oyuncular: Robert Young, Robert Mitchum, Gloria Grahame, Robert Ryan, Paul Kelly, Richard Benedict, Steve Brodie

blank

Misafir Koltuğu

Öteki Sinema ekibine henüz katılmamış ya da başka sitelerde yazan dostlarımız her fırsatta harika yazılarla sitemize destek veriyor. Size de okuması ve paylaşması kalıyor...

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Cementerio Del Terror (1985)

Cementerio Del Terror, Meksika korku sinemasının iyi ünlü bir klasiği

The Lost Boys (1987)

Hızlı yaşa, hiç ölme! Vampir olmayı istermiydiniz? Cevabınız hayırsa “THE